ABDULLAH HÜSREV GULEMAN ; MADENCİLİK HAYATIMDAN BİR KAÇ HATIRA
MADENCİLİK HAYATIMDAN BİR KAÇ HATIRA
MADEN TETKİK VE ARAMA DERGİSİ
SAYI 13 ( 1938 ), SAYFA 25-32
EREĞLİ
HAVZAİ FAHMİYEAİNE DAİR
1327
senesi yani miladi 1911 de Mülga Ziraat ve Ticaret Nezareti hesabına “Paris
Yüksek Maden Mühendis Mektebi” talebesi idim. Gurbete çıkalı iki buçuk sene
olmuştu. Vatanımı çok özlemiştim. Tatilde Mülga Nezarete müracaat ettim, Ereğli
kömür havzasının umumi jeolojisi ve havzada kullanılan işletme usulleri
hakkında etüd yaparak mecburi bulunan seyahat raporumu tanzime müsaade aldım.
İstanbul'dan
bindiğim vapur, güzel bir yaz sabahı Zonguldak önüne vardı. Aheste beste limana
girmeye başladı. Karşımdaki manzara sahili müstesna pek hoşuma gitti. Zonguldak
dar, geniş bir takım vadilerle yekdiğerinden ayrılmış görünen yemyeşil dağ
yamaçlarına serpilmiş küçük küçük meskenleriyle uzaktan cidden göz aldatıcı ve
pitoreskti.
ZONGULDAK LİMANI
ZONGULDAK LİMANI
Yalnız Balkaya
ile Soğuksu vadisi arasındaki yerler şimdiki gibi mamur olmayıp, bomboş kalmış
taşlık ve çalılıklardan ibaretti. Sahilde direk harmanı olarak kullanılan pis
bir kumluk arkasında Ereğli Şirketinin metruk kok fırınlarıyla faal lavuarları
görünüyordu.
Vapurdan karaya çıktım. Limanda nihayetlenen
Üzülmez demiryolu güzergahı, kasabanın yegane ana caddesini teşkil eder gibi
görünüyordu. O zamanki liman sonradan yapılmış bulunan “çabuk yükleme
tesisatını” kaale almazsanız, hemen bu günkü haline benziyordu.
ZONGULDAK ANA CADDE 1908
ZONGULDAK ANA CADDE
HIZLI YÜKLEME TESİSİ
Bavulumu
maden idaresini bilen bir hamala verdim. Kömür tozlu ve topraklı bir yol
kenarından yürüdük. Deniz tarafında Ereğli Şirketinin idare merkezinden maada
enteresan hiç bir bina yoktu. Caddenin kara tarafında ise limandan itibaren
sahil manzaralı beş, on kulübe ve salaş ile aralarında bazen mezbelelik görülen
ufak, tefek bir takım ahşap veya kagir yapılar göze batıyordu.
EREĞLİ ŞİRKETİ İDARE MERKEZİ 1908
Sekiz dakika sonra, o vakit de şimdiki yerinde
ve fakat ilavesiz halinde bulunan maden idaresine girdim. Temiz giyinmiş, dik
duran, kibar tavırlı bir zat Bay Müdür beni büyük bir nezaket ve samimiyetle
kabul etti. Uzun uzadıya konuştuk. Vazifesinin ve muhitinin icaplarını hakkı
ile kavramış görünen yüksek terbiyeli ve alafranga meşrep olan bu zattan,
Ereğli kömür havzasının eski ve yerli idare sistemleri ile madenciliğin umumi
vaziyeti ve Zonguldak'ın derhal göze çarpan kozmopolitliği hakkında inanılır
malumat ve olgun fikirler aldım.
Öğle
yemeğinden sonra Bay Müdür refakatiyle Zonguldak Kaymakamını aklımda kaldığına
göre Rum Ortodoks Hiristaki Efendiyi, hakimi, müftüyü, Rum Metrepolitini,
Fransız, İtalya konsoloslarını, Ereğli Şirketi Direktörü ile Rombaki ocakları
direktörünü ve o devirde belediyenin bir kıymeti bulunmadığından mahallî
eşraftan bir kaç madenci ve tüccarı ziyaret ettim.
Dikkat
ettim ki, Türkçe yalnız memurlarla ameleye hitap edildiği zaman kullanılıyor ve
Jön Türklere “monşer bey” diye hitap etmek takdir ve sempati alameti
addolunuyordu.
Ertesi
gün kasaba civarındaki maden ocaklarını, kasabanın mühim mahallenle çarşı ve
pazar yerlerini gezmekle işe başladım. Bir kaç gün içinde Fransızların Gelik
ocağından ta Ereğli limanına kadar mevcut bütün mühim ocakları gezip gördüm.
Şimdi olduğu gibi o devirde de ocakların dahili amelesi ekseriyetle
Zonguldak'ın Hinterlant'ındaki köylülerden teşekkül ediyordu. Liman haricinde
ve ağızlarda kömür nakliye ve tahmilatı Ereğlililere inhisar etmişti. Ocak dış
işleri amelesi ise Karadeniz ve şark vilayetlerinden geliyordu.
Çarşı,
pazarda küme küme rastlanan işe girmiş amele, eli yüzü kirden kısır bağlamış,
elbisesi pis bir palaspareden ibaret bulunmuş olan hasta yürüyüşlü bir takım
zavallı adamlardı.
Küçük sermayeli
bir kaç mahalle bakkalı ve çerçi istisna edilirse bütün çarşı esnafı,
artizanlar ve mağaza sahibi tüccar gibi maden ocaklarında dahi amele ile
bunların sevk çavuşlarından başka çalışmakta bulunanların hemen kâffesi gayri
müslim ve gayri Türk unsurlardı.
Sık,
sık konuşulduğunu işitiğim lisanlar ehemmiyetleri sırası ile Fransızca,
İtalyanca, Hırvatça, Rumca, Ermenice ve Yahudice idi.
YERLİ VE YABANCI İŞÇİLER
Gerek
kasabada ve gerek madenlerde göze çarpan meskenlerin yüzde yetmiş beşinde gayri
Türkler sakindi.
Amelenin
ekserisi, yazın açıkta ve kışın da kendi taraflarından madencilerin sathi
yardımı ile taş, toprak ve kamalık ağaçlardan uydurulup kaydırılmış tamamıyla
gayri sıhhi kulübelerde yatıyorlardı.
Meşrutiyet
ilanından sonra Hükümete bir cemile göstermiş olmak için Ereğli Şirketi,
Rombaki, İhsaniye ve Kandilli ocakları bir kaç kagir numunelik amele barakası
yapmışlardı. Bunların inşasında gözetilen maksat; amelenin mahfuz bir yerde hiç
olmazsa kuru tahta üzerinde tabanlarını ateşe karşı uzatarak işinden çıktığı
pis kıyafet ile hemen yatıp uyuyabilmesini temin etmekti.
Bu
sayısı mahdut kulübeler tip olarak on sekizer kişilik yapılmış ise de çok kere
bunların her birinde yirmi dörder amele iskan edilirdi.
Bundan
maada amelenin tedavisi meselesi de Allaha bırakılmıştı. Ereğli Şirketinin
küçük bir hastahanesinden başka hiç bir madende ve hatta kasabada bile
maatteessüf hastahane yoktu. Ereğli kömür havzasının öğrenmek istediğim
jeolojisi hakkında ise bana Mühendis G. Ralli'nin 1896 da neşrettiği bir
istikşaf etüdünden “malumat satmak nevinden” iktifa olundu, işte o kadar... Ve
ben bu ilimsizliği, kayıtsızlığı tabii buldum. Çünkü maden ocaklarının ekserisi
plansız, ( imalât haritasız) işliyor ve maden idaresi de ilmi, fenni bir gaye
takip edecek fenni teşkilattan mahrum bulunduğundan hiç olmazsa imalat haritası
ile işleyen ocakların olsun bu haritalarını muntazaman toplayarak koordine
etmekten aciz bir halde bulunuyordu.
O
zamanın icabı pek keyiflerine bırakılmış bulunan madencilerden en fenni
işlediğini iddia eden Ereğli Şirketi bile ocaklarında tercihan kalın damarları
gelişi güzel işliyor ve vasaiti bir hesapla serveti milliyenin yüzde otuzunu
ifna eyliyordu. Çünkü Ereğli kömür havzasının idari, iktisadî ve fenni
siyasetine hukuken nazari mal sahibi bulunan Osmanlı Hükümeti hakim olmaktan
maatteessüf pek uzakta bulunuyordu. Bu siyaseti, başta Fransız ve İtalya
konsoloslar ile Rum Metrepolidi bulunduğu halde muhtelif din ve milliyeti haiz
“bedeli masraf” denilen küçük, büyük sermaye mümessillerinden bir “fırkai
müellife” kaymakam ve maden müdürünün bilerek bilmeyerek gösterdikleri mümaşat
ve yardımla menfaat ve gayelerine göre sevk ve idare ediyordu.
Böylece
bir hafta içinde anladım ki, Zonguldak şahsi menfaatlerin bayağı bir savaş yeri
olmaktan ve Ereğli kömür havzası da Osmanlı Hükümetine milli servet ve Türklük
zararına vasıtalı, vasıtasız mühimce bir varidat menbaı bulunmaktan başka
gayevi bir karaktere malik değildir.
Bundan
çok müteessirdim. Hemen İstanbul'a avdete karar verdini, intibaatımı soranlara
gördüğüm “kap kaççılıktan” ve amelenin sefaletinden pek derin bir eza duyduğumu
söyleyerek alakadarları şiddetle tenkit ediyordum.
Zonguldak'ı
terk edeceğim günün sabahında maden müdürünün odasında yine kömür havzası
hakkında konuşuyorduk. Mösyö “De Lagarde” diye odacı haber verdi. Ereğli
Şirketinin en büyük direktörü bulunan bu kibar Fransız evvelce makamında
ziyaret etmiştim, işittiklerime göre Zonguldak'ta hakşinaslığı ile herkesin
sevgi ve saygısını kazanmış yüksek seciye ve kültür sahibi bir adam olan “Mösyö
De Lagarde” odaya girince ayağa kalktık ve saygı ile başköşeye geçirdik. Biraz
havai konuştuktan sonra benim o akşam İstanbula' avdet edeceğimi ve Zonguldak'tan
hiç de iyi bir intiba ile ayrılmadığımı Bay Müdürden öğrenince gayet tabii bir
eda ile “Ben dedi: “Zonguldak'ta epey eskidim. Bu kömür havzasının nasıl
keşfolunduğunu ve bu güne kadar tabi kılındığı idare ve işletme rejim ve
usullerinin geçirdiği istihaleleri oldukça etraflı tetkike fırsat ve vakit
buldum. Fransa'da Yüksek Maden Mühendisliği tahsil etmekte bulunan bir Jön
Türkü dinliye bilmek beni çok memnun edecektir. Rica ederim azizim bütün
intibalarınızı açık kalplilikle söyleyiniz. Ehemmiyetle sizi dinliyorum.
Mumaileyhin bu nazikane teşvikinden cesaretlenerek teessürle yüreğimin
başındakilerini döktüm. Bu acı tenkitlerim nihayet bulunca “Azizim delikanlı
dedi. “Hulasaten anlıyorum ki, siz İstanbul da doğmuş, tahsilinizi bitirmiş,
vatanınızın başka yerlerini tanımaksızın Fransa'ya gönderilip istikbalde sizi
realist yapacak bir mesleğe sülük etmişsiniz ama henüz hayalperversiniz.
Fransa'da gördüklerinizi buranın içtimai ve sınai varlık derecesi ile mukayese
edip hemen hayal sükutuna uğramışsınız. Havzadaki sermayenin yüzde sekseni
gayri millidir. Bu sermayedarların memleketten ziyade kendi emniyet ve
menfaatlerini düşünerek hal ve zamana göre iş politikalarını yürütmelerini
tabii görmüyor musunuz? Bura madenciliğinin ağır ve kaba işleri Türklere yüklenmiş
olmasına rağmen bunları cehalet ve içtimai sefaletten kurtarmak çareler ile hiç
kimsenin alakadar olmaması insani hislerinizi, milli gururunuzu yaralamış
bulunduğundan, tenkitleriniz realiteden ziyade duygularınıza dayanıyor. İnsaf
ile düşününüz ki, Fransız milleti bundan 150 sene evvel harekete gelmiş
“Hakimiyeti Milliye”yi temin eylemiş ve iptidai tahsili mecburi kılmıştır.
“Hürriyeti efkâr
ve vicdan” sayesinde ilim ve irfan, sanat ve marifet durmadan terakki etmiş ve
halk ekonomisiyle birikmiş sermayelerden istifade ile cesim sanayi kurulurken
işçiler için de çeşit çeşit sıhhi ve içtimai muavenet teşkilatları ile beraber
yüzlerce tecrübeli ilim adamlarından, mühendislerden müteşekkil (Hükümet etüd
ve kontrol heyetleri) doğmuş ve zamanla tekamül etmiştir.
Halbuki
siz “Jön Türkler” henüz bir kaç sene oluyor, ecel döşeğinde can çekişen Osmanlı
İmparatorluğunu ölmeden kurtarabilmek iman ile silaha sarılıp meşrutiyet
idareyi ilan etmekle her şeyin gül ve her yerin gülistan mı olacağını sandınız
ki, Fransa'da asırların mahsulü bulunan terakkiyatı hemen Ereğli havzasında da
görmek istiyorsunuz!
Ahvale
vakıf bütün ecnebi dostlarınız gibi ben de esefle müşahede ediyorum ki,
“meşrutiyet hükümeti” gerek dahilde ve gerek hariçte mazinin seyyiatından
mütevellit pek çok mudal meseleler ve siyasi entrika dalgaları ile çevrilip
sürüklenmektedir. Bu gidişle “Jön Türkler” bütün hüsnü niyet ve gayretlerine
rağmen daha çok seneler artık kangren olmuş bu Osmanlı camiasında muvazeneyi
tutmak rolünden öteye geçerek memleketin iktisadiyatı ile birlikte Türklüğü de
yükseltecek millî bir hükümet kuramayacaktır. Eğer böyle bir hükümetiniz
olsaydı hukukan Havza-i Fahmiye’nin hakiki sahibi bulunmasından dolayı ona
haykırarak diyecektim:
Eğer
Havza-i Fahmiye’nin de Avrupa kömür havzaları gibi iktisadi ve içtimai büyük
bir inkişafa mazhar olmasını cidden istiyorsanız hemen planla harekete geçiniz:
1- Avrupa'ya
yüzlerce talebe gönderip muhtelif şubelerden mühendis, jeolog ve kimyagerler
yetiştiriniz ve ilk yetişenleri Ereğli kömür havzasına tayin ederek
Zonguldak'ta bir maden baş çavuş ve usta mektebi açınız.
2- Havza-i
Fahmiye’nin derhal haritayı munzaması ile jeolojik etüdlerini ve icap eden
yerlerde kömür taharri ameliyatını yaptırıp neticesine göre kömür havzanızı
istismar merkezine taksim ederek mevcut ocakları bunlara kalbediniz.
3- Piyasanın
icaplarına göre kömür istihsalatını katagorilere ayırarak standardize ettikten
sonra satış işini bir elden idare eyleyiniz.
4-Tahmil ve
tahliye bakımından muktazi evsafı haiz bir liman vücuda getirerek bunu istismar
merkezlerine ve Anadolu dahiline şimendiferle bağlayınız.
İşte
aziz dostlarım bunları başaracak kudret gösterdiğiniz zaman direk ve daimi
amele meselesi de kendiliğinden hallolunur” diyerek ayağa kalktı. Veda
esnasında Bay Müdürle benim derin bir murakabeye dalmış durumumuzu fark edince
hararetle ilave etti.
“
Unutmayınız ki, sözlerim ne bir ütopi ne de bir “teklifi malâyutlak” ifade
eder. Jön Türkler ya bu dediklerimi yapacak kadar şuurlu bir varlık gösterecek,
yahut Türkiye tarihe karışmağa mahkum kalacaktır. Tekrar görüşürüz.” diye çıkıp
gitti.
YİRMİYEDİ
YIL SONRASI
Bundan
27 sene evvel Zonguldak'ta Ereğli Şirketi direktörünün acı tenkitlerime karşı
söylediklerinin beni ilzam için ortaya atılmış “ham hayaller” olmasından şüphelenecek
kadar cahil ve kısa görüşlü bir çocuk olan ben ve çağdaşlarım, on beş seneden
beri imanla, izanla görüyoruz ki, etraflı, ahenkli ve dinamik inkişaflı bir iş
programı ile çalışan milli bir hükümet
için yok yoktur.
İşte
bunun için az zamanda işçileri, esnafı, fen ve sanat erbabı ve ticari, iktisadi
bütün sermayedarları ile bir Türk olan ve eskiye nispetle en az iki misli
büyümüş olan Zonguldak'ın uzaktan yeşil bir halı gibi harelenen yamaçlarında
ahenktar bir serpiliş ile güzel evler, köşkler, mektepler, hastahaneler
yapılmış ve sahilin o eski göz tırmalayıcı salaşları ve mezbelelikleri yerine
umumi parklar, bahçelerden maada, resmî, hususi bir çok muntazam kagir mebani
vücuda getirilmiştir. Bir taraftan kasaba dahilinde temiz sokaklar, geniş
caddeler açılırken müteaddit şoselerle Zonguldak istismar merkezlerine,
Ereğli'ye, Bolu'ya ve şimendiferle de dahile Anadolu Devlet Demiryolları
şebekesine bağlanmıştır.
Ereğli
kömür havzasının:
1) Jeolojik
haritasının yapılması M. T. A. Enstitüsünün iş programına konmuş ve mevcut
bütün maden ocakları hatta Ereğli Şirketinin Fransız sermayesine dayanan o
büyük varlığı bile istihlak edilerek vücuda getirilen kömür istismar
mıntakalarına kalbedilmiştir.
2) Bu gün bir
buçuk misli artıp iki milyon tonu aşan ve seneden seneye de artmakta devam
edeceği muhakkak bulunan kömür istihsalatı standardize edilmiş ve satışı bir
ele tevdi kılınmıştır.
3) Bütün maden
ocakları jeometr, ustabaşı ve baş çavuşlarını yetiştirecek derecede teşkilata
malik ve seneden seneye tekemmül eden bir madenci mektebi kurulmuştur.
4) Yeni
teçhizatla ıslah edilmiş bulunan Zonguldak limanı ile iktifa edilmiyerek
Karadeniz’de inşası mukarrer Trabzon limanından maada Karabük demir
sanayiimizin ihraç yolu vazifesini de görebilecek ehemmiyette en teknik
teçhizatı ihtiva eden modern bir kömür ve demir limanına da (dört senede
bitirilmek üzere) başlanmaktadır.
5) Hükümetimizin
yurdumuzda yer yer kurduğu muhtelif sanayi fabrikaları ile beraber iş kanunu
ile himaye edilmiş bulunan işçilerimiz için sıhhat ve içtimai muavenet
teşekkülleri de doğarak büyümeğe başlamıştır. Bu gün iftiharla ilan etmekteyiz
ki, biz “kıdemli gençler” den çok daha olgun bir tarzda Havza-i Fahmiye
istismar merkezlerini idare eden Cumhuriyetimizin yetiştirdiği genç
mühendislerimizin iş kanununun ruhuna tamam ile uygun olarak yaptıkları
teşkilat ve tesisattan medeni bir adamın sevine sevine içine girip
yaşayabileceği derecede temiz, sıhhi ve konforlu amele koğuşları, duş ve
banyolarını, yemekhane ve tedavihanelerini görüp de sevinç gözyaşları dökmemek ve Cumhuriyet evladını
tebrik etmemek kabil değildir.
Yorumlar