SAFİNAZ CİCANEMİN MENEKŞELERİ
Bu hikayeyi yıllarca önce "Tavuk Suyuna Çorba Türkiye'den Yüreğinizi
Isıtacak Seçme Öyküler" adlı kitapta yazarının ismine dikkat etmeden okumuştum.Konuşma dili ne kadar da Kdz.Ereğliye yakın diye düşünüp yazarın ismine bakınca tahminimde yanılmadığımı anladım.Kdz.Ereğli'li hemşehrimiz HALUK HANÇER'e aitmiş daha önce yine blogumuzda "MENDİL"adlı dokunaklı bir mübadele öyküsünü paylaştığımız HANÇER'in bu çalışmasınıda beğeneceğinizi tahmin ediyorum...
HALUK HANÇER
SAFİNAZ CİCANEMİN
MENEKŞELERİ
Her şey Safinaz
Cicanemin bana seslenmesiyle başladı. Daha doğrusu bana duyuramadığı
seslenmesiyle. Ben tam o sırada, onun bir mabet gibi koruduğu bahçesinin
önünde, yağmur sularının önüne toprak yığmakla meşguldüm. Küçük bir göl yapacak
ve içinde gemilerimi yüzdürecektim. O an benim dünyam orasıydı. Böylece ilk
çağrıyı da duymamıştım.
“Piç kurusu! Gemici mi
olucan?” Birden irkildim. Sesin geldiği tarafa baktım ve bahçe duvarının
arkasında sadece buruşuk bir yüz ve kalın çerçeveli gözlüklerin arkasında
hiddetli bir çift göz gördüm.” Cicaneee !...” diyebildim sadece. Boş bulunup
korkmuştum ki, sesi yumuşak çıktı bu sefer. “ Boklu, korktun mu?” Gel ağzına
tüküremde korkun geçsin !” dedi. Ben telaşla ayağa kalkarken çamurlu ellerimi
pantolonumun yanlarına sürmeye başlamıştım ki, yine beni azarladı. “ Git
ellerini suda yıka! “ Dediğini yapıp, ellerimi göstereyim diye arkama döndüğümde,
orada olmadığını gördüm. Tekrar oyunuma dönecekken, cicanem bahçe kapısında
belirdi.
“ Gel buraya, gel pis
uşak !” diye beni bahçeye çağırdı. Onun bahçesine girmek her kula nasip olmazdı
ama benim ayrıcalığım vardı. Her zaman oturmaya alışık olduğum yere doğru
giderken, o da bahçe içindeki kapıdan aksaya aksaya eve doğru yöneldi. Bir
ayağı diğerine nazaran kısaydı. Çocukluk bu ya, bir keresinde “ Cicane sen niye
öyle yürüyorsun ?” dediğimde bana, “ Annem maşayla yaktı da ondan “ demişti ve sonra
da gülmüştü. Olsun, o gülmüş olsa da ben yine o gün bir koşu eve gitmiş ve
sobanın maşasını saklamıştım.
Döndüğümde elinde o çok
iyi tanıdığım badem ezmesi kutusu vardı. Yanıma geldi ve dizini tutarak, ” İyicene kocamışım “ diyerek derin bir
ohh çekip yanıma ilişti. “ Bak sana ne getirdim hınzır, al ye.” dedi. Ben de
onun bu sözünü iki etmedim tabii. Yeme faslı bitip, ağzımın kenarlarındaki
pudra şekerlerini yemenisinin ucuyla silerken ciddi bir şekilde ” Şimdi sana
bir iş verecem. Ama bunu kimse duymayacak, anan bile! “ deyince, çaresiz onu
onaylarcasına başımı salladım. “Hele Ahmet Efendi Amcanın hiç haberi olmayacak!
dedi. Bunu duyunca ürktüm. “ Ama ben onla her gün geziyom. “ dedim. Gezerken
ağzımdan bir şey kaçırırım diye korktum. Gizemli bir sesle “ Gez, ama gonuşma
!” dedi. Ve ağzıma bir tane daha badem ezmesi tıkıştırdı.
Yüzüne merakla bakarken,
nihayet cicanem bana görevimi açıkladı. Onu dikkatle dinlerken, birden aklıma
suyun içinde unuttuğum gemilerim geldi. Tam yerimden kalkıyordum ki,“Sözümü
kesme yezit! “ diye beni azarladı. “ Dediklerimi anladın mı ?” diye benden
cevap bekledi. İstediği kolay bir işti ve ben tereddüt etmeden “ Anladım cicane, yaparım !..” dedim. O an
yüzünde bir gülümseme peydah oldu. Bende güldüm. Başımı okşadı buruşuk
elleriyle. Otururken olduğu gibi yine zorlanarak yerinden kalktı ve bahçenin
tam ortasındaki yeni dünya ağacına doğru yürüdü. Eliyle bana gel işareti yaptı.
“ Eğil bakam ağacın altına, ellerinle otları karuştu.” dedi. Nemli otların
arasına ellerimi korkarak soktum ama ne aradığımı bilmiyordum ki. O da bir
türlü söylemiyordu. Nihayet insafa geldi de konuşmaya başladı. Yüzünde acı bir
tebessüm vardı. “ Ahmet Efendi Amcanla evlendiğimizden beri, her bahar
geldiğinde, ben senin o elini soktuğun
yerden menekşe toplardım. Ama artık menekşeler tükendi !” dedi ve eve doğru
yürüdü. Sonra durdu ve geri döndü. “ Yarın sabah ben sana seslenirim, kimse
anlamasın diye Karaoğlan bahçeyi süpürmeye gel derim “ dedi ve yürüdü gitti.
Anladım ki, ben yarın sabah cicanemin bana tarif ettiği yerden yabani menekşe
toplayacaktım.
Ertesi sabah cicanem
bana seslendi ve ben doğruca menekşelerin bulunduğu yere gittim. Buradaki
menekşeler de azdı. Bu duruma çok üzüldüm. Olan çiçeklerden bir demet topladım
ve cicaneme götürdüm. Cicanem ağladı. Göz yaşları yüzündeki kırışıklarda yol
buldu ve aşağılara doğru süzüldü. Ben hiç konuşamadım ve o eve girdi. Bahçede
biraz oyalandıktan sonra tekrar menekşeleri topladığım yere gittim. Etrafı
temizledim, kimseler görmesin diye çiçeklerin etrafını örtmeye çalıştım.
Üzerinde bir kök menekşe olan toprağı kaldırdım ve bir incir yaprağına sararak
eve götürdüm. Evimizin kuytu bir köşesinde bir konserve kutusuna diktim. Tutsun
diye kuluvallahi bile okudum.
Sonraki günlerde
görevimi aksatmadan yapmaya devem ediyordum. Mutluydum ve cicanemide mutlu
etmiştim. Ama yine de yarım kalan bir şey vardı. Cicanem mutluydu mutlu
olmasına ama menekşeleri kendi toplayamadığı için içinden üzgün olabilirdi.
Benim bu duruma bir çare bulmam lazımdı.
Ben bu arada gizlice
diktiğim menekşeyi de ihmal etmiyordum. Çiçek kendini toplamıştı ve solmamıştı.
Hatta yanında bir çiçek daha açmıştı. Burada işler yolundaydı ama benim diğer
konuyu halletmem için aklımdaki planı gerçekleştirmem lazımdı. Aşı olmamız
nedeniyle tatil olduğumuz gün, yanıma kendi yaptığım arabamı, ardiyede bulduğum
körelmiş bir bıçağı ve eski bir muşamba örtüyü alarak menekşelerin bulunduğu
yere gittim. Menekşelerin büyük bir bölümünü bıçağın yardımıyla köklerinden
topraklı olarak sökerek, arabamın üzerine serdiğim muşamba örtünün üzerine
yığdım ve çiçekleri zedelememek için yavaş bir şekilde cicanemin bahçesine
doğru yola koyuldum. Etrafta kimsecikler yoktu. Zar zor da olsa bahçeye girdim.
Söktüğüm bütün menekşeleri yeni dünya ağacının altındaki yere dikkatlice
diktim. Hafifçe suladım ve bahçeden kaçtım. Sonraki iki gün daha cicanemin
menekşe demetlerini öbür bahçeden alıp kendisine teslim etmiştim.
Ertesi gün ben
kümesimizi temizlerken, cicanemin haykırışını duydum. “ Gel bişey oldu, gel
bişey oldu” Koşarak gittim. Çocuk gibi
heyecanlıydı. Şaşırdım, hatta korktum. O ise bana ağacın altını gösteriyordu. “
Allah bize acıdı karaoğlum, menekşeler geri döndü, menekşeler geri döndü “ diye
ağlamakla gülmek arası söyleniyordu. Elinde olsa koşup zıplayacaktı. Gördüğüm
manzara, bildiğim halde beni de heyecanlandırdı. Gözlerime inanamadım.
Menekşeler söktüğüm yerdekilerden daha gür ve daha canlı bir şekilde karşımda
duruyorlardı. Hiçbir şey söylemedim ve bu sırrımı saklamaya karar verdim. “
Menekşe toplama angaryan bitti. Sevinmişsindir piç kurusu” diye bana takılınca
kızdım ama, yine de “ Ben diktim onları !” demedim. O sözler bana nedense
dokunmuştu. Aklımdan yaşadığım bir olayı geçirdim.
Bir Ramazan gecesi,
aralarında cicanemin de bulunduğu yaşlılar teravih namazına gitmişlerdi.
Dönüşleri gecikince bana “ Git bak bakalım geliyorlar mı? dediklerinde, hemen
bir koşu odanın köşesinden cami yoluna baktım ve bağırdım.” Geliyorlar, cicanem
en önde !” Babam kızdı. “ Ulan kerata, nereden gördün bu zifiri karanlıkta
cicanenin en önde olduğunu” dedi. Ben de gayet masum bir şekilde “ Gördüm işte
,gördüm işte. Onun bir ayağı topal ya, elindeki fener bir aşağı, bir yukarı
gidiyordu da ondan anladım” dedim. Çocukluk işte, ağzımdan topal lafı çıkıverdi.
Babam hem kızdı, hem de güldü. Birazdan eve geldiklerinde haklı olduğum ortaya
çıktı. O gün söylediklerim için hep üzüntü duymuşumdur.
Ahmet Efendi Amcanın
ölüm haberini aldığımda deniz kenarında balık tutuyordum. Eve gittiğimde
cicanemi bir köşede otururken buldum. Ev bir anda kalabalıklaştı ve sonra eski
halini aldı. Hayat arkadaşı cicanemi terk etmişti.
Okul dönüşü onu, yeni dünya ağacının altında
iki büklüm bir şeyler yapmaya çabalarken buldum. Beni gördü ve “ Bunları
diktiği gibi sök bakalım !” deyiverdi. Ben şaşkın şaşkın bakınırken o
gülümsüyordu. “ Karaoğlan, bu menekşeleri buraya senin diktiğini ben ta
başından beri biliyordum, ama ses etmedim” dediğinde, ben de kızdım ve birden “
Bana o menekşelerin sırrını anlat cicane “ dedim “ Otur bakam şuraya.” Dedi,
beni eliyle çekti peykenin üzerine.
“ Bi vakitle burada
rumla vardı” diye anlatmaya başladı. Rahmetli Ahmet Efendi amcan bir rum kızını
severdi. Kız da onu. İşte o kızcağız bahar geldiğinde, her gün bir tutam
menekşeyi sevdiğine hiç aksatmadan bir tören yapar gibi verirdi. Biz bilirdik.
Sonra o göç zamanı geldi. Rumlar başka diyarlara gittiler. Hâsılı, sevenler
birbirlerine kavuşmadılar. Ertesi bahar geldiğinde ben gidip oradan menekşe
toplayıp Ahmet Efendiye verdiğimde nasıl ağlamıştı bir görsen. Benim yaptığım
şey, bir manada gönlüm sende demek oluyordu. Bize göre bu ayıp bi şeydi tabii.”
Cicanem tam devam edecekti ki, ben araya girdim. “ Gönlüm sende ne demek cicane
“ dedim. O da bana kızdı. “ Sevmek işte piç kurusu, gonuşturma beni şimdi.”
Sonra ben soru sormayayım diye hemen devam etti. “ Benim gönlüm onda olsa da,
onun gönlü uzaklardaydı. Olsun dedim ve ben yinede o sevdalı kızın hatırına bu
menekşe törenini devem ettirdim. Tıpkı senin o küçük aklına gelen gibi. Ben de
o menekşeleri oradan söküp bu ağacın altına diktim. Günlerce tutmayacaklar,
kuruyup gidecekler diye korktum, dualar ettim. Sonunda onlar yaşadılar. Taa
seni çağırdığım o güne kadar. Biz seninle Ahmet Efendi Amcanla o rum kızının
sevdalarını yaşattık. Ben bilerek, sen bilmeyerek. O kızcağız ne oldu bilmeme ama
sevdalısı yok artık. İşte bu menekşeleri bu yüzden söküyorum. Görevleri bitti
artık “ dedi ve daldı gitti. Elbette o çiçekleri sökmek ona düşerdi.
Safinaz cicanem ben yanında yokken öldü.
Yatağının başucunda Ahmet Efendi Amcanın yakasında kurumuş menekşe demeti
bulunan hırkasını gördüğümde ağlamamak için kendimi zor tuttum. Kendimi bahçeye
attım. Peykeye oturdum. Sonra bir tek olsun menekşe bulup cicanemin eline tutuşturmak
için ağacın altına doğru yürüdüm. Ellerimi ıslak otların arasına sokup
araladığımda, menekşelerin yerlerinden sökülmemiş olduğunu gördüm. Cicanem bu
sevda masalını bitirmeye kıyamamıştı. Evdekiler bana şaşkın şaşkın bakarlarken
bir demet menekşeyi cicanemin göğsüne koydum ve odadan çıktım. Bir demette
kendime taktım. Nede olsa sırdaştık.
Sonra cicanemin evi
yıkıldı. Çocukları apartman diktiler arsaya. Yıkılan sadece ev değildi. Yeni
dünya ağacı, çimenler, menekşeler ve bahçede cicanemle aramızda geçen
konuşmalar da yıkılıp yok oldu.
Ama konserve
kutusundaki menekşelere kimse dokunamadı. Hala dururlar. İsim de koydum
çiçeklere. “ Safinaz “ dedim.
Haluk HANÇER
Kdz. Ereğli
Yorumlar