ZONGULDAK KENT TARİHİNE KISA BİR YAKLAŞIM
Açılmış yerin altına
Sayısız kara kanlı kapak
Bu kapaklar üstüne kurulmuş
ZONGULDAK…
2.9.1937-
Mehmet Seyda
ZONGULDAK KENT TARİHİNE
KISA BİR YAKLAŞIM
Zonguldak’ın Coğrafi Durumu
Göldağı Bölgesi”nin Fransızca olarak söylemiyle, ‘Zonguldak’
olarak tanımlanan kentimiz; “Anadolu’nun
Batı Karadeniz bölümünde, 41 derece 48 dakika kuzey paralelleri ve 31 derece 10
dakika ile 32 derece 50 dakika doğu meridyenleri arasında yer alır.
Doğusunda
Kastamonu, güneydoğusunda Çankırı, güneyinde ve güneybatısında Bolu Vilayetleriyle
ve kuzeyinde Karadeniz’le çevrilmiştir.
Kıyıya yakın
yerleri tepeler ve sıradağlarla parçalanmış bir yayla görünümündedir.” (1) (1)
(Karaelmas Ülkesi Zonguldak Melahat
Türk-Rasim Türk. Yelken Matbaası, İstanbul 1982 s:2)
Zonguldak,
Üzülmez deresinin denizle kesiştiği yerde doğmuştur. Dere, mitolojide Sandraka[1]ismiyle
anılır.
Zonguldak’ın
kömürle ilgili Jeolojik yapısı; “Havza’nın kömür tabakası 15 - 20 derece
meyille Kuzeyden-Güneye ve gün doğusu ve batı cihetlerine uzayıp gider.” Şeklinde
açıklanır. (2) (2) (Maden Kömürleri. Müellifi: Hamidiye Kuravazörü Hümayun Tabibi Selahattin Ali. Bahriye Matbaası. 1914)
Zonguldak’la ilgili yukarıda açıkladığımız coğrafi ve
kömürle ilgili jeolojik durumu, kent tarihi yazanların özellikle sorduğu; “Kent
niçin tam da burada oluşmuş? Biraz daha doğuda, batıda, kuzeyde veya güneyde
niçin oluşmamış? Sorusuna, açıklık kazandırmaktan uzaktır. Kömürün
belirleyiciliğini düşünmüş olsak bile kömür; Zonguldak’ın doğusunda, batısında
sahil boyu güneyindeyse 3-5 kilometre kadar uzak bölgesinde de bulunmaktadır.
Kent için sorulan başka bir soruysa; “Kent oluşurken model
olarak nelerden etkilenmiştir veya kentin merkezini ve misyonunu oluşturan ana
etmen nedir?”
Yukarıdaki sorulara verilecek cevaba açıklık kazandırmak
için öncelikle kentin ne olduğu, kentlerin doğuşları ve misyonları konusunda
bazı değinmeler yaptıktan sonra, Zonguldak’ın bulunduğu noktada nasıl
oluştuğunu anlatmaya çalışmak daha aydınlatıcı olacaktır.
Yalnız kuru bir tarih yazılımı, sadece kömür üretimi ve
nakliyatı için tasarlanmış kentimizin, Avrupa’daki maden kentlerinden
farklılığını anlatama riski taşımaktadır. Bu riski azaltabilmek için kısa
değinmelerle bazı gelişmelerin arka planını anlatmış olacağız. Bu bize, aynı
zamanda tarihi süreçlerin ilintisini ve eklemlemesini anlatma rahatlığı
sağlayacaktır.
Kent Üzerine Değinmeler
Kentlerin her dönemde var olduğunu söylemek yanlış olur.
Kentler aslında; ekonomik sömürünün ve buna bağlı egemenlerin emekçileri
boyunduruk altında tutma amaçlarının bir ürünü de sayılır.
“Kentlerin ortaya çıkışları, insanların tarımsal üretime
ve yerleşik hayata geçişleriyle bağlantılı bir değişim olarak görünmektedir.
Tarihsel olarak İÖ. 8000-4000 yılları arasına tarihlenen bu süreç Neolitik Çağ
olarak adlandırılmaktadır. Bununla birlikte İ.Ö. 3 bin yıllarına kadar nüfus
topluklarının çoğu küçük birimler halinde, köy niteliğindedir. Bu tarihten önce
kent adını taşıyabilecek yerleşmelere rastlanmadığı söylenebilir. Belki
Çin’deki bazı örnekler dışında, nüfusu 100 bini aşan yerleşmeler Yunan-Roma
dönemine kadar sahnede görülmemiş, Konstantinopolis ve Roma bir yana, bir
milyon nüfusa sahip anakentler ancak Endüstri Devrimi’nden sonra ortaya
çıkmıştır.”(3) (3) (Doç. DR. Yakut
Sencer. Türkiye’de Kentleşme Kültür Bakanlığı Yayınları. 345 Bilim Dizisi. 12.
Ongun Kardeşler Matbaacılık Sanayi, Ankara 1979. s:9)
Kent; Hem tarımsal
hem de tarım dışı üretimin, dağıtım ve denetim fonksiyonlarının toplandığı,
teknolojik gelişme derecelerine göre belirli bir büyüklük, çeşitlilik ve bütünleşme
düzeyine varmış yerleşme biçimidir. Başka bir tanımlamayla kent, toplumsal
bütünleşmenin, bir yoğunlaşmanın oluşturduğu mekânsal bir birlikteliktir. Yani
kentleşme/ kentlileşmedir.
Bu duruma bağlı olarak, kentleşme; “İki ucu olan bir
çözülme, yoğunlaşma ve akım olayıdır. İki uçtan birisi kırdır, ötekisi de kent.
Çözülme kırda olmaktadır. Yoğunlaşmaysa kentte gerçekleşmektedir. Kentlileşmenin
belirgin sosyal göstergelerinden biriyse gecekondulaşmadır.
Gecekondular, kentsel merkezlerden uzakta, bu merkezlerin
çevresinde kurulan sosyal mekânlardır. Ancak gecekondular sadece köyden göç
edenlerin barınma ihtiyacını karşılamakla kalmamış, aynı zamanda bir yatırım
alanı olarak da kullanılmıştır. Kentteki birikimlerini ve kırdan aktardığı
kaynakları önemli oranda gecekonduya yatıran gecekondu sahipleri, bu şekilde,
hem barınma ihtiyaçlarını karşılamakta hem de servet biriktirerek sosyal
güvenliklerini sağlamaktaydı.”(4) (4) (Celalettin
Yanık. Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2:
93-107 Kent Sosyolojisi Alanında Yapılan Tezlerin Değerlendirilmesi.)
“Kentleşmeyle nüfus, geliştirdiği yeni toplumsal ilişkiler
ve örgütlenmeyle giderek yeni bir topluluk oluşturmaktadır. Farklılaşmaya
dayanan bu bütünlükle dinamik bir özellik
kazanmış olan kent, her türlü değişim ve gelişmenin hareket noktası
olmuştur.
Kentleşme son olarak bir yönetimsel örgütlenme sürecidir.
Köy toplumlarında yönetim yeterince örgütlenmemiş olmasına ve yaygın bir
nitelik taşımasına karşılık, kentte çok organlı ve merkezi bir dizge içinde
örgütlendiği görülmektedir." (5) (5)
(Doç. DR. Yakut Sencer. Türkiye’de Kentleşme. Kültür Bakanlığı Yayınları: 345.
Bilim dizisi: 12. Ongun Kardeşler Matbaacılık Sanayi, Ankara 1979. s:1-2)
“Gerçektende yaşayan, nefes alan varlıklar olarak
kentlerin de bir kimliği bulunmaktadır. Bu bakımdan bir ticaret şehrinden, bir
sanayi şehrinden, bir siyasi şehirden, belki de bir eğlence şehrinden söz
edilebilmektedir.(6) (6) (Kebikeç İnsan Bilimleri İçin Kaynak
Araştırma Dergisi. Kent Tarihi Çalışmaları Üzerine Bazı düşünceler. Mehmet
Sarıoğlu. Sayı: 11. 2001. s: 335)
Yukarıdakilerden ayrı ama yukarıdaki değinmelerin
sonucunda ortaya çıkan diğer bir olgu ise: “Burjuvazi, kırı, kentlerin
egemenliğine soktu. Çok büyük kentler yarattı, kentsel nüfusu, kıra kıyasla,
büyük ölçüde artırdı ve böylece, nüfusun oldukça büyük bir kısmını kırsal
yaşamın bönlüğünden[2] kurtardı.” (7) (7) (K. Marx F. Engels. Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri. Sol.
Yayınları. Ankara Şahin Matbaası Kasım 1993. s:114)
Sanayi devriminden sonra büyüyen, değişen veya oluşan
Kentteki belirleyici olan ekonomik ilişki kapitalist ekonomik ilişkidir. Bu
aynı zamanda uzlaşmaz olan emek ve sermaye çelişkisinin tarih sahnesine
çıkmasıdır. O nedenle de kentler sürekli şekilde bir sınıf çatışmasının mekanı
olmuştur. Bu nedenle; “Kent tarihleri bir parçası oldukları siyasi, ekonomik ve
sosyal sistemlerin tarihlerinden ayrılmazlar.
“Çünkü kentin biçimini, kentin bağlı bulunduğu sosyal
sistemlerin gelişme düzeyi ve teknoloji durumu belirler. Bu yüzden bu alanda
çalışanlar kır ile kent arasındaki ilişkileri, kentlerin birbirleriyle olan
ilişkilerini çevrelerindeki daha geniş ekonomik, sosyal ve siyasal yapılar
içindeki durumlarını açıklamaya çalışmalıdırlar.” (8) (8) (Kebikeç İnsan Bilimleri İçin Kaynak Araştırma Dergisi. Kent Tarihi Çalışmaları Üzerine Bazı
düşünceler. Mehmet Sarıoğlu. Sayı: 11. 2001. s: 338)
Sanayi Devriminde Kentlerin Büyümesi
Kentimizin Sanayi devriminde oluşan, büyüyen veya gelişen
kentlerden farklılığını sergileyebilmemiz için, Avrupa’daki sanayi kentlerinin
oluşumundan örnekler vermemiz kaçınılmaz olmuştur. Çünkü bizdeki emek, buna
bağlı sosyal ilişkileri ve halan daha etkisini sürdüren kapitalizm öncesi
üretim ilişkilerini açıklayabilmemizde zorluklar yaratacaktır. Veya anlaşılmaz
kılacaktır.
Feodalitenin çözülüm sürecinde; Büyük tarım çiftliklerinin
oluşması için, topraklarına el konulup mülksüzleşen köylüler, tarımda yarıcı
veya ücretli olarak çalışanların tarımın makineleşmesiyle işgücü fazlası olarak
işten atılmaları, sanayide makineleşmenin başlamasıyla artan maliyeti düşük
imalat karşısında, rekabet edemeyen sanatkârlar, ayrıca buharlı demir yolu ve
deniz ulaşımının yok ettiği yelkenli gemi ve hafif yük deniz taşıtlarıyla,
demir yolunun yok ettiği kervancılık ve hafif taşımacılık işi yapanlarında tek
çaresi sanayi veya maden kentlerine akmaktı. İşsiz ve mülksüzlerin kendilerini
geçindirebilmek için tek çözümleri emeğini satmaktır.
Böylesi bir sanayi şehri olan Manchester’i Marx şöyle
anlatıyor: “Manchester, İngiltere’nin pamuklu imalat merkeziydi. Bu kent yeni
sanayici, orta sınıfın, fabrika sahiplerinin denetimindeydi. İflas etmiş
zanaatçılar, çiftçiler arasından, yoksul evlerinden tutulan ve çoğu
İngiltere’nin eski sömürgesi olan İrlanda’dan gelmiş erkek, kadın ve
çocuklardan oluşan işçiler, madenlerin ve fabrikaların derme-çatma
gecekondularda yaşıyorlardı.” (9) (9) (K.Marx.
F. Engels Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri. Sol Yayınları. Çeviren
Muzaffer Erdost Ankara Kasım 1993. sayfa:13)
Bu durum Zonguldak’ta daha farklıydı. Kömürden önce
Zonguldak’ta kentin hiçbir nüvesi olmadığı gibi, etrafındaki yerleşim yerleri küçük
köylerdi.
Zonguldak Kenti’nin Doğuşunun Tarihsel Arka Planı
1299 Yılında kurulan Osmanlı İmparatorluğu, 1402 yılında
Yıldırım Beyazıt’ın Ankara’da Timur’a yenilmesinden sonra, belirli bir
duraklama devrinden sonra 1453 yılında İstanbul’u işgal etti. Hızlı bir yayılma
sürecinin başlangıç yıllarına denk düşen bu durum, yeni bir çağın ve Avrupa’da
bir takım gelişmelerin başlangıcı oldu.
1492’ de Amerika kıtasının keşfi, dünya coğrafyasına büyük
bir kara parçasının dahil olmasını sağladı. Avrupa’ya, Amerika’dan gelen
maliyeti düşük altın ve gümüş Osmanlı içlerine kadar yayılınca, Osmanlı
İmparatorluğu’nun mali yapısı bozuldu. Bu bozulum hayatın her alanında devam
etti. İniş çıkışlar, toprak kayıpları, ordu düzenin bozulmasıyla vergi
artırımları, halkın sefaletine ve buna bağlı isyanlara neden oldu.
Bu dönemde dünyanın ekonomik ve toplumsal gidişini
olağandan daha hızlı etkileyecek, yeni bir üretim ilişkisini ve buna bağlı
olarak yeni sosyal sınıfların doğmasını hızlandıracak buluş, 1712 de‘de Thomas
Nevcomen’in buharlı makineyi keşfidir.
Buhar enerjisinin
sanayi makinelerinde kullanımıyla üretimin korkunç boyutta artması yeni
pazarlar ve ham maddeler aranmasına neden olacaktır. Bu durum yeni toprak
savaşlarına neden olduğu gibi iş gücü açısından da büyük değişim yaratacaktır.
Ulusların kendi aralarındaki dış çelişkisine içerden de emek emek-sermaye
çelişkisi eklenecek, buna bağlı devlet, ordu ve iç güvenlik yapılanmalarında
büyük değişiklikler olacaktır.
Osmanlı İmparatorluğu, Batıda gerçekleşen sanayi
devriminin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki olumsuz etkilerini görmüş, bütün
dönüşümlerini bunun üzerine kurgulamıştı.
Osmanlı eğitim, askeri, teknik gelişim konusunda bir çok
yenilikler yapmasına rağmen bir türlü istediği noktaya gelemiyordu. Çünkü bu
süreç, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaklaşık 100 yıl geriden başladığı için
sanayileşme adına yapılacak bir çok girişimin alt yapısı da yoktu.
Sanayileşme adına birkaç fabrika yapılması ve bunların
buhar enerjisiyle çalışmasını sağlamak için buhar kazanlarıyla donatılması, bu
fabrikalarda çalışacak bir çok yeni makine ile birlikte birkaç buharlı gemi
satın alınmasına rağmen, sorunlar çözülmüş olmuyordu. Buhar makinelerinin
yakıtı olan yüksek kalorili taşkömürü sorunu da, kendini dayatıyordu.
Osmanlı’da taşkömürü damarları önce Amasra’da sonrada
Ereğli’de fark edilmesine rağmen, onu işleyecek teknoloji ve işgücü ile
birlikte teknik eleman sorunu da aşılmalıydı.
Osmanlı İmparatorluğu bütün sorunları aşmakta kararlıydı,
çünkü yaşaması buna bağlıydı. Taşkömürü yataklarının ortaya çıktığı Zonguldak
Taşkömürü Havzası sorunların en büyüğüne çözüm sağlayacaktı. (10 (10) (Zonguldak Taşkömürü Havzası
Tarihi Erol Çatma. Birinci Kitap (1840-1865) Sistem Ofset Yayıncılık Ankara
2006. 92-93 (Özet Olarak)
Havza’da Taşkömürü Üretiminin Başlaması
Havza’da kömürün bulunması, üretim acısından Havza’nın, kömür
madeni üretimi ile ilk karşılaşması oldu. Havza’da bu iş için kalifiye eleman
yoktu.
Türk ve Müslüman çevre halkının kömür madenciliği konusunda
deneyimleri olmadığı gibi, bu işe heves duymamaları yüzünden, kısa zamanda
maden mıntıkalarına; “Sırbistan’dan, Hırvatistan’dan ve Osmanlı’nın diğer maden
bölgelerinden yüzlerce işçi getirildi. Bunlar sefil yaşayışları, inanç
ayrılıkları nedeniyle dışlanmışlar, kasabanın uzağında kalan basit kulübe ve barakalarda
barınmışlardı.” (11) (11) (Necdet
Sakaoğlu. Amasra’nın Üçbin Yılı, Zonguldak Valiliği Yayınları No:2, İstanbul,
Aralık 1987 s:139)
Çevre köylerden yan işleri yapacak, küfe ile kömür
taşıyacak çocuk işgücü kullanımını teşvik ettiler. 1840 ile 1854 arası rutin
şekilde bu çalışma devam etti.
1854 yılında Kırım Savaşı’nın kömür ihtiyacını artırması, kömür
havzasının önemini de artırdı. Kömür kazılıp, yüzeye yakın olan damarlar
alındıkça, kömür üretimi yeraltına doğru ilerlemeye başladı.
1865 yılına doğru maden ocağı sayısı arttığı gibi işçi
sayısında da belirli bir artış gözlemlenmekteydi. 1865 yılına kadar çevre
köylerden de maden işçiliğine alışanlar, usta olarak yetişenler de oluyordu.
Maden ocağı ve işçi sayısının artmasına rağmen kömür
üretimi, sanayi fabrikalarının, lokomotiflerin, deniz taşımacılığında ve
Osmanlı Deniz Kuvvetleri’nde kullanılan kömürü karşılamıyordu.
Kömür, hayatın her alanında özellikle askeri alanda
stratejik, yaşamsal bir öneme sahip olmuştu. Üretimin artırılmasında nakliyat,
işgücü ve teknolojik sorun da kendini dayatıyordu.
Kömür Nakliyatı Ve Önemi
Avrupa’da kömür üretimi başladığı zaman en önemli sorun
nakliyat olarak belirlenmiş, bu nedenle, “Bir Gal Malikanesi’nin yöneticisi
1747 yılında “Limandan uzak olan kömürlerin hiçbir değeri yoktur.” (12) (12) (Herbwertt Heaton Avrupa İktisat Tarihi 2. Teori Yayınları. Birinci
Baskı: Nisan 1985 Ankara. s:124) Demiş. Çünkü o zaman ki koşullarda
nakliyat masrafı üretim masrafını ikiye, hatta üçe katlıyormuş. Kömürün
nakliyat maliyeti yüksek olduğu zaman, üretim maliyetine paralel olarak satış
fiyatını artırarak kömürün ticari değerini düşürüyordu. Bu nedenle kömür
üreticisi diğer ülke veya şirketlerle rekabet edilemediğinden, madenin
çalıştırılması zarardan başka bir işe yaramıyordu.
Kömür nakliyatı konusunda Osmanlı çok şanslıydı. Karadeniz’in,
Ereğli’den Cide’ye kadar olan sahili kömür doluydu. Sahile en uzak kömürler kuzeyden
güneye doğru bir veya iki kilometre mesafede, en yakını da zaten denizin
altındaydı.
Küfeciler kömürü sırtlarıyla ocaktan dışarıya
çıkartıyorlardı. Başka yerlerde keçi yolu denilse de bizde katır yolları
açıldı. Katırlarla demiryoluna ve ya sahile ulaşan kömür, kayıklarla açıkta
bekleyen gemilere ulaşıyordu.
Abdülaziz, yaptırdığı demiryolu projesiyle; “Eskişehir’den ayrılan iki hatla,
Kütahya ve Konya’ya, diğer hattı da Adapazarı’ndan Karadeniz’e çıkararak, kömürlerin bulunduğu Karadeniz
Ereğlisi'ne ulaşmayı tasarlıyordu.” (13) (13) (Zonguldak Taşkömürü Havzası
Tarihi Erol Çatma. Birinci Kitap (1840-1865) Sistem Ofset Yayıncılık Ankara
2006. s: 89)
Havza’da karayolu ulaşımının sağlanması için,
Kastamonu’dan Bolu’ya, oradan Düzce’ye kadar bir karayolu seferberliği başladı.
Cide ve Ereğli arasında kalan bazı uygun kıyılara kömür ve maden direği yükleme
iskeleleri yapıldı.
İşgücü Sorunu ve Çözümü
Bütün olumlu gelişmelere rağmen madende çalışan işçilerin
sayılarında, Osmanlı İmparatorluğu için gerekli kömürü yeraltında kazıp,
yeryüzüne çıkartacak, önce deniz kıyısına, gemilere, tersaneye ve gerekli diğer
yerlere ulaştırabilecek işgücü için yeterli bir artış olduğu söylenemezdi.
Bu dönemde Ereğli’de bir Maden-i Hümayun İdaresi
kurularak, bir komisyon tarafından 7 Mayıs 1867 tarihinde Dilaver Paşa
Nizamnamesi olarak anılan bir nizamname hazırlandı. Bu nizamname Havza’daki 13
ile 50 yaş arasındaki erkek nüfusun zorla çalıştırılmasını sağladı. (14) (14) (Erol Çatma, Asker İşçiler Ceylan yayıncılık: 30. Birinci Baskı:
Haziran 1998 İstanbul. Sayfa: 81)
Havza tarihinde günümüzde de guruplu işgücüyle etkisini
sürdüren 24 üncü madde; “Ocakta çalışma süresi 12 gündür. Nöbeti gelen gurup
işbaşı yapar. İşbaşından ayrılan grupta köylerine giderek ev işlerine ve ekim
işlerine bakarlar,” Şeklindedir.
Bu tip çalıştırmanın amacı; İşçiyi toprağından koparmadan
madende çalıştırıp, köydeki ailesinin toprak ve hayvancılıkla uğraşmasını
sağlayarak, Osmanlı’yı ayakta tutan Aşar ve Ağnam vergisinin alınmasını
sağlamaktır. Bunun diğer ve çok önemli bir nedeniyse, maden işçilerinin
proleterleşmesini engellemek, topraklarına bağlayarak, zorla boğaz tokluğuna
çalıştırılmaya ve baskılara dayanamayan halkın Havza’dan firarını
engellemektir.
Dilaver Paşa Nizamnamesi’nin işgücü sorununa yeterli çözüm
bulamadığı çok geçmeden belli olmuştu. Havza’da çalışan mükellef işçilerin
geliş gidişlerinde ki ve firarlardan kaynaklanan sorunlar oldukça fazlaydı.
Havza’da belirli miktarda da Avrupa’daki Osmanlıya bağlı
uluslardan veya diğer devletlerden gelen kazmacı ustaları ve kalifiye elemanlar
vardı. Bunlar maden kültürünün gelişmesinde önemli görevler üstlendiler. Ama
yinede yeterli olamıyorlardı. Bu nedenle Havza dışından usta ve amele tedarik
edilip çalıştırılacaktır. Trabzon vilayetiyle, komşu sancaklardan madene
gelecek amelenin İdare-i Aziziye vapurlarında navlun paralarının kendilerinden
talep olunmayarak, havza da çalıştıkları zaman hak ettiği ücretlerinden
kesilerek Maden İdaresi’nden ödenmesini sağladılar. (15) (15) (Ö.A: 1877–1880. Sıra Numara: 1)
Maden-i Hümayun’u Islah Layihası
1840’lı yıllardan 1870’li yıllara kadar Havza’da kara ulaşımı
kısmen çözülmüştü.
Deniz kıyısında müsait olan yerlerde iskeleler ve kömür
yükleme olukları yapılarak denizin sakin olduğu zamanlarda yükleme
yapılabiliyordu. Ayrıca Deniz ve Tahmil İşçileri ve mavnacıları da Havza’da
yeterliliği sağlayabiliyordu. Tabii ki oluklardan ve mavnalardan yapılan
yüklemeler için bahar ve yaz ayları ile fırtınasız havalar en uygun koşullardı.
Çünkü Karadeniz’in fırtınasına ve azgın dalgalarına yakalandın mı zayiat
kaçınılmazdı. Üstelik Ereğli ve Kurucaşile arasında kömür ocaklarına yakın
bölgelerde veya olukların olduğu yerlerde korunabilecek doğal bir koy veya
girintide yeteri kadar yoktu. Deniz Tahmil İşçileri de fırtınalı havalarda mal
ve can kayıplarına uğruyorlardı. Özellikle yelkenli gemiler fırtınalarda
yükleme oluklarını veya mıntıkayı terk ederek sığınaklı yerlere kaçıyorlardı.
Bu kaçış çok fazla zaman kaybına neden oluyordu. Özellikle buharlı harp
gemilerine olağandan çok fazla ve acil kömür yüklenmesi gerektiği anlarda,
havanın fırtınalı olması halinde çok büyük riskler yaşanıyordu.
Bu tip yüklemeler kömürün nakliyat fiyatını fazla miktarda
artırdığından, Havza’nın kömürü ekonomik açıdan cazibesini kaybediyordu.
Özellikle İngiliz Kardif kömürüyle rekabet edilemediği için, kömür satışı
dışarıya açılamıyor, havzanın gelişimi gecikiyordu. Bu nedenle Havza’nın genel
bir planı, daha açık bir deyimle Havza’nın merkezi olarak tasarlanan Zonguldak
kentinin projesi yapılmalıydı.
3 Mart 1877’
Tarihinde Mehmet Paşa tarafından hazırlanan ve Zonguldak Kenti’nin doğuşunu belirleyen Havza’yı ıslah layihasında:
·
“10’ncu Madde: Kömür indirilen ağızlardan en
birincisi, Zonguldak ağzı olup, biraz vakitten sonra ağza liman yapılması
lüzumu olduğu görülmektedir.
·
13’üncü Madde: Kozlu ve Kilimli ağızları
ortasında bulunan Zonguldak ağzına liman inşaatı halinde, Kozlu ve Kilimli
mevkilerinden tünel açılarak bunların kömürünün dahi Zonguldak limanına nakli
imkânı olup, bu tünellerin açılmasında pek çok kömür damarına tesadüfle,
açılmasına harcanacak para çıkarılacak kömürün parasına denk geleceğinden,
hazineden az bir yardım yapılınca, madenci tarafından şirket kurulup
yapılmasına müsaade edilecektir.
·
18’inci Madde: Üzülmez namındaki dağın bir ucu,
Zonguldak mevkiine ve diğeri Çatalağzı mahalline mensup olup, Zonguldak
demiryolu Çatalağzı’na kadar uzatıldığı takdirde, Çatalağzı’na dahi demiryolu
döşenip, söz konusu dağlara da ocak açılmasına kolaylık sağladığı gibi,
açılacak ocakların kumpanya teşkiliyle ortak çalıştırılmaları madenciler
tarafından olumlu görülmektedir. Bunun biran önce yapılması elzemdir”. (16) (16) (Ö.A.1293–1877–1199) Şekliyle,
doğacak olan kentin planı yapılıyordu.
İlk Kentsel Öbekleşmeler
Islah layihasının hazırlanmasından sonra maddi
olanaksızlık nedeniyle çalışmalar hemen başlayamamışsa da kentleşmenin ilk
nüveleri olan öbekleşmeler Zonguldak, Kozlu ve Kilimli’de kendini göstermeye
başlamıştı.
Müslüman olan işçiler maden ocaklarına ve yükleme
oluklarına yakın olan bir mahalli cami yapımı için seçip oralarda öbekleşmeyi
sağladılar. Bu dönemde kentsel öbekleşmenin gelişimini yapılan camilerden
anlayabiliyoruz.
Zonguldak Camileri
1916 Yılı Bolu Müstakil Salnamesi Zonguldak’taki camileri şu
şekilde yansıtmaktadır: “Merkez kazada
üç camii vardır. İkisi çarşı içinde, biri de Terakki Mahallesi’ndedir. Çarşı
içindekilerin birine yaptıranın adıyla İsmail Ağa, diğerine Yeni Cami-i Şerif
denmektedir. Her ikisinin de oldukça mühim gelirleri vardır.” (17) (17) (Müstakil Bolu Sancağı Salname-i Resmisi. Hicri 1334
Miladi 1916. Hicri 1334. Miladi 1916. Hazırlayan Hamdi Birgören 2008. Bolu
Belediyesi Bolu Araştırmalar Merkezi.226) Bu camilerin serüvenleri
şöyledir.
Ulu Cami
Sonradan Ulu Cami olarak anılan İsmail Ağa Caminin ilk
yapılış öyküsünden bir kesit şu şekildedir: “Faik Bey bu konuda kendisini şu
şekilde savunuyordu; “…mezhep ve karakterim ma‘lûm…” olduğu gibi, kilise
inşâsına izin vermediğini buna karşı, “Tâife-i İslâmiye” madencilerinden Boşnak
İsmail Ağa teşvik edilerek, Zonguldak iskelesine bir cami yapılması amacıyla
girişimler yapıldığını ifade etmiştir. (6 Aralık 1865)” (18) (18) (Ereğli Kömür
Madenleri (1840–1920) Doktora Tezi Hamdi Genç İstanbul 2007 T.C. Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim. s.38)
Yeni Cami
Yeni Cami’nin yapılmasının ilk emri şöyledir: “Zonguldak’ta
ahali bağışı ile vücuda getirilecek Cami-i Şerifin uygun görülen arsa üzerine
inşasına karşı çıkılmaması ba irade-i seniye Hilafet Penahı beyanı olur. 16
Ekim 1904” (19) (19) ( 321. E.U.M. Numara 50)
Yeni Camii’nin inşa serüveni şöyledir: “Aynı vali birkaç
ay sonra, nüfusu kaza olduktan sonra çoğalan ve “mevkiinin en dar” olan
Zonguldak’ta cami inşasına uygun görülen tek arsanın Ereğli Maden Hümayun
Nezareti’ne ait olduğunu ve nezaret memurlarının zorluk çıkardığını padişaha
şikâyet edip Bahriye Nezareti’ne bu konuda talimat verilmesini dilemiştir. (20) (20) (Abdülhamit’in Valileri. Osmanlı
Vilayet İdaresi 1895–1908 Abdülhamit Kırmızı. Klasik. 3. Baskı. Nisan
2008. Osmanlı Araştırmaları 2. s:
116–17)
Yeni Camii’nin yapılması için müsaade edilen arsanın tespitini; “Zonguldak kazasında ahali
bağışıyla yapılacak camii şerifin münasip görülen arsa üzerine inşası Bahriye
Nezaret Celilesi’nin emrine göre, camii şerifin Maden İdaresi’nin eski kömür
harmanından şimendifer mağazasında kadar, Doğuda Hacı Ahmet Ağa ile Pavlaki
Efendi arazisi ve batıda demiryolları güzergâhı ve kuzeyde maden idaresinin
ambarı ile sınırlı 1356 metre kare mahallin ayrılması münasiptir. 7 Kasım 1904”
(21) (21) (Ö.A.321. E.U.M. Numara 50) Şeklindeki
emirden anlıyoruz.
Ulu Cami’nin önünden geçen demiryolu hattı Üzülmez’de
‘Asma Altı’ mahallinden başlayıp Üzülmez vadisini baştan sona geçerek Zonguldak
çarşısının doğusundan çarşı içine girip sahildeki Zonguldak Kömür İskelesine
kadar uzanmaktadır. Doğal olarak tek kara ulaşımı olan demiryolunun etrafına
yapılan binalar nedeniyle demiryolu kenti tam ortasında ikiye bölmüş, bu sokak
“Şimendifer Hattı Sokak” olarak anılmaya başlamıştır.
Zamanla gelişen kentin girişinde yeni bir çarşı oluşunca sonradan
yapılan caminin ismi “Yeni Cami” çarşı ise “Yeni Çarşı” olarak anılmaya
başlamıştır.
Zonguldak şehir merkezi başlangıcı için kulübe ve okul
yapılmasıyla ilgili yazılı ilk müsaade; “Komisyon Başkanlığı’na: Zonguldak
mevkiinde olan ahali kulübe ve mektep inşa etmek istiyor. Gereğinin
bildirilmesi babında. 1 Ağustos 1878” Şeklinde gerçekleşmiştir. (22) (22) (Ö.A:1877–80 – Numara 940)
Üzülmez’de ilk Cami
Diğer bir öbekleşme de Zonguldak limanına gelen en uzun
demiryolu hattının başlangıcında kendini gösterdi. Bu öbekleşme kendisini cami
olarak ifade etme seviyesine gelince; “Ereğli Şirketi Osmaniyesi Direktörlüğü’ne:
Zonguldak kasabasında bazı mevkilerde bulunan ocaklarda müstahdem İslam
amelenin ibadet yapabilmeleri için maksada uygun, Üzülmez ocaklarınız civarında
münasip bir mevkide 150 metrekare büyüklüğünde bir Cami-i Şerif inşasına
müsaade edilmesi babında. 15 Haziran 1906” (23) (23) (Ö.A. 321.E.U.M. numara 50) Yazışma tarihinden sonra cami
yapılmaya başlamıştır. .
Kozlu Cami
Kozlu Cami’de, Kozlu İskelesi’ne İhsaniye tarafından gelen
demiryolunun çarşı girişinde inşa edilmiştir. Bu camiinin serüveni şu şekilde
anlatılmaktadır: “Ereğli Madeni Hümayun’ un Kozlu Mevkii’nde yeniden inşa
edilen caminin imamlığını Ereğlili Mustafa Efendi, Ağustos 1871’de
üstlenmiştir. Cami ve imamın masrafları için aylık 300 kuruş tahsis edilmiştir.
27 Ağustos 1871.
Mustafa Efendi’nin 1885’te vefatı üzerine bu görevi Ocak
1895’e kadar Ali Efendi vekâletten gerine getirmiştir. 1895’te Ereğli kazası naipliği tarafından yapılan imtihanda
“…ehliyeti dahi tebeyyün ettiğinden bahisle…” imamlık görevine Ali Efendi’nin
tayin edilmesine karar verildi.” (24)
(24) (Ereğli Kömür Madenleri
(1840–1920) Doktora Tezi Hamdi Genç İstanbul 2007 T.C. Marmara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim. s. 81) Şeklindeki satırlarla, yapılış tarihini ve
görev alan imamlarını öğreniyoruz.
Kilimli Cami
Kilimli Camii de Kilimli sahilinde demiryolu kenarında
inşa edilmiş yine demiryolunun bitiminde Kilimli Maden Ocakları için yükleme
iskelesi bulunmaktadır. Camii’nin inşa serüveni şöyledir:
“Bahriye Nezareti’ne; Kilimli’de bulunan ahali, madenci ve
askeri şahane beraberce bir adet Camii Şerif inşa ettirmiş ve bu vesile ile
Kozlu Merkez Camii’nde olduğu gibi mevki fırınına 250 kuruş kira tahsis
olunarak bunun 100 kuruşu yağ ve mum pahalarıyla camiinin tamiratına 150 kuruşu
da dahi imamet hatip ve müezzin ve camii bakıcısına tahsisi ile bila muhatap
mahallince tayin ve tayin olunan Hafız Hüseyin Efendi’nin şahsına verilmesi
için bir kıta Tezkere-i Ali tanzim edildi.
25 Mayıs 1877” (25) (25) (Ö.A: 1877-80-1224)
Liman Öncesi Zonguldak
Liman inşa edilmeden bazen Ereğli’ye, bazen Çarşamba
nahiyesine bağlı olan Zonguldak mahallesinin görünümü, 1894 ve daha önceki
tarihlerdeki kayıtları içeren tapu defterine
göre; Zonguldak Şimendifer Hattı Sokağı’nın ve iskelesinin etrafındaki yerleşim
şu şekilde belirlenmektedir.
·
Elvan karyesinde Zonguldak mahallesinde sağ
tarafında sahipsiz arazi, sol tarafı kömür harmanı, arka tarafı sahipsiz arazi,
cephe ciheti kömür harmanı ile sınırlı sarfı mülk barut mağazası…
·
Zonguldak mahallesinde, doğusu barut mağazası,
batısı demiryolu, kuzeyi devlet ahırı, güneyi şimendifer mağazası ile sınırlı
yeni kömür harmanı…
·
Zonguldak mahallesinde sağ tarafında köprü yolu,
sol tarafı dere, arka tarafı makine mağazası, cephesi demir yol ile sınırlı
yeni takım mağazası…
·
Zonguldak mahallesinde sağ tarafında sahipsiz
arazi sol tarafında demir yol, arkası sahipsiz arazi, cephe tarafı demir yol
ile sınırlı, yeni şimendifer mağazası…
·
Çarşamba nahiyesinde Elvan karyesinde Zonguldak
mahallesinde sağ tarafında köprü yolu, sol tarafında hamam aralığı, arkası
hamam yolu cephe tarafı sahipsiz arazi ile sarfı mülk eski döküm hane,
çamaşırhane…
·
Zonguldak mahallesinde sağ tarafında sahipsiz
arazi, köprü yolu, sol tarafı takım mağazası, arkası dere, cephe tarafı demir
yol ile sınırlı yeni sarf-ı mülk kok fırını, makine mağazası…
·
Elvan karyesinde Zonguldak mahallesinde sağ
tarafı kömür harmanı, sol tarafı ve arkası
Civari’nin tarlası, cephe tarafı demir yol ile sınırlı ambar ve ahır…
·
Zonguldak mahallesinde sağ, sol ve arkası
sahipsiz arazi, cephe tarafı çamaşırhane aralığı ile sınırlı sarfı mülk hamam…
·
Zonguldak mahallesinde sağ tarafında İdare-i
Askeriye Dairesi, sol tarafında yol, arka tarafı yol, cephe tarafı demir yol
ile sınırlı kullanılmamış yeni bina ekmek fırını…
·
Zonguldak mahallesinde, sağ tarafında demiryolu,
sol tarafında yol, arka tarafında miri fırını, cephe ciheti yol ile sınırlı
idare-i askeriye dairesi ve bahçe…
·
Zonguldak mahallesinde sağ tarafı kok harmanı,
sol tarafı demir yolu, arka tarafı demir yol, cephe ciheti kok fırını harmanı
ile kok fırını…
·
Zonguldak mahallesinde sağ tarafında köprü yolu,
sol tarafında Acılık şimendifer hattı, arka tarafında kışla meydanı, cephe tarafı
kışla meydancığı ile sınırlı kullanılmamış, yeni asker kışlası ve hastane ve demirhane
ve mutfak… (26) (26) (Ö.A: Ereğli Mebani ve Emriyenin Senedat-ı
Hakaniyelerinin Kayıt Defteri)
Kent içinde maden üretimiyle ilgili bütün tesisler ve
diğer kent binaları kentin tam ortasından geçen demiryolunun iki tarafına
konuşlanarak, bir maden kenti oluşumunun göstergesi olmuştur. Bu konum limanın
inşasından sonra, limanlı bir maden kenti veya limanı da olan bir sanayi[3]
kentine dönüşecektir.
Zonguldak kent merkezi konusunda en karmaşık konu kömür
üretiminden önce merkezde veya merkeze yakın yerlerde köy veya insan
kümeleşmesinin olup olmadığıdır. Bazı yayınlarda çevre köylerin Der Saadete
odun, gemi imalatı için kereste gönderdiklerinden bu işle ilgili iskeleden ve
hızarlardan bahsedilmektedir.
Üzülmez ve Çaydamar deresinin denizle buluştuğu yerler
barınak için müsait olduğu gibi, dere boylarındaki geniş arazilerde, tarım ve
ya bostancılığın yapılmadığı söylenemez.
Zonguldak, 1850 yılında Çarşamba Nahiyesine bağlı olup
yakın köylerin, denizle bağlantısı Zonguldak iskelesidir.(27) (27) (Zonguldak
Taşkömürü Havzası Tarihi Erol Çatma. Birinci Kitap (1840–1865) Sistem Ofset
Yayıncılık Ankara 2006.s: 96–97)
Zonguldak Limanı'nın İnşası ve Kentleşmenin Hızlanması
Bizim kentimizin öncesi yoktur. Her ne kadar çevresinde
ufak köy yerleşimleri varsa da bizim kentimiz bunlardan bağımsız olarak çok
kısa zamanda limanın yapılmasıyla, kömür havzasının nakliyat ve idare merkezi
konumuna geldiği için gelişmiştir.
Zonguldak'a liman yapılması ve işletilmesi için Yanko
Bey’e 42 sene süreyle verilen sözleşmeyle liman inşasına fiilen başlanır.
Limanın temel atma töreni 7 Mart 1894 tarihinde yapılır.(28) (28) (Tülay Duran, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Tarihi Deniz
Arşivi, Defter Numara: 765, Sayfa Numara: 43)
Liman yapımı devam ettirildiği sırada çıkan fırtına sonucu
limanın hasara uğraması üzerine dokuz ay ek süre verilmiş ve bu süre içerisinde
limanın yarısı tamamlanmıştır. Bahriye Nezareti tarafından gönderilen bir heyet
tarafından 2 Aralık 1896 tarihinde limanın geçici kabul muamelesi yapılmıştır.
Bir yıl sonra şirket tarafından limanın tamamlandığı belirtilerek kesin kabul
işleminin yapılması istenmiş, ancak mukaveleye uygun olarak tamamlanmadığı
gerekçesiyle istek kabul edilmedi. Tülay Duran’ın açılış törenine dair verdiği
tarih, 6 Aralık 1896’dır. 27 Eylül 1897 tarihinde de Zonguldak liman feneri
yapılır.” (29) (29) (Tülay Duran, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Tarihi Deniz
Arşivi. Defter Numara: 993, Sayfa Numara: 26 )
Tülay Turan; 1 Mart 1899 tarihinde,“Ereğli Limanı’nın
benzeri görülmemiş bir fırtına sebebiyle hasara uğraması.” şeklinde belirleme
yapıyor. (30 (30) (Tülay Duran, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Tarihi Deniz Arşivi, Defter
Numara:1148. Sayfa No: 32) Bu
gelişme şirketi malî açıdan oldukça sarsmış ama limanın inşasına devam edilip, 1902
senesinde liman kesin olarak tamamlanmıştır.
Limanın büyüklüğü şöyle anlatılıyor; “Kasabanın sahilinde
tabii bir koy mevcut olmadığı için nihayet 7- 8 vapur ancak alabilecek
hacimdeki limanın rıhtım duvarı, fenerin altındaki kayalar tutturularak inşaata
başlanmış ve bu suretle pek küçük bir liman vücuda getirilmiştir. Limanın
inşasında bütün ihtiyaç düşünülmeyerek, yalnız kömür nakliyatını
kolaylaştıracak derecede küçük limanla yetinilmiştir.” (31)
İlk göze çarpan değişim Üzülmez’de ‘Asma Altı’ndan
başlayıp kent merkezini boydan boya geçen şimendifer hattının iki tarafıyla,
limana bakan Mithat Paşa Mahallesi’nin sırtlarında başladı.
1894 Tarihli Kastamonu Salnamesi’nde liman inşasının
başlamasından iki yıl sonra kent görünümü şu şekilde anlatılmaktadır:
“Sahili Bahri Siyah[4]’ta
Zonguldak namı ile bir mevki vardır ki, bunun içinde bir çarşı ve Maden-i
Hümayun İdaresi mevcut olup, geçen seneden beri tarafı hükümetten, emri
muhafazası Çarşamba Müdüriyeti ile mahalde ikame edilen dört nefer zaptiye ile
1 polis memuruna ihale olunmuştur ki; burası eskiden beri yalnız kömür
madenleri imalat ve ihracatına mahsus bir iskele olduğu halde, 2 sene evvel
inşasına başlanarak bu kere inşaatı bitmiş olan liman rıhtım ameliyatı,
münasebetiyle ehemmiyeti artmış ve limanın genel nakliyattan, ayrıca kömür
ihracat ve nakliyatından dolayı umumu kazaya ve hem civar bulunan Çarşamba,
Yılanlıca ve Hisarönü ahalisine fevkalade fayda sağlayacağı açıktır. Kazanın
civarında Alacaağzı, Kireçlik, Kozlu, Zonguldak, Kilimli, Çatalağzı mevkilerinde
gayet zengin uçsuz bucaksız kömür madenleri olup, ihracatı memleket şahanenin
ihtiyacına yetecek derecededir. Bunlardan başka, Kozlu mevkiinde yeni inşa
olunan fabrika vasıtasıyla dahi kömürden tuğla, zift, nafta imal edilmekte olup,
günden güne büyüdüğü görülmektedir.” (32)
(32) (Kastamonu Vilayeti Salnamesi 1894)
Yukarıdaki anlatıdan iki yıl sonra da Zonguldak mevkii
için şu değerlendirme yapılır:
“Yukarıda sayılan kömür ocakları mevkilerinden en
ehemmiyetlisi Zonguldak mevki olup fırtınalı havalarda yelken gemileriyle
vapurların oralardan kömür almaları, barınmaları mümkün olmadığından geçen sene
320 metre uzunluğunda bir limanın inşasına başlanmış ve bu sene bitirilmiş, bu
limanın maden ihracatınca bir kat daha artış sağlayacağından bayındırlık
inşaatlarının en önemlilerinden kabul edilmiştir.” (33) (33) (1896 Kastamonu
Salnamesi)
Zonguldak’taki nüfus öbekleşmesinin kentleşmeye dönüşmesi
1898 yılında şu satırlarla ifade edilmektedir:
“Maden Nezaretine; Ereğli Osmanlı Şirketi tarafından inşa
olunan binalar şirketin liman, ocaklar, şimendifer memuru ve amelenin
ihtiyacına yeterli olarak yapılmış,
gerek liman üzerinde ve gerek ocaklar
civarında bulunan baraka usulündeki hanelerin ekseriyetinde ikişer ve üçer aile
iskan ettirilmiştir.
Binaların tümünün nizamnameye göre inşa oldukları Nezarete
bildirildiği gibi, Zonguldak mevkii birkaç haneden ibaret küçük bir köyceğiz
olduğundan aileleriyle beraber olan şirket memuriyeti, ustabaşları ve
amelelerin iskanına mahsus yeteri kadar hane bulunmadığından bazı mahallerde
bina inşaatına mecbur kalınmış, bu binalar dahilinde başka bir bina bulunmadığı
tahkik olunmuştur. 8 Ağustos 1898” (34)
(34) (Ö.A. Numara 10. )
Zonguldak’ta Karantina ve Liman Dairesinin Kurulması
Limanın inşasından sonra en önemli sorun limanı işletecek
bir sistemin ve idari yapılanmanın olması, diğeri ise karantina ve gümrük
binasının yapılmasıdır.
22 Eylül 1898 tarihinde bu sorunun çözümü şu şekilde
anlatılmaktadır:
“Kozlu ve Zonguldak iskelelerinin öneminin artmasıyla
birer liman ve karantina idareleri yapılması için gelen emir üzerine,
Zonguldak’ta bir karantina idaresi tesis olunmuşsa da, liman dairesi henüz
teşkil edilemediğinden liman gelirinin düşmesiyle Çatalağzı’ndan, Kandilli
burnuna kadar dahil olmak üzere “Zonguldak ve Kozlu Liman Reisliği” unvanı ile
liman dairesi ve reisliğinin kurulması babında. 22 Eylül 1898” (35) (35) (Ö.A: 314 Defteri. No: 148)
Zonguldak hızlı gelişimi ile 19.8.1899 tarihinde ilçe
merkezi oldu. (36) (36) (Karaelmas
Ülkesi Zonguldak Yazanlar. Melahat Türk, Rasim Türk. Yelken Matbaası.
İstanbul–1982 s:14)
Bir kentte olması gereken bazı kamu binalarının yapılış
tarihi yazışmalara göre şu şekildedir:
Eski Kışlanın yıkılarak Yeni Kışlanın İnşası
Sonradan Yüksek Maden ve Mühendis Mektebi olacak olan binanın
inşası kronolojik[5] sıraya göre şu şekilde gerçekleşmiştir.
Maden Hümayun’un Zonguldak mevkiine ait eski kışlanın
harap bulunması nedeniyle yeni kışlanın inşaatı ve eski kışladan çıkacak
tahtaların askeriyede odun olarak kullanılması ve taş kısımlarının dahi yeni
kışlada kullanılmak üzere mahallinde muhafaza altına alınması babında. 26
Haziran 1905 (37) (37) (Ö.A. Kontratlar Defteri. Numara 55)
Zonguldak Hamamı
Komisyon Riyasetinin iş bu tahriratında Zonguldak ta ki
miri hamamının yeniden inşası için emir verilmesi üzere harita, mazbata ve
hesap pusulası gönderildiği bildirilmekle muhasebeye tebliğ kılındı. 4 Eylül
1905 (38) (38) (Ö.A. 321.E.U.M. s:37. Numara:83)
İlk Karakol Binası, Polis ve Jandarmanın Artırılması
Kazanın sahilinde ve gereken mevkilerinde karakol meydana
getirilerek buralarda birer nefer polis, iki nefer jandarma ve bunlara
kılavuzluk yapacak reji konulması ser kethüdalığa buyrulan emir üzerine Kozlu
mevkiinde karakola ihtiyaç bulunduğundan bu mevkide olan binadan münasip bir
dairenin Zonguldak kaymakamlığına bildirilmesiyle binanın madene ayrılması
babında 25 Mart 1906. (39) (39) (Ö.A:
321.E.U.M. s:37)
Hükümet Binasının Yenilenmesi
17 Ağustos 1906 tarihinde Ereğli Şirketi Osmaniyesi’nin
askeri kışla olarak yapıp teslim etmiş olduğu binanın büyük olması nedeniyle
hükümet konağı olarak kullanılması daha uygun görülerek hükümet dairesi olarak
kullanılmasına karar verilir. (40) (40) (Ö.A.
321.E.U.M Numara: 216)
Maden Mühendisi Hüsrev
Güleman 1911 yılında gördüğü Zonguldak’ı şu şekilde anlatmaktadır:
“1327 senesi yani milâdî 1911 de İstanbul'dan bindiğim
vapur, güzel bir yaz sabahı Zonguldak önüne vardı. Zonguldak dar, geniş bir
takım vadilerle yekdiğerinden ayrılmış görünen yemyeşil dağ yamaçlarına
serpilmiş küçük küçük meskenleriyle uzaktan cidden göz aldatıcı ve resim
gibiydi. Yalnız Balkaya’yla Soğuksu vadisi arasındaki yerler şimdiki gibi mamur
olmayıp, bomboş kalmış taşlık ve çalılıklardan ibaretti. Sahilde direk harmanı
olarak kullanılan pis bir kumluk arkasında Ereğli Şirketi’nin eski kok
fırınlarıyla çalışan lavvarları görünüyordu.
Limanda nihayetlenen Üzülmez demiryolu güzergâhı,
kasabanın yegâne ana caddesini teşkil eder gibi görünüyordu.
Deniz tarafında Ereğli Şirketi’nin idare merkezinden başka
enteresan hiç bir bina yoktu. Caddenin kara tarafındaysa limandan itibaren
sakin manzaralı beş, on kulübe ve salaş[6] ile
aralarında bazen döküntü gibi görülen ufak, tefek bir takım ahşap veya kagir
yapılar göze batıyordu. (41) (41) (A.
Hüsrev Güleman. Madencilik Hayatımdan Birkaç Hatıra. MTA Enstitüsü Mecmuası
1938 sayı:14)
Bolu livasına bağlı bir kaza olan
Zonguldak 1920 senesi sonlarında Bolu’dan ayrılarak Ereğli, Devrek ve Bartın
kazalarını ihtiva eden müstakil bir liva haline getirilmiştir. Zonguldak 7,
Ereğli, 11, Bartın 2 nahiyeye ait 227 kariye, Devrek iki nahiye dâhilinde 128
kariye ihtiva eder. (42) (42) (Zonguldak Sancağı Abdullah Cemal. Ankara Büyük
Millet Meclisi. Türkiye’nin Sıhhi İçtimai Coğrafyası 1922–1338 Ankara: Ogün
Matbaası )
13.5.1920 tarihinde Mutasarrıflık kaldırılınca 14.5.1924
tarihinde il merkezi ve çevresiyle birlikte Zonguldak il oldu. (43) (43) (Karaelmas Ülkesi Zonguldak
Yazanlar. Melahat Türk, Rasim Türk. Yelken Matbaası. İstanbul–1982. s:14)
Amale Hastanesinin İnşası
Havza’da sadece Fransızların 15 yataklı küçük bir hastanesinden
başka bir sağlık kuruluşu yoktu. Türkiye Büyük Millet Meclisi maden işçisinin
perişan durumunu göz önünde bulundurarak, Nisan 1922’ de Zonguldak’a bir
Amale Hastanesi yapma kararı alır ve Amale Hastanesi 55 yataklı olarak
tasarlanır ve projesi “Mimar Muallim Kemalettin Bey” tarafından çizilir. (44) (44) (Zonguldak Sancağı Abdullah
Cemal Ankara Büyük Millet Meclisi. Türkiye’nin Sıhhi İçtimai Coğrafyası 1922.
Ankara: Ogün Matbaası )
İnşaat süratle yapılmaya başlanır. Hastaneyi ve şehri
birbirine bağlayacak yol için 16 Ağustos 1922 tarihinde bütün şirket ve ocaklar
ikişer tane işçi istihdam ederler, Eylül ayının sonlarına doğru hastane yolu
bitirilir.(45) (45) (Ö.A: Ankara Büyük
Millet Meclisi’yle Yazışma Defteri.)
Nahit Sırrı Örik, 1928
yılında “Resimli Hikaye” de yayınladığı “ İki Rakibe “ isimli öyküsünde hastaneyi;
“Bu Hükümet Hastanesi, İstanbul’dan gelen vapurlar limana girince sağa düşen
yemyeşil bir tepe üzerinde beyaz bir binadır; uzaktan insana, Büyükada ve
Heybeli’deki tepelerde yapılmış Rum
mekteplerini hatırlatır” (46) (46) (Eve
Düşen Yıldırım. Hikayeler 3. Nahid Sırrı Örik. M.Kayahan Özgül – Vahide Bilgi.
Oğlak. Birinci Baskı. Nisan 1998 s:155) Cümleleriyle tanıtır.
Zonguldak Yüksek Maden
Mühendis Mektebi’nin İnşası
1924 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nde artan mühendis ve
teknik eleman ihtiyacı için eski kışlanın tamiriyle “Zonguldak Yüksek Maden Mühendis Mektebi”nin inşasına karar
verilir. Mektep madencilerinde katkılarıyla kısa zamanda hazırlanarak Zonguldak’ta 20 Ekim 1924
tarihinde İktisat Vekâletine bağlı olarak Zonguldak Yüksek Maden Mühendis Mektebi açılır.
Güzel bir mimari
eser olarak 1924 yılından yapılan eski Zonguldak Hükümet Binası, Halkevi
Binası, Amele Birliği Hastanesi, Mehmet Çelikel Lisesi bu dönemde yapılan
Cumhuriyet devri imajını yansıtan binalardır.
Sonraki yıllarda
Zonguldak maden kentinin eksiklerinin tamamlanması için birçok yatırımlar,
sosyal ve sanayi tesisleri, eğitim kurumları yapılmıştır.
Zonguldak
demiryoluyla Ankara’ya bağlanmış, Havzadaki yabancı ve yerli sermayeye bağlı
bütün ocaklar devletleştirilerek Ereğli Kömürleri İşletmesi adıyla büyük bir
işletmeye dönüşmüştür. Bu işletme Havzanın her tarafında işçiye ve onların
ailelerine yönelik bir çok sosyal politikanın yerleşmesine neden olmuştur.
1939 Yılında
başlayan 2. Dünya savaşı süresince ‘Milli Koruma Kanunu’ ismindeki zorla
çalıştırma yasasıyla, işçi sayısı artmış buna ve diğer etmenlere bağlı olarak
1950 deki Sosyal sigortalar uygulamasının etkisiyle kentin nüfus yapısı oldukça
hızlı şekilde büyümüş sosyal yapısında büyük değişiklikler olmuştur.
Göçün Artması ve Gecekondulaşma
Zonguldak madenlerinde çalışan işçiler 1923 -1939 yılları
arasında maden ocaklarına gönüllülük temelinde çalışmaya geliyor, bir süre
çalıştıktan sonrada köyüne dönebiliyordu.
Özellikle ziraat
aylarında ve hasat zamanı çevre köylerden gelen işçiler olağandan fazla
azalıyordu. Madenlerde çalışan işçi sayısı Türkiye Cumhuriyeti’nin gittikçe
artan kömür ihtiyacını zar-zor karşılar bir durumdaydı.
İktisat Vekaleti’[7]nin yaptığı
hesaplar Türkiye Cumhuriyeti için 2,5 Milyon ton kömür üretimini zorunlu
kılıyordu.
Bu dönemde özel sözleşmelerle madenlerde mahkumları[8] da
çalıştırdılarsa da istenilen kömür üretimine yinede ulaşamadılar.” (Daha Fazla
bilgi
1.9.1939 Tarihinde İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla, kömür
ihtiyacı artırdığı gibi, oldukça fazla bir kömür stoku da gerekiyordu.
Devlet önce madende çalışanları askerlikten muaf tutarak
işgücünü gönüllülük temelinde artırmaya çalıştı. İstediği sonucu alamayınca 26
Şubat 1940 günlü ve 2/12899 sayılı
kararnameyle ücretli iş mükellefiyeti tesis olundu, “Çalışma Mükellefiyeti”
adıyla “zorla çalıştırma” yöntemini uyguladı. Bu mükellefiyet uygulaması,
Dilaver Paşa Mükellefiyeti gibi gaddar ve acımasızdı. (47) (47) (Erol Çatma Asker
İşçiler. Araştırma İnceleme: 4. Ceylan Yayıncılık. Haziran 1998. İstanbul s:
124)
Ardından 3857 no. lu kararın birinci maddesine dayanarak
1. 12. 1940 tarihinde Ereğli Havzası’ndaki bütün ocaklara el koydu ve
devletleştirdi.
Milli Koruma Kanunu etkisini hemen gösterdi. Havza’da 2. 3.
1940 tarihinde 15.687 olan işçi sayısı, 27. 3. 1940 tarihinde 19. 359’a
yükseldi. Ama yinede sorun çözülmedi ağır çalışma koşulları işçiler üzerinde
ağır baskılara neden olunca iş yerlerinden firarlar başladı.
Havza’da sayıları her gün artan firarlarda yakalananlara
verilen cezalar caydırıcılık vasfını yitirdiği gibi firarların artmasına da
neden oluyordu. Verilen cezalar yeterli gelmeyince, Trakya hududuna ücretsiz olarak çalışmaya gönderilmek
üzere “Tahkimat Alayları” kuruldu. Yani sürgün cezaları da uygulandı. İşçi kırk
satırla - kırk katır arasında tercihe zorlandı.
Yukarıdaki bölümde Kadri Yersel’in söylediği: “Devlet,
işçi üzerine bir zor düzeni getirmişti. Ama ücret tarafını işverenin insafına
bırakmıştı. Zor uygulamasının bütün çirkinlikleri baş gösterdi.” Sözleri
havzadaki uygulamaların vahametini açıklamaya yetiyordu.
1942 yılında Havzadaki işçi sayısı 21. 166’ya, 1943
yılında 25. 915’e, 1944 yılında 27. 598’e 1945’de 28. 921’e, 1946’da 27. 297’ye,
1947’de 25. 954’e yükseldi.
1946 dan sonra sönümlemeye başlayan uygulamalardan sonra, 1950
yılında Sosyal Sigortalar Kurumunun kurulmasıyla ve diğer bazı özendirici
tedbirlerle, 1953 yılında işçi sayısı 27. 810’a, 1954’de 30. 519’a, 955’de 31. 152’ ye çıktı. 1956 ve 1957
yıllarında Havza’nın her bölgesinde yapılan işçi siteleri 1958 de işçi sayısını
36,088’e, 1960 yılında 37.977’ ye çıkardı. (48)
(48) (Zonguldak Dünü, Bugünü ve Yarını Bölge Ekonomisi Araştırmasının Sonuçları
BİAR AŞ. 22. Haziran 1986. Ankara)
Bütün bu dönemin başından sonuna kadar da Zonguldak kent
nüfusu 1940 yılında 27. 972’yken, 1950 ‘de 35. 631’e, 1955’de 48. 000’e
ulaşmış, 1960’da 54. 010, 1965’de ise 60. 865’e yükselmiştir. (49) (49) (Zonguldak 1967 İl Yıllığı)
Doğal olarak bu
kadar hızlı miktarda artan nüfusa yeterli miktarda konut sağlanabilmesi içinde
planlı bir kentleşme gerekmektedir.
Planlı bir kentleşmenin istenilse dahi yapılabilmesi
imkansız gibiydi. Çükü; Zonguldak kentinin zorunlu olarak oluştuğu alan, şehir
ve çarşısı altı tepe sırası üzerine oturmuştur. Çarşı, Zonguldak deresinin
ağzındaki düzlükte kurulmuştur. Yerey şekli arızalı ve kısmen de dağlıktır.
Mahalleleri tepelerin yamaçlarına serpilmiştir. Şehir çarşı içinde başlar
ve basamaklar halinde tepelere doğru yükselir:
Ana caddeleri hariç, ara sokakların çoğunu merdivenler oluşturur. Kısmen dağlık
olan bu şehir 10 ile 510 metre arasında değişen bir engebeliğe yayılmıştır.” (50) (50) (Karaelmas Ülkesi Zonguldak.
Melahat Türk - Rasim Türk. s: 13. Yelken Matbaası İstanbul. 1982)
Planlı kentleşmenin yapılabilmesi için engel sadece bozuk
ve dar olan yerey alan değildir, iki ana sorun daha vardır. Bunlardan birincisi,
kent alanın tamamının kömür damarlarının üzerinde olması, ikincisiyse Osmanlı
dönemi düzenlemelerinden kalma mülkiyet sorunudur. Kömür damarları ve mülkiyet sorunları iç içe
geçmiştir.
“Zonguldak’ın büyük bir bölümü, 1910 tarihli 289 sayılı
Tezkere-i Samiye’yle hazine mülkiyetine geçirilmiştir. 1940’ yılında bütün ocaklar 3867 sayılı kanun
hükümlerine göre Ereğli Kömürleri İşletmesi adına satın alınmış ya da istimlak
edilmiştir.
Kentsel yerleşim alanlarının kanunlarla kısıtlanmış
olması, hazine ve belediye arazileri üzerinde gecekondu yapımını kaçınılmaz
kılmıştır.
Zonguldak’taki toplam meskenlerin % 50 sini, Kilimli de %
45 ini, Çatalağzı’nda % 70’ini Kozluda % 40’ını gecekondular meydana
getirmiştir.
1960’lı yılların başında EKİ’nin yaptığı sosyal konutlar
kısmen de olsa gecekondulaşma oranını
azaltmıştır.
“E.K.İ’nin hizmet
evleri sayısı ve bu evleri kullananların durumu şöyledir:
Bölgeler
|
Bina Sa.
|
Daire Sa.
|
Memur
|
İşçi
|
Toplam
|
Merkez
|
198
|
521
|
318
|
203
|
521
|
Üzülmez
|
314
|
694
|
162
|
532
|
694
|
Karadon
|
241
|
476
|
|
|
476
|
Gelik
|
77
|
200
|
|
|
200
|
Kilimli
|
103
|
213
|
|
|
213
|
Kozlu
|
236
|
522
|
133
|
389
|
522
|
Armutçuk
|
212
|
445
|
124
|
321
|
445
|
Toplam
|
1.371
|
3.071
|
914
|
2.155
|
3.071
|
Konut sitelerinin 2’si şehrin içinde olup, öteki 7 site
1-2 km. uzaklıkta 3 ayrı yönde yayılmıştır.” (51) (51) (Zonguldak 1967 İl Yıllığı. Ajans-Türk Matbaacılık Sanayi.
Ankara. s:251)
Yapılan E.K.İ lojmanları bir kat olarak, tasmana dayanıklı
yapıldı. Çünkü altındaki kömürün alınmasına kolaylık sağladılar. Site’ye
yapılan kooperatif evleri de tek katlı yapıldı. Sağlıksız konut yapımı 1960’lı
yıllarda yapı kooperatiflerinin oluşmasıyla başladı. Çok sayıda yapı kooperatifleri
SSK destekli faaliyet gösterdi. Bir döneme geldi, her nasılsa kömür damarları üzerinde dahi kooperatif binaları
yükselmeye başladı. Tabii ki o dönemde EKİ Ağaları ve Sendika Ağaları’nın
yanına bir de Kooperatif Ağaları türedi.
1967 İl yıllığına göre gecekonduda oturan nüfus oranı
şöyledir:
Şehirler
|
Konut
Sayısı
|
Geceko.
Sayısı
|
Oran
|
Nüfus
|
Geceko.
Nüfusu
|
Oran
|
Zonguldak
|
12.000
|
6.000
|
%50
|
60.000
|
28.000
|
% 47
|
Kozlu
|
3.000
|
1.000
|
%33
|
18.000
|
4.000
|
% 22
|
Kilimli
|
1.800
|
500
|
%28
|
21.000
|
2.000
|
% 10
|
Çatalağzı
|
2.000
|
200
|
%10
|
8.000
|
1.000
|
% 10
|
Karabük
|
9.500
|
4.500
|
%47
|
47.000
|
15.000
|
%30
|
Ereğli
|
4.000
|
64
|
% 2
|
18.000
|
248
|
% 0.1
|
Toplam
|
32.300
|
12.264
|
|
172.000
|
52.248
|
|
Merkezde gecekondu olmayan mahalleler çok azdır. Bunlar,
Yayla ve Meşrutiyet mahalleleridir. Geri kalan sekiz mahallede gecekondu sayısı
yüksektir. Buralardaki nüfusun
çoğunluğunu E.K.İ. işçileri teşkil etmektedir. Özellikle Dilaver Mahallesi ile
Üzülmez Deresi’nin iki yanı gecekondu bölgesidir. Zonguldak’ta gecekonduların
çoğu, hazine arazileri üzerine yapılmıştır. (52) (52) (Zonguldak 1967 İl Yıllığı. Ajans -Türk Matbaacılık Sanayi.
Ankara. s:253)
EKİ’nin 1967’de olan
33.545 olan işçi sayısı 1977 yılında 42.784 de yükselmiş, buna bağlı
olarak Zonguldak’ın aldığı göçle gecekondulaşma hızla büyümüştür. Bu büyümenin
asıl nedeni EKİ işletmesinin daha önce yapmış olduğu sosyal konutlara ilave
sosyal konut yapmaması olduğu gibi iktidardaki partiler oy kaygılarıyla
birlikte gecekonduyu meşrulaştırmışlardır.
1980 yılına gelindiğinde Zonguldak merkezinin nüfusu 109.044
kişiye ulaşmıştır. Hemen sınır olan Kilimli 34.353’e Kozlu 32.121’e ulaşmıştır.
E.K.İ üretim alanı içinde kalan ve Milli Emlak’a bağlı
olan arazilerin metalaşmaya başlamasıyla, 12 Eylül 1980 sonrası tapu sorununu
çözmek bahanesiyle, ismi TTK’ ya dönüşen E.K.İ’nin maden işleme sahalarının
daraltılması gündeme geldi.
Bu konuyla ilgili 2981 sayılı ve 3303 sayılı kanunlar
yürürlüğe girdi, bu kanun:
“Milyonlarca vatandaşın biran önce tapusuna kavuşmasının
temini için, idaremize düşen görevlerin eksiksiz olarak, zamanında yerine
getirilmesi…” Şeklindeydi.
Bu kanunun
yürürlüğe girmesiyle, gecekondu mahallelerindeki konutlar sadece tapu tahsis
belgeleriyle kaldılar. Zonguldak’taki elit tabakanın bir çok arazisi
tescillendi veya imara açıldı. Hunharca, plansız programsız bir arazi talanı ve
kıyımı başladı.
Ve artık kent yoruldu. Yer küre isyan etmeye başladı. Zaman
zaman tasmanla,[9] karstik[10]
boşlukların çökmesiyle, bazen de heyelanlarla kendini hatırlatan yer kürenin yorgunluk
emareleri görünmezden ve duyulmazdan geldi. Kentin üstü yüklendikçe yüklendi. Geçmişte
her hangi bir tehlikeye maruz kalınmasın diye birer ikişer katlı yapılan
konutlar yıkılarak yerlerine 8-10 katlı apartmanlar yapıldı, kent bir beton
yığını haline getirildi. Halan daha yeraltından gelen isyanlar, ikazlar ve
felaket emarelerine karşı kayıtsız kalınmaktadır.
Zonguldak
Kentinde Sosyal Yapı
Şehir dediğin insandan gayrı ne ola ki?
Eğitim ve Nüfus
1905 Kastamonu
salnamesinde Zonguldak’taki eğitim durumu şu şekilde anlatılmaktadır:
İptida-i[11]Okulu
|
Adet
|
Talebe
|
Muallim
|
İslam İptida-i
|
1
|
30
|
1
|
Rum İptida-i
|
1
|
20
|
1
|
Kız İptida-i
|
1
|
30
|
Muallime 2
|
Fransız Erkek İptida-i
|
1
|
25
|
2
|
Fransız Kız İptida-i
|
1
|
20
|
1
|
Zonguldak merkez kasabasında, devlete ait binalar, hayır
binaları, Bahriyeye ait daireler, Maden-i Hümayun Dairesi, hükümet binası, telgraf
ve postane, bir cami- i şerif, iki kilise ve bir hastane mevcuttur.
Sivile ait sair binalarda ise; 25 hane, 3 han, 120 dükkan,
5 otel, 4 fabrikadır.
1916 yılında ise Kastamonu salnamesi Zonguldak Kenti’ni şu
şekilde anlatıyor.
Zonguldak ve Kozlu kasabalarında Rum cemaatine mahsus iptida-i
derecesinde erkek ve kızlara ait mektepler olmakla beraber Fransızca okutulur.
İptida-i derecesinde birde Fransız mektebi vardır.
1924 Yılında Mithat Paşa İlk Okulu içinde bir ortaokul
açılmış, 1935 yılında Gazi İlk Okulu, 1944 yılında Ticaret Ortaokulu açılıp
1947 yılında liseye dönüştürülmüştür. Erkek ve kız olmak üzere iki sanat
enstitüsü açılmıştır. 1957 yılında eski belediye binasına ikinci bir ortaokul
açılmıştır.
1924 yılında maden mühendis mektebi açılmasına rağmen bu
okul kapatılarak yerine Maden Meslek ve Başçavuşları Okulu açılmıştır. Bu okul
1949 yılında liseden üstün seviyede Maden Teknik Okulu haline getirilmiştir.
1957-58 yılında Ereğli Kömürleri İşletmesi’nin yaptırdığı
binada açılan kolej 1959-1960 öğretim yılında maarife devredilmiştir. 1962
yılında Zonguldak Kız Öğretmen Okulu da eğitime başlamıştır. (53) (53) (Karaelmas Diyarımız. Zonguldak Vilayeti. M. Şavran. Teziş Matbaası 1958 Zonguldak)
Zonguldak Kentinde Nüfus
1918 Nüfus sayımına göre Zonguldak Kazasının nüfusu
aşağıdaki tablodaki gibidir.
Kazalar
|
Türk/Müslüman
|
Rum
|
Ermeni
|
Yekün
|
|||
Erkek
|
Kız
|
Erkek
|
Kız
|
Erkek
|
Kız
|
|
|
Zonguldak
|
15330
|
13007
|
680
|
420
|
400
|
356
|
30193
|
Ereğli
|
21036
|
19521
|
530
|
470
|
25
|
102
|
41794
|
Bartın
|
39880
|
34094
|
210
|
126
|
265
|
115
|
74800
|
Devrek
|
26118
|
27052
|
250
|
155
|
300
|
374
|
54249
|
Yek/ Um.
|
1023
64
|
93674
|
1670
|
1171
|
990
|
947
|
201036
|
1918 Senesi Livanın umumi nüfusunun lisanı Türkçedir.
Yalnız merkezde mevcut olan Hıristiyanların yeni mekteplerde yetişenleri Rumca
ve Ermenice öğrenmeye çalışıyorlarsa da
Hıristiyanların geneli Türkçeden başka lisan bilmezler. (54) (54) (Zonguldak Sancağı Abdullah
Cemal) Büyük Millet Meclisi. Türkiye’nin Sıhhi İçtimai Coğrafyası 1922–1338 Ankara: Ogün Matbaası)
Cumhuriyet döneminde genel nüfus sayımlarına göre
Zonguldak İl nüfusu şu şekilde gelişmiştir: 1927’de: 29890. 1935’de: 322108.
1945’de: 383482. 1950’de: 426684. 1955’de: 491147. 1960’da: 569059. 1965’de:
649901. 1970’de: 743654. 1975’de: 829204. 1980’de: 972856 dır. 1980 yılı
sayımında Zonguldak il merkezi nüfusu 109044 dür.
Zonguldak Kentinde Sosyal Yaşam ve Kastlaşma[12]
Zonguldak’ta kent öbekleşmesine neden olan iskele ve
buraya bağlı demiryolu büyük boyutta nakliyat yapılan bir iş yeri konumundadır.
Bu nedenle istihdam ettiği iş gücüde oldukça fazladır. Deniz işçileri, mavnacı,
kayıkçı, demiryolu işçileri, kömür çeken kiracı, yazıcı, kantarcı, yükleme
işçisi, bir çok ustabaşı, sanatkarlar, yönetici asker ve sivil kadro, asker ve
sivil müstahdem sayıları en fazla olanlardı.
Maden ocaklarında daimi çalışanlar; Genellikle
çalıştıkları ocaklara yakın, üstlerini tahta ve tenekelerle kapattıkları
kulübelerini inşa ettiler. Kendi köylüleriyle ve akrabalarıyla dayanışma içinde
olmak için bir arada ikâmet etmeğe çalışmışlar, böylelikle yığınsallaşmışlar
gelenek ve göreneklerini de muhafaza ederek kendilerine özgü, genellikle
geldikleri mıntıkanın isimlerini verdikleri “Teneke Mahalleleri”[13]
oluşturmuşlar, zamanla da kentin ve mahallerin gecekondulaşmayla[14]
büyüyerek birleşmesiyle literatürde “Kıyı
Bölge[15]”
olarak ifade edilen yerleşim alanlarını oluşturmuşlardır.
Madenlerde guruplu çalışan köylü işçiler genellikle iş
verenin verdiği barakalarında kendi yaptıkları mısır ekmeğini veya mısır
unundan yaptıkları “malayı”[16]
yiyorlardı. Elbette ki köyde üretilen birçok yiyeceği de taşıyarak yanlarında
getirdikleri söylenebilir ama belirleyici olan mısır[17]tahılı
ve ondan üretilen yiyeceklerdi.[18]
Ayrıca işçilerin dışında, bu kümeleşmelerde satış yapan
seyyar ve yerleşik esnaflar, kahvehaneler, içki mekanları, fırınlar ve buralarda
çalışan işgücünün, esnafın iskan edildiği hanelerde nüfus öbekleşmesinin olduğu
her yerde görülmeye başladı.
Bu dönemlerde az sayıda da olsa dışarıdan gelen teknik
elemanların, ocak sahiplerinin ve onları çalıştıran müstecirlerin evleri ve ya
konakları da boy göstermeye başladı.
Madenlerde kadınların çalıştırılmaması nedeniyle, sosyal
öbekleşmenin başladığı yerlerde çok az da olsa dışarıdan gelen teknik eleman veya
maden sahiplerinin kadınlarının, kızlarının görüntülerine rastlanıyorsa da,
merkeze uzak orman içlerinde, dağ tepelerinde ki ocak mıntıkalarında bu
görüntüler yoktu.
Limanın yapılıp, Maden Dairesi’nin Zonguldak’a
taşınmasıyla Havza’nın merkezi Zonguldak oldu.
Kentsel Yaşamda Ayrıcalıklı veya Baskıcı Sınıf
Havzanın merkezi olan Zonguldak’a limanla ilgili bütün
kamu binaları yapılıp yöneticileri taşındığı gibi, Havza’daki bütün maden
sahipleri, müstecirleri, teknik elemanları, sivil ve askeri bürokratları,
inzibat ve polis daireleriyle birlikte, gemicik acenteleri, komisyoncular,
banka temsilcilikleri ve şubeleri açılmaya başladı.
Zonguldak nüfusunun gittikçe artan farklı kültürdeki
insanlarına farklı farklı hizmet mekanları da oluşmaya başladı. Eğlence, satış,
içki ve yeni gelen veya oluşmaya başlayan burjuva kültürüne özgü mekanların
tümü Zonguldak’ta sair halka ve maden işçilerine yasaklanmış bölgelerde yerini
almıştı.
Özellikle Fransızların “Ereğli Şirketi Osmaniyesi”
Havza’ya kök salıp geliştikçe Türklerin girmesi yasak olan kendi özel alanını
oluşturmuştu.
A. Hüsrev Güleman anılarında; “Küçük sermayeli bir kaç
mahalle bakkalı, seyyar esnaf, maden ocaklarındaki dahili amele ile bunların
çavuşları istisna edilirse, bütün çarşı esnafı, sanatkar, mağaza sahibi tüccar gibi çalışmakta
bulunanların tamamı gayri Müslim ve gayri Türk unsurlardı.
Sık, sık konuşulduğunu işittiğim lisanlardan önemli
olanlar sırasıyla Fransızca, İtalyanca, Hırvatça, Rumca, Ermenice ve Yahudi’ce
idi.
Gerek kasabada ve gerek madenlerde göze çarpan meskenlerin
yüzde yetmiş beşinde gayri Türkler sakindi.” (55) (55) (A. Hüsrev Güleman. Madencilik Hayatımdan Birkaç Hatıra. MTA Enstitüsü Mecmuası 1938 sayı:14)
Mütareke döneminde Ağustos 1921 sonlarında Vala Nurettin’in
Zonguldak’la ilgili gözlemleri şöyledir: “Zonguldak’ın o zamanki dekoru
hayalimde yer etmiştir. Deniz kıyısında bir dağ, dağın güzel sırtlarında
villalar, eteklerinde mağaralar. Villalarda patronlar, mağaralarda da maden
işçileri…
Patronlar ama ne patron! Çoğu imtiyaz sahibi ecnebiler.
Hatta içlerinde Rumlar vardı ki, soydaşlarıyla cephede boğuşuyorduk…”(56) (56) (Vala Nureddin Bu Dünyadan
Nazım Geçti. Cem Yayınevi. Türk Sanatçıları. Kurtiş Matbaası. İstanbul 1988
s:180-81)
Nahit Sırrı Örik’de,
Zonguldak’la ilgili hikayelerinde kentin sosyal yapısı hakkında oldukça net
bilgiler vermektedir:
“Ereğli Şirketi, şehrin en güzel bir mevkiinde, yine en
güzel ve konforu haiz binalardan müteşekkil bir mahalle vücuda getirmiş,
mahallenin ortasına bir kilise oturtmuş ve iki de papaz mektebi açmıştı. Eski
devirlerde bu mahalle bir Fransız kolonisinden farksızdı”
Nahid Sırrı Örik kent merkezini şu şekilde ifade
etmektedir;
“Zonguldak,
ortasından kömür yüklü vagonlar geçen dar bir yolun iki tarafında bozuk
kaldırımların çamurları içinde yırtık elbiseli, siyah yüzlü kömür amelesinden
ibaretti! Ve yağmur yağıyor, kömür tozlarıyla karışık vıcık vıcık bir siyah
çamur ayaklara yapışıyordu. Sonra birçok dağların arasından geçilip bir saat
atla gidilmiş, amale evleri ve kömür yığınlarından başka hiçbir şey bulunmayan
bir dağ başına varılmıştı…
Çarşı diye gösterilen yolda bakkalla meyhaneden başka bir
şey yoktu.” (57) (57) (Eve Düşen
Yıldırım. Hikayeler 3. Nahid Sırrı Örik. M. Kayahan Özgül – Vahide Bilgi.
Oğlak. Birinci Baskı. Nisan 1998 s:155)
Zonguldak’taki insan manzaralarından önemli bir görünüm
şöyledir:
“Zonguldak Limanında, kömür almağa gelmiş vapurlara
yükleme yapılırken daima denize bir miktar kömür düşer ve bu düşen kömür
parçalarını dalgalar bir müddet sonra kumsalın ta önüne kadar getirdiklerinden,
kumsalda toplanan fakir kadınlarla çocuklar balık ağları ile bunları denizden
çıkarıp evlerinde yakarlar veya ötekine berikine satarlar. İşte Elmas kadında
açlıktan ölmemek için bundan başka yapacak bir şey bulamamıştı. Ne çare ki bu işten
çıkardığı yevmiye üç beş kuruş, kuru ekmek almasına bile kifayet etmiyordu.” (58) (58) (Eve Düşen Yıldırım. Hikayeler
3. Nahid Sırrı Örik. M.Kayahan Özgül – Vahide Bilgi. Oğlak. Birinci Baskı.
Nisan 1998 s:155)
Dünyaya bakış
acısı daha farklı olan Sevim Belli 1934 yılındaki Zonguldak gözlemlerini
şu şekilde yansıtmaktadır: “Zonguldak Sevim’in taşra bürokrasisiyle de
tanıştığı yerdir. Valiler, mektupçular, defterdarlar, tapucular, doktorlar,
baytarlar, maarif müdürleri vb., o zamanın dili ile CHP reisleri. Belli bir
memurlar kolonisi oluştururular bunlar aileleri ile birlikte akşam ziyaretleri
biçiminde ailece görüşüler. Akran çocuklar da kız –erkek arkadaşlık ederler.
Komşuluğun zorunlu kıldığı yakınlar dışında yerli halkla kaynaşma yoktur pek.
Yaşam tarzları da uymaz zaten.” (59) (59)
(Sevim Belli. Boşuna mı Çiğnedik.
Anılar. Yaşam ve Anılar. Belge Yayınları: 212. Birinci Baskı Kasım: 1994. s:63.
İstanbul)
Kentimizde okuyan ve yetişen Şair Behçet
Kalaycı anılarında;
“Belleğimde netleşen ilk Zonguldak fotoğrafları 1930’lu
yıllara tarihlenir. O yıllarda Üzülmezden, Çaydamar’dan gelen kömür yüklü
trenler kentin biricik çarşısını boydan boya geçerek limana giderlerdi. Bir
güvenlik önlem olsa gerek, trenler yürüyüş hızıyla giderlerdi. Bacalarında
savrulan koyu dumanlar ise çarşıyı
boğardı. Sokakta insanların yüzleri, burun delikleri is içinde kalırdı.
Tuhaftır gene de insanlar beyaz
giyinmeye özen gösterirlerdi…
Fener semti Zonguldak’ın PERA’sı idi. Loş ormanların
içinde çan sesleriyle ürperirdiniz. Orman içine döşenmiş dar kaldırımlarda
bazen bir papaz siluetiyle, bazen de aralarında fiskos eden rahibelerin egzotik
görüntüleriyle karşılaşırdınız. Fransız stilindeki dik çatılı, panjurlu evlerin
bahçeleri küçük parklar gibi bakımlıydı. Gökyüzünü bir tünel gibi örten sık
ağaçların altındaki dar bir şoseden Maden Mektebine gidilirdi. Tenis kortunda
bembeyaz giysileri içinde şık hanımlarla beyler aralarında Fransızca
konuşurlardı. Burası kentin en uygar yeriydi. Çevre yaz-kış yeşili solmayan
defnelerle kaplıydı…
Balkaya Pastanesi entellerin buluşma yeriydi. Kentin
yazar-çizer takımı da çaylarını burada içerler, yazın üzerine söyleşiler
yaparlardı. Yakındaki Halkevi kitaplığı beyin açlığını doyurduğumuz biricik
yerdi. Birkaç hevesli orada ruhlarımızı ısıtan bir şiir iklimi yaratmıştık.” (60) (60) (İ.Behçet Kalaycı’ya Saygı. Hamit
Kalyoncu, Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfı. Kasım 2004. “Eski Zonguldak
Yazıları” adlı Yayınlanmamış yapıtından.)
İsmail Habib Sevük’de, Cumhuriyet Gazetesi’nde 15 Ekim
1936 tarihinde yayınladığı anılarında; “Limandayız:
Solda denizin içine bir baş gibi uzanan fener burnu. Bu baş geriye, karaya
doğru dalga dalga kabarıyor, ilk kabartının üstünden kırmızı kiremitli Madenler
Mektebinin yan profili görülmektedir. Onun önündeki dere yarığının karşı
sırtlarına yayılmış, hepsi ağaçlara gömülü; kargır beyaz, birer ikişer katlı,
taşkın saçaklı sayfiye evleri: Orası eski Frenk mahallesi; eskiden Türklerin
adım atamadığı yer, vatan içinde vatanı fethedişimizin küçük bir işareti daha,
artık orası da bizimdir.
Tepenin dereye doğru uçunda Amale hastanesi ve tepenin
böğründe apartman endamlı evler; düzlükte şehrin asıl sıklet merkezi.
Ankara’daki Sıhhiye Vekaleti binasını örnek yaparak kurulmuş, deniz cephesine
güzel bir bahçe bırakan, üç katlı hükümet konağı. Solda ve caddenin öte
kıyısında, gene Ankara’daki İsmet Paşa Enstitüsünü andıran, iki üç katlı ve
gemi gibi ufki duruşlu parti ve halkevi binası; sağda, solda dört beş katlı
apartmanlar. Sahiden bir mamure seyretmekteyiz.
En dipte ve yüksekte yeni biten Amele Birliği Hastanesi;
temiz çehreli, kibar bir yapı. Onunla birlikte üçüncü hastane, demek ki
müselles[19]duruşlu Zonguldak’ın üç
uçunda üç hastanesi var.
Zonguldak’ın içi: Bu işin bel kemiği çarşıdır; oldukça
geniş iki tarafında güzel vitrinli mağazalar bulunan, ancak üç- dört yüz metre
uzunluğunda bir çarşı, fakat buy küçük
çarşıda her üç dört yüz bin lira dönüyor.
İki ucu boğuk çarşının ortasından bir de kömür treni
geçiyor, birer tonluk vagonetleri arkasına sıralamış, gelirken dolu, giderken
boş; kalabalıktan dolayı hızlanamayarak, boyuna düdük öttüren, tozlu dumanlı,
takır tukur bir kömür treni.
Daha kırk yıl önce burada yalnız 18 ev varmış. Benim on beş
yıl önce gördüğüm Zonguldak’ı ara bul. Endüstri şehirlerinin kerameti, birden
bire gelişmek; iyi ama maden oraya çabuk şehir ol demiş., fakat arazide burada
şehir olmaz demiş; at var, meydanı yok; sanki çelik zemberekli bir küheylan,
koşacak yer bulamadığı için, olduğu yerde şahlanıp duruyor. Zonguldak, ne
yayılan, ne duran, dikilen şehir.” Olarak anlatmaktadır. (61) (61) (T.C. Kültür Bakanlığı Kültür Eserleri. Yurttan Yazılar.
İsmail Habib Sevük. Kültür Bakanlığı Yayını: 2002 s: 198-204 .Özet olarak)
Yıllar sonra İrfan Yalçın’ın Zonguldak’taki sosyal
kastlaşmayı anlatımı şöyledir:
“Buna ev denmez köşk, denir. Karşısındaki ilkokuldur.
Eskiden bir başına Ticaret Müdürü Şakir Ataman otururmuş. Şimdi iki mühendis
oturuyor. Bağlı, bahçeli olmayan yok içinde. Buraya dökülen para ile beş halk
tipi (K-tipi) ev yapılabilinirdi, herhalde ama illa da mühendisler. Müdürleri
oturmazlar başkasında. Yaraşır mı onlara (K) tipi, koskoca mühendis bu. Koskoca
müdür, olunca böyle olmalı köşk olmalı. Bir gören parmağını ısırmalı “Tabii
demeli, genel müdür bu. Yüksek mühendis. Borumu? Tüm genel müdürler ve
yardımcıları sekiz, on odalı (A) tipi köşklerde oturur.
(C) tipi evler şunlarda, altlı üstlü apartman tipi.
Aşağıda bir oda bir salon. Yukarıda iki oda bir salon. Mühendisler, doktorlar
oturur bunlarda. Kümesleri de kümes ha. Dağ başlarında işçinin gecekondusu halt
etmiş yanlarında..
(D) tipi evler var, birde (K) tipi evler. Halk tipi
sayılır bunlar. Orta halli memurlar oturur içinde. Böylesine can kurban. Blok
apartmanlarda da memurlar oturur, dört yüz, beş yüz diyelim 1000 alan memurlar.
Ama sayıları azdır.
Burası deniz kulübü caz dinlenir içinde, düğün olur.
Partiler verilir. Yaz oldu mu denize girilir. İyidir. Güzeldir. Hoştur. Ama
yalnız belirli, bir sınıf yararlanır. Ereğli Kömürleri İşletmesi’nin parasıyla
yapılmıştır. E.K.İ’ de çalışanların yararlanması gerekir yalnız.
Diyelim ki sizde E.K.İ’ de çalışıyorsunuz gittiniz üye
olacağım dediniz. Hayır. Derler. Kontenjan dolu… E.K.İ’de çalışana sıra gelmez.” (62) (62) (İrfan
Yalçın. E.K.İ’nin Çiçekli Bahçeleri. 22 Ağustos 1962 Yön Dergisi.)
Zonguldak Kentinden İşçi Manzaraları
1911 yılında Zonguldak’ta bulunan Hüsrev Güleman şehrin
sosyal yönünü şöyle anlatmaktadır: “Ocakların dahilî amelesi ekseriyetle
Zonguldak'ın dışındaki köylülerden teşekkül ediyordu. Liman haricinde ve
ağızlarda kömür nakliye ve yüklemesi Ereğlililere bağlanmıştı. Ocak dışı işleri
amelesi ise Karadeniz ve doğu vilâyetlerinden geliyordu. Çarşı, pazarda küme
küme rastlanan işe girmiş amele, eli yüzü kirden kısır bağlamış, elbisesi pis
bir palas pareden ibaret bulunmuş olan hasta yürüyüşlü bir takım zavallı
adamlardı.
Amelenin ekserisi, yazın açıkta ve kışında kendi
taraflarından madencilerin sathî yardımı ile taş, toprak ve kamalık ağaçlardan
uydurulup kaydırılmış tamamıyla gayri sıhhî kulübelerde yatıyorlardı.” (63)
(63) (A. Hüsrev Güleman. Madencilik Hayatımdan Birkaç Hatıra. MTA Enstitüsü
Mecmuası 1938 sayı:14)
Vala Nurettin’e göreyse; “Maden işçileri taş devrinin
insanlarının hayatlarını yaşıyorlar. O zamanda aklımda kaldı. Sabah akşam ha
babam kara mancar yiyorlar. Sebze denilemez deve dikeninden hallice bir ot.” (64) (64) (Vala Nureddin Bu Dünyadan Nazım
Geçti. Cem Yayınevi. Türk Sanatçıları. Kurtiş Matbaası. İstanbul 1988 s:180-81)
1928 yılında Nahit Sırrı Örik’in anlatımıyla: “Koridorları doldurarak bu koridorları ağır
bir koku ile dolduran, tasavvur edilemeyecek kadar perişan kılıklı, yüzü
boyunları kömürle simsiyah amale o kadar yorgun ve bezgindiler, halsiz ve ümitsizdiler
ki, önlerinden, ta yanlarından geçen bu nefis ve güzel kokulu kadına gözleri
tutuşmadan, boş, durgun nazarlarla bakıyorlardı.” (65) (65) (Eve Düşen Yıldırım. Hikayeler 3. Nahid Sırrı Örik. M.
Kayahan Özgül – Vahide Bilgi. Oğlak. Birinci Baskı. Nisan 1998 s:155)
Cumhuriyetin ilk yıllarından bu tarafa Zonguldak Kentinde
esnaflık yapan bir ailenin ikinci kuşağı olan Hüseyin Şeker anılarını yazdığı kitap
da, Zonguldak’taki sosyal yapı ve maden işçileri üzerinde yoğunlaşarak:
“Cumhuriyet kanla, irfanla kurulduysa; esas Zonguldak
T.C’nin irfanla[20] kurulan bir şehridir.
Ankara ve Zonguldak T.C’nin en hızlı gelişen ilk şehirleridir. Zonguldak’ın
farkı, onbinlerce kömür amelesinin şahadetleri ve genç yaştaki mesleki
ölümlerdir.(…)
Genç devletimizin, beyin göçünün metrekare başına yoğun
olduğu ili Zonguldak’tır. Para var, iş var, sosyal hayat var. O zamanın
standartlarına göre en güzel lojmanlar, kumar, içki ve spor kulüpleri Zonguldak’ta. Eee o zaman, bu
kadar münevver insanların bir araya gelmesiyle vilayetin, belediyenin ve
bilhassa kömür şirketinin birleşerek bu yeni kurulan hemen hemen her yeri boş
ve Teneke Mahallesi olan Zonguldak’ı, neden Avrupa şehirleri gibi veya yeni
devlet Amerika şehirleri gibi planlayıp kurmadılar? (66) (66) (Şeker Tadında
Anılar Hüseyin Şeker Pusula Yayınları. Haziran 2010 s: 7)
“Ankara Caddesi denen büyük sokak da ana yol olmaktan
kurtulunca, sağlı-sollu büyük sabıkalı dayılara hizmet eden meyhaneler ve
ikinci katlarda olan kumarhaneler açılıverdi. Her yerin insanı öbür tarafa pek
geçmezdi. Ancak alış-veriş için gelir giderdi. Hapishaneden çıkan Lazlar, pırıl
pırıl, uzun burunlu, yumurta topuklu, arkası ezik pabuçlarıyla, briyantinli
saçları, tertemiz tıraşlı, boyunlarında önlerinde sallanan ipek kaşkolleri,
simsiyah çaketleri, bembeyaz gömlekleri, bol paçalı bahriye pantolonları,
elleri arkada illa tak-tak öten tespihleriyle ikişer ikişer sokakta hapishane
voltası atarlar, alçak sesle konuşurlardı. Dönüşleri benim diyen merasim askeri
yapamazdı. Seyretmeye bayılırdım. Hafta geçmez sokakta kavga olurdu. Senede en
az dört beş cinayetli büyük arbedeler olurdu.” (67) (67) (Şeker Tadında Anılar Hüseyin Şeker Pusula Yayınları. Haziran
2010 s: 34-35)
“Yeni Çarşı[21]
mıntıkasının Gazi Paşa Caddesi’yle alakası yoktu. Burası bir Getto idi. En ağır
işlerde çalışan ameleler, madenciler üç kağıtçılar ve gariban köylülerin olduğu
insan harmanı yerdi.
Ortasından geliş gidiş tren rayları olan büyük bir park vardı. Bu insanlar kendi,
cinsleriyle kümeleşirlerdi. Ana caddeye girmezlerdi. Sağlam bir ağaç köprüden
insan, hayvan ve kömür trenleri geçerdi.
Köprü hep sallanır, gıcırdardı. Köprünün çıkışı çingene mahallesine ve kerhaneye giderdi. Buradaki çingeneler
İstiklal Savaşı’ndan sonraki mübadele bunlarda, Türk diye bize kakalanan bu,
hemşerilerimiz tarifi imkansız bohem hayat içinde yaşarlar. Kadınları en
müstehcen küfürleri haykırarak ağız kavgası yaparlar. Erkekler karışmaz,
şaraplarını içer, muhabbetlerine devam eder, sonra sızarlar.” (68) (68) (Şeker Tadında Anılar Hüseyin
Şeker Pusula Yayınları. Haziran 2010 s: 104)
“İlkokuldayken (sene 1940) memur, azda olsa avukat doktor
çocuklarıyla aramızdaki sınıf farkını anlamaya başladık. Ben esnaf çocuğu
olduğumdan ‘Araf’[22]ta
idim. Kömür Şirketi’nin yerüstü çocukları da nispeten toktu. O zamanki
fakirliği şimdiki nesle anlatmak imkansız. Şöyle söyleyeyim, perişan olanlar
amele ve köylü çocuklarıydı. Bugün zelzeleden çıkan insanların bile giyimleri
daha iyiydi.” (69) (69) (Şeker Tadında
Anılar Hüseyin Şeker Pusula Yayınları. Haziran 2010 s: 137)
İ. Habib Sevük’da sosyal yapıyı ve işçileri; “Halka
bakıyorum. Burada dört sınıf halk var. İlk önce on bin kadar amele. Mesut mu?
Yerin dibinde, karanlıkta çalışıyor; bedbaht mı? Hayır, kendine iş bulmuş,
cebinde para var; çarşıda hallerine bakıyorum; ne yüzü gülüyor, ne kaşı çatık;
tasasızlıkla neşesizliğin birleştiği çizgide yorgun yorgun yürüyorlar.
Dar maaşlı memurlar; Zonguldak’tan yalnız kömür çıkar ve
her şey dışarıdan gelir; sebzeden ekmeğe kadar her şey. Gelen hemen
satılmıştır, memleket kalabalık; fiyata pek bakılmamıştır, memlekette para var;
ev kiraları yüksektir, şehir dar. İşin kısası hayatın sertliği memurun kesesini
yırtıyor.
Esnaf olanlar, dükkan ve mağaza işletenler, bunların
hallerinden memnun olması lazım. Çarşı uğultulu; nerde hareket, orada bereket.
Dördüncü sınıf, patronlar ve mütehassis maaşlılar; hususi
otomobilleri bırak; burada taksiler bile hep son sistem, hep radyolu bunlar
onlar için.
Kömürde zerodisin aşağısına “şilam” denir. Bu artık
kömürden sayılmaz. Bu satılmıyor; çamur gibi bir şey, yıkanıp içinden elverişli
olanlar zerodise ayrılır. Şilam kömürün posası.
Bu posa yığınları yanında onları eşeleyerek, yahut dere
kıyılarında döküntüler ayırarak, ellerinde sepet, kömür parçacıkları toplayan,
irili ufaklı, yırtık pırtık kimseler var. Galiba bu zavallılarda halkın şilam
kısmı.” Şeklinde anlatmaktadır. (70)
(70) (T.C. Kültür Bakanlığı Kültür
Eserleri. Yurttan Yazılar. İsmail Habib Sevük. K.B.Y.: 2002 s: 198-204 .Özet
olarak)
Kadri Yersel yaşadıklarını anlatması açısından durumun
vahametin,i sanki özeleştiri yaparmış gibi çarpıcı açıklamalarla anlatmaktadır:
“Yoğunlaşan kömür talebi havzada işçilik sorunu yaratmıştı. Havzadaki, İş
Bankası’na ait şirketler müştereken bir işçi bürosu kurup başına Kadri Bey’i
getirdiler.
Kadri Bey, havzada görüp yaşadıklarını, yıllar sonra
yazdığı anılarında, yürek burkuntusu ve çaresizlikle şöyle anlatır: Devlet, işçi üzerine bir zor düzeni
getirmişti. Ama ücret tarafını işverenin insafına bırakmıştı. Zor uygulamasının
bütün çirkinlikleri baş gösterdi.” (71)
(71) (75 Yılda Çarkları Döndürenler.
Tarih Vakfı. Türkiye İş Bankası Mayıs 1999. Madencilikte Bir Ömür Kadri Yersel.
Ayşe Berktay Hacı Mirzaoğlu. s: 75)
“Kömür üretim işçileri kısa aralıklarla ocaklara gelip
giden civar ilçelerin köylüklerinden
oluşuyordu. Arazi verimsizdi. Tuz, gazyağı, çaput (bez), şeker için köy
tefecilerine yapılan borçlar, köylükleri
çalışmaya zorluyordu. Yürüyerek gelip gidecekleri en yakın iş yeri Zonguldak’tı; her zamanda iş hazırdı. Filyos
- Zonguldak demiryolun bu olanağı Bartın, Ulus, Amasra, Tefen ve Yenice
köylüklerine kadar genişletti. Devrek-Ereğli karayolu da, bu iş trafiğine
katkıda bulundu…”
“Toprak tabanlı, tavanı akan, penceresiz, tek ocaklı,
tahta kerevetleri aralıksız olan 80-100 kişilik kulübelerde yan yana başlık
istifi yatılırdı. Bu biçim yatış, kış günlerinde soğuğun etkisini hafiflettiği
için yakınma nedeni olmazdı. Yaz günlerinde de çalı diplerine sığınılırdı. (…)
Köylü işçilerin gündeliklerinin saptanmasının ölçütleri ne güç, ne beceri, ne
de üretimdi. Daha çok köy ağasına, tefeciye ve çavuşa bağlılık etkili olurdu.
(…) Küçük kusurların cezası
gündeliklerin sıfırlanması idi. Bu tutum, havza devleştirilip İş Kanunu
etkinlik kazanıncaya kadar sürdü...” (72) (72) (75 Yılda Çarkları Döndürenler.
Tarih Vakfı. Türkiye İş Bankası Mayıs 1999. Madencilikte Bir Ömür Kadri Yersel.
Ayşe Berktay Hacı Mirzaoğlu. s: 75)
SONUÇ
Kentlerin her türlü değişim ve gelişimin hareket noktası
olması konusunda, belirtilmesi gereken önemli konu, Osmanlı’yı ve Türkiye
Cumhuriyeti’ni değiştirmede ve geliştirmede motor gücü olan Zonguldak Kenti,
kendini değiştirmede, geliştirmede oldukça yavaş ve eksik kalmıştır. Bunun
nedenleri, Kapitalist ve İşçi Sınıfı Kültürünün Avrupa’daki gibi gelişmemiş
olması, birinci etmendir.
Havza’daki feodal üretim ilişkilerinin maden iş yerleriyle
iç içe geçmesi, guruplu çalışan maden işçilerinin geçimini köylerindeki zirai
faaliyetlerle sağlaması, maden işini angarya ve zorlama gördükleri için
yüzlerini madene değil köylerine çevirmesine neden olmuştur. Maden işi, sadece
hastalanmadan, iş kazası geçirip yaralanmadan ve ölmeden köylerine dönebilme
kaygısıyla çalıştıkları bir işti. Yani angaryaydı.
O nedenle Zonguldak kenti guruplu çalışan köylü işçiler
için değişim ve gelişmenin hareket noktası olamamıştır. Bu nedenle de bizde
“Burjuvazinin, kırı, kentlerin egemenliğine sokması ve kırın bönlükten
kurtulması” düşüncesi de yerini bulmamıştır. Çünkü; Osmanlı’nın Maden-i Hümayun
ve Cumhuriyetin Ereğli Kömür İşletmesi döneminde maden işçileri yoğun bir baskı
ve sansür altında kalmıştır. Kültür transferi ve sağlıklı bir eğitim alması
dahi engellenmiş, Havza’da çalışan birkaç aydın dışında ‘kastlaşma’
kırılamamıştır. Bu aynı zamanda Kentsoylu[23]
Sınıfında kültürel oluşmasını engellemiş, burjuva kültürü de ‘kişisel çıkar
Yönelimi’[24]ne dönüşmüş, toplumdan,
sanattan, kültürden, kopuk yabancılaşmanın en uç noktasına kadar etkilenip,
zaten hazır olarak içinde yer aldıkları sistemin sürekliliği için ‘Kurulu
Çıkar’ın magandası durumuna düşürmüştür. Doğal olarak kendi sınıf kültüründen
yoksul olanların hümanist veya sosyal bir güdüyle de olsa karşı sınıfa -bilinç
veya en azından burjuva kültürü ‘en önemlisi demokrasi kültürüdür” taşıması
beklemez.
Yukarıdaki anılarda; “Türklerin giremediği yer olarak”
anılan mekanlar, Fransızlar gittikten sonra, ‘işçiler giremez’ oldu.
Şehrin burjuva bürokratları, sırtlarından geçindikleri
işçilerin giremedikleri Fener Mahallesi’nde, “ Burjuva Kültürünü (!)” temsil
ederken, şehrin tam ortasında kentlilikle- köylülük arasında kalmış bir kültür
boy göstermekteydi.
“Kent tarihleri bir
parçası oldukları siyasi, ekonomik ve sosyal sistemlerin tarihlerinden
ayrılmazlar.” Düşüncesi bağlamında gelişmemiş veya az gelişmişlik düzeyde vahşi
kapitalizmin her türlü kurum ve kuralları bizde eksik olmamıştır. Her şey
devlet organizasyonuyla, egemen sınıfların istediği ölçüde gelişti. Siyasi
kültür, modernite[25] ve
buna bağlı kent kültürü sürekli denetim ve baskı altında tutuldu. Özellikle
sınıf kültürü[26] her dönemde hunharca
ezildi ve baskı gördü.
Kent formunun belirleyicisi olan “sosyal sistemlerin
gelişme düzeyi ve teknoloji durumu” maalesef kentimizde geri bırakılmış, bundan
doğan olumsuzlukların en başında, yoğun emek sömürüsü, bulaşıcı hastalıklar, iş
kazaları ve ölümler, sosyal sistemlerin ve teknolojinin yerini almıştır.
Zonguldak’ta maden işçiliği Avrupa’dan yaklaşık bir asır
sonra başladığı için Osmanlı yöneticileri, Avrupa’da olan işçi sınıfı
hareketlerini ve onları sindirmek için her türlü yola baş vuran Avrupa
Burjuvazisinin bütün deneyimlerini biliyordu. Yani; Osmanlı, Zonguldak Maden
İşçilerini nasıl sindirebileceğini çok iyi
biliyordu. O nedenle; Zonguldak, sermaye sınıfı için, Osmanlı ve
Cumhuriyet döneminde sosyal politikaların ve sindirme politikalarının
uygulandığı deneme mekanını oluşturmuştu. Bütün bunlar Sermaye Sınıfıyla emek
örgütleri arasında bazen uzlaşıya bazen de mücadeleye neden olmuştur.
Bu durum Dilaver Paşa Nizamnamesinin yürürlüğe girmesinden
100 yıl sonra 9 -11 Mart 1965 tarihinde iki maden işçisinin vurularak
öldürüldüğü isyana kadar sürmüştür.
1965 yılına kadar Havza’da bir çok direniş olmuşsa da;
bütün bunlar en başta Deniz Tahmil ve Tahliye İşçileriyle Havza’da Proleter
olarak çalışan daimi işçilerin eseridir.
Günübirlik ücret veya diğer bir takım demokratik hakların
kazanılmasının dışında Havza’da ki bütün organizasyon devletin baskı
örgütlenmesinin bir görünümü şeklindedir.
Maden işçilerinin emek kavgası dağ başlarında, kentin
yakınındaki maden ocaklarında veya atölyelerde başlasa da, işçiler dağ
başlarından akıp gelerek, kent merkezinde ya Fransız bürolarının ya da Osmanlı
Hükümet Binalarının önlerine gelmişlerdir.
1923 Demiryolu ve Deniz Tahmil ve Tahliye İşçileri
grevleri kentin tam merkezinde olmuştur.
9-11 Mart 1965 Direnişi Zonguldak’ın kıyısındaki Kozlu’da
başlamasına rağmen Zonguldak ve Türkiye
bu direnişten sarsıntı geçirmiştir. İşte bu direnişte ve daha sonrasında, yarı
işçi-yarı köylü maden işçisi burada bizde varız demiştir. 1965-1968 ve 1990’ a ve daha sonrasında ki
bütün direnişlere Zonguldak kent merkezi mekanlık yapmıştır.
Madenlerde kadın işçiler çalışmadığı için kocasını evinde
bekleyen köylü kadınlarda1990-91 yılında grev sahasına çıktılar, şehir
meydanında ve başkent yollarında mücadele ederek Şükran Ketenci’nin deyimiyle;
“Özalizm’in Dönemi”ni bitirdiler.
Maden işçilerinin sendikası, tarihinde ilk defa “motor
rolü oynayan öğe” olmuş, ilk defa ücret talebinden daha fazla, demokrasi ve
demokratik haklar talebinde bulunmuştur. Bu direniş maden işçilerinin 12 Eylül
Faşizmi’ne attığı ağır bir tokat olmuştur.
Kent tarihimizin sosyal yönü kentimizin tanımını yapanlar
tarafından inkar edilmiş, kentimizin büyük çoğunluğunu oluşturan emek insanlarının
ödediği bedeller görünmezden gelmiştir. Özellikle 12 Eylülden önce Zonguldak’la
ilgili yazılanlar ‘Resmi Tarih’ yazılımının etkisinden kurtulamamışlardır.
Havza’mız ve Kentimiz maden işçiliği başladıktan birkaç
yıl sonra, önce Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıkların istilasına uğramış, madene
bağlı diğer hastalık ve sakatlıklarla birlikte hastalıklı bir Havza ve Kent
oluşmuştur.
Zonguldak özellikle madende çalışanların çok erken yaşta
öldüğü, çalışma döneminin yarısını ve hayatının kalan bölümünü hastalık ve
sefalet içinde geçirdiği bir kent olmuştur.
Günümüz koşullarındaki TIP teknolojisiyle bile henüz
keşfedilmemiş maden araz[27] ve
hastalıklarından bahsedilmektedir. Özellikle kanser türleri ve 1955 yılından
sonra gittikçe sönümleyen Frengi hastalığının gizli veya nöro sifilis olarak
tanımlanan dönemlerinin irsiyetle, yıllar ve kuşaklar geçse bile nüksettiği, bir
çok zihinsel hastalıklı ve özürlü doğuma neden olduğu belirtilmektedir.
Günümüzde, Zonguldak Kenti’nde cinsel sapma, entest ilişki
suçları ve doğumları, erkek ve kız çocuk tacizleri veya tecavüzleri, eş cinsel
taciz ve tecavüz suçlarının diğer illere göre daha fazla olduğu bazı
gazetelerde üstü kapalıda olsa yazılmaktadır. Bu tip vakalar zevahiri[28]
kurtarmak için görmezden gelinmeyerek, daha bilimsel ve daha derinlemesine
incelenerek Zonguldak maden işletmeciliğinin ilk dönemlerine kadar inilip,
bunun neden ve niçini bilinmeli, tedbir alınmalıdır, diye düşünüyorum.
Kentimiz ağır iş kazalarına da ev sahipliği yapmıştır. En
ağır iş kazası 1907 yılında liman içinde olmuş 51 tane deniz emekçisi aynı anda
boğularak ölmüştür. En büyük ölüm feryatları ilk defa Fransız Bürosunun önünde
gerçekleşmiştir.
Ölülerin bir kısmı Gürcü Tepesine gömülürken bir kısmı
denizde kaybolmuş, bir kısmı da ‘kimsesizler’ veya ‘garipler’ mezarlığı olarak
anılan mezarlıklarda gömülerek kaybolmuşlardır.
Birçok grizu kazası maden işçilerinin neredeyse büyükçe
bir kent olacak kadar ki nüfusunu yerin altında yakmıştır. Ama asıl 1983 ve
1992 grizu faciaları en üst seviyeye çıkarmış, her iki kazada toplam 366 maden
işçisi ölmüştür. Zonguldak bu iş kazası cinayetlerine de ev sahipliği yapmış,
cenaze merasimlerinde mekan olarak kent merkezi kullanılmıştır. Ölüm
sirenlerinin ve bandoların cenaze marşlarına karışan ağıtlar ayıp sağılmış, duyulmaz
gelinmiş ve vahşi kapitalizmin baskılarıyla unutulup gitmiştir.
Yukarıda kentin kimliği için belirtilen somut olaylarla ve
imgelerle, kentin “Zulmün ve Acının Başkenti” olarak tanımlaması hiçte abartılı
bir tanımlama sayılmaz.
Ne yazık ki kentimizin, Osmanlı ve Cumhuriyet
Kapitalizminin gelişmesi ve sermaye birikimi için ödediği bedeller unutulmuş,
“ekonominin sırtında kambur” söylemleriyle, karşılaştığı gibi, nankör
mirasyediler sayesinde sönümlemeye doğru yüz tutmuştur.
Birkaç yıl içinde doğan kentimiz; Türkiye’deki en yaşlı ve
gelişen kentlerden daha fazla ekonomiye katkı sağlamış ve onların tarihleri
boyunca iş kazalarında veya çalışma yaşamından doğan hastalıklardan verdikleri
ölümleri bir gece içinde vermiştir.
Her şeye rağmen ben; Zonguldak’ı mı çok ama çok seviyorum.
Yalnız da olsam, sahipsiz değildir diye seviniyorum.
6. 4. 2014 Üzülmez. Erol Çatma
Kaynakçalar
Kitaplar:
Belli Sevim. Boşuna mı Çiğnedik. Anılar.
Yaşam ve Anılar. Belge Yayınları: 212. Birinci Baskı Kasım: 1994 İstanbul.
Birgören Hamdi. Müstakil Bolu Sancağı Salname-i Resmisi.
Hicri 1334 Miladi 1916. Hicri 1334. Miladi 1916. Hazırlayan 2008. Bolu
Belediyesi Bolu Araştırmalar Merkezi.
Cemal Abdullah. Zonguldak Sancağı. Büyük Millet Meclisi.
Türkiye’nin Sıhhi İçtimai Coğrafyası 1922–1338
Ankara: Ogün Matbaası.
Çatma Erol, Asker İşçiler Ceylan yayıncılık: 30. Birinci
Baskı: Haziran 1998 İstanbul.
Çatma Erol, Zonguldak Taşkömürü Havzası Tarihi Birinci
Kitap (1840-1865) Sistem Ofset Yayıncılık Ankara 2006.
Duran Tülay, Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı Tarihi Deniz Arşivi, Defter Numara: 765, Sayfa
Numara: 43.
Genç Hamdi, Doktora Tezi Ereğli Kömür Madenleri
(1840–1920) İstanbul 2007 T.C. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
İktisat Anabilim.
Heaton Herbwertt, Avrupa İktisat Tarihi 2. Teori
Yayınları. Birinci Baskı: Nisan 1985 Ankara
Hüseyin Şeker, Şeker Tadında Anılar. Pusula Yayınları.
Haziran 2010.
İsmail Habib Sevük, T.C. Kültür Bakanlığı Kültür Eserleri.
Yurttan Yazılar.. Kültür Bakanlığı Yayını: 2002 s: 198-204. Özet olarak.
Kadri Yersel, Ayşe Berktay Hacı Mirzaoğlu. Madencilikte
Bir Ömür. 75 Yılda Çarkları Döndürenler. Tarih Vakfı. Türkiye İş Bankası. Mayıs
1999 İstanbul.
Kalyoncu Hamit, İ.Behçet Kalaycı’ya Saygı. Zonguldak
Kültür ve Eğitim Vakfı. Kasım 2004. “Eski Zonguldak Yazıları” adlı
Yayınlanmamış yapıtından.
Kırmızı Abdülhamit, Abdülhamit’in Valileri. Osmanlı
Vilayet İdaresi 1895–1908 Klasik. 3. Baskı. Nisan 2008. Osmanlı Araştırmaları
2. Elma Basım. İstanbul.
Marx K. Engels F.
Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri. Sol. Yayınları. Ankara Şahin
Matbaası. Kasım 1993.
Örik Nahid Sırrı, Özgül, M. Kayahan – Bilgi Vahide. Eve Düşen Yıldırım. Hikayeler 3.
Oğlak. Birinci Baskı. Nisan 1998
Sakaoğlu Necdet, Amasra’nın Üçbin Yılı, Zonguldak Valiliği
Yayınları No: 2. İstanbul Aralık 1987.
Selahattin Ali, Hamidiye
Kruvazörü Hümayun Tabibi. “Maden Kömürleri” Bahriye Matbaası 1914.
Sencer Yakut, Doç. DR. Türkiye’de Kentleşme Kültür
Bakanlığı Yayınları. 345 Bilim Dizisi. 12. Ongun Kardeşler Matbaacılık Sanayi.
Ankara 1979.
Şavran M. Karaelmas Diyarımız. Zonguldak Vilayeti.
Teziş Matbaası 1958 Zonguldak.
Türk,
Melahat -Rasim Türk. “Karaelmas Ülkesi
Zonguldak” Yelken Matbaası, İstanbul 1982
Zonguldak Dünü, Bugünü ve Yarını Bölge Ekonomisi
Araştırmasının Sonuçları BİAR AŞ. 22. Haziran 1986. Ankara)
Vala Nureddin Bu Dünyadan Nazım Geçti. Cem Yayınevi. Türk
Sanatçıları. Kurtiş Matbaası. İstanbul 1988 s:180-81)
Dergiler:
Yanık Celalettin. Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi 2: 93-107 Kent Sosyolojisi Alanında Yapılan Tezlerin
Değerlendirilmesi
Sarıoğlu Mehmet. Kebikeç İnsan Bilimleri İçin Kaynak
Araştırma Dergisi. Kent Tarihi Çalışmaları Üzerine Bazı düşünceler. Sayı: 11.
2001.
Güleman A. Hüsrev. Madencilik Hayatımdan Birkaç Hatıra.
MTA Enstitüsü Mecmuası 1938.
İrfan Yalçın. E.K.İ’nin Çiçekli Bahçeleri. 22 Ağustos 1962
Yön Dergisi.
Salnameler
1894 Kastamonu Vilayeti Salnamesi.
1896 Kastamonu Vilayeti Salnamesi.
Zonguldak 1967 İl
Yıllığı. Ajans - Türk Matbaacılık Sanayi. Ankara.
Özel Arşivler[29]:
Ö.A: 1877–1880. Numara: 1
Ö.A.1293–1877–1199)
Ö.A: 321. E.U.M. Numara: 50.
Ö.A.321. E.U.M. Numara: 50
Ö.A:1877–80 – Numara: 940
Ö.A:1877-80-1224
Ö.A: Ereğli Mebani ve Emriyenin Senedat-ı Hakaniyelerinin
Kayıt Defteri
Ö.A. Numara: 10
Ö.A: 314 Defteri. No: 148
Ö.A. Kontratlar Defteri. Numara: 55
Ö.A. 321.E.U.M. s:37. Numara:
83
Ö.A: 321.E.U.M. s:37
Ö.A. 321.E.U.M Numara: 216
Ö.A: Ankara Büyük Millet Meclisi’yle Yazışma Defteri.
Sözlükler:
Devellioğlu Ferit. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat. Aydın Kitabevi Yayınları
Sözlük Dizisi.1. 1993 Ankara.
Milliyet Türkçe Sözlük. Yeni Baskı Türk Dil Kurumu. Milliyet Tesisleri.
İstanbul 1992.
Rosenthal M.- Yudin P. Materyalist Felsefe Sözlüğü. Çeviren Aziz
Çalışlar. Sosyal Yayınları 1972 İstanbul.
Hançerlioğlu Orhan. Ekonomi Sözlüğü. Remzi Kitabevi. Ankara Caddesi 93 -
İstanbul.
Hançerlioğlu Orhan. Ticaret Sözlüğü. Remzi Kitabevi. Birinci Basım 1982.
İstanbul.
Ozankaya Özer. Temel Toplumbilim Terimleri Sözlüğü. Cem/Kültür. Şubat
1995 İstanbul
Bilgin Nuri. Sosyal Psikoloji, Sözlüğü. Kavramlar, Yaklaşımlar. Bağlam
Yayıncılık.İkinci Basım Ekim 2007 İstanbul.
Erol
çatma:
Demirci ustası bir
babanın ve emekçi bir annenin oğlu olarak 1951 yılında, Üzülmez Kömür
Ocakları’nın yanındaki teneke mahallede doğdu.
1970’de Üzülmez kömür ocaklarında maden işçisi olarak çalışmaya
başladı. Aynı yıl evlendi ve Mehmet Çelikel
Lisesi’ndeki öğrenciliğini bırakarak askere gitti.
Asker dönüşü
tekrar maden işçiliğine başladı.
1981’de TKP
davasından tutuklanarak beş yıl hüküm giydi. 1984 yılında hapisten çıktıktan
sonra Soma, Gönen, Kızılcahamam gibi kömür bölgelerinde maden işçisi olarak
çalıştı. 1988 yılında Genel Maden İşçileri Sendikası Genel Merkezi’nde
(Zonguldak) Teşkilatlandırma Uzmanı olarak çalışmaya başladı. 1990 Madenci
Grevi’nden sonra yönetim tarafından işine son verildi.
1991 yılında
tekrar maden işçiliğine geri döndü. Makine bakım ustası olarak çalışırken
emekli edildi.
Emekli olduktan
sonra bütün zamanını araştırmalara ayırarak, Kasım 1996’da “Zonguldak Madenlerinde Hükümlü İşçiler”
adlı ilk kitabını yayınladı (KESK Maden-Sen Zonguldak Şubesi, Yayın NO:1).
Hemen ardından Nisan 1997’de de “Kömür
Tutuşunca” isimli kitabı (Evrensel Basım Yayın), Haziran 1998’de
yayınlanan üçüncü kitabı “Asker İşçiler”
(Ceylan Yayıncılık) kitapları yayınlandı.
Toplam 5 cilt
olarak planlanan “Zonguldak Taşkömürü Havzası Tarihi”nin
(1840–1865) arasını ele alan “Birinci Kitap”ı, Ocak
2006’da Sistem Ofset Yayıncılık (ANKARA) tarafından basılmıştır.
Daha çok; maden,
maden hukuku, maden tarihi, madenlerde işçi hareketleri ve yerel tarih gibi
konularda araştırmaları yapmakta olup “yoğun emek sömürüsü” üzerinde
yoğunlaşmaktadır.
Yerel dergi ve
gazetelerde çok sayıda makalesi yayınlamış olup, halen 1865-1908
yılları arasını kapsayan Zonguldak Tarihi çalışmasının ikinci cildi yayına
hazırlanmaktadır.
Evli ve üç çocuk
babasıdır.
[1] Bilge Umar,
Antik Çağlarda “Sandarake” olan derenin ismi için “Sanda-(u) ra-ka” “Yüce Sanda
Yeri” dir, diyor. “Sanda” ise daha önceleri Anadolu’da yerleşmiş Luwiler’in baş
tanrısı adıymış. (Bilge Umar, Türkiye’deki Tarihsel Adlar. İnkilap Kitapevi
1993.s:705
[2] Saf, aptal.
[3] Hammaddeler
işlemek, enerji kaynaklarını yaratmak için kullanılan yöntemlerin ve araçların
bütünü.
[4] Karadeniz
[5] Zaman
bilimi
[6] Sebze
satmak için kurulan derme çatma satış
yeri.
[7] Günümüzün
ekonomi bakanı
[8] Daha fazla bilgi için bkz. Zonguldak
Madenlerinde Hükümlü İşçiler. Erol
Çatma. KESK/MADEN-SEN Zonguldak Şubesi Yayın No: 1 Kasım 1996
[9] 1)
Madencilik faaliyetleri sebebiyle yeraltında oluşan boşluklardan dolayı, üst
formasyonların oturması sonucu yeryüzünde meydana gelen çöküntü. Bu çöküntünün
tesir sahası üzerinde bulunan yapılarda
hasarlar meydana gelebilir. Bina, kanal, karayolu ve demiryollarında
kendini belli eden bun tür hasarlara tasman zararı denir.
[10] Poröz,
çözünebilir ve kalınlığı fazla kayaçlar (bilhassa kireç taşları) içinde, bunlar
boyunca veya derine doğru hareket eden meteorik sularla daha az olarak çökel
havzalardan türeyen ılık ve sıçak
suların ; derin yerleşimli magmatik bir
kaynakla ilişkili sıcak sıvıların
oluşturdukları, çözünme, aşınma ve çökme ile oluşan erime yapıları.
[11] İlk okul.
[12]
Ayrıcalıklar bakımında yukarıdan aşağıya doğru kesin ölçülerle sınırlanmış
bulunan, en yoğun biçimiyle Hindistan’da görülen toplumsal sınıfların her biri.
[13] Teneke
mahalle, “Kimi büyük kentlerde görülen, fiziksel ve toplumsal bakımlardan geri
ve yoksul kesim” olarak literatürde yer almaktadır. Bunun biraz daha başka bir
ifade şekli olan “Bozulma bölgesi - gecekondu” olarak da yazıldığı
görülmektedir.Başka bir sözlüğe göre de; bozulma bölgesi, “Konutların ve öbür
toplumsal hizmetlerin düşük nitelikli olduğu, insanlar arasında türlü toplumsal
bozuklukların yaygın bulunduğu yerleşme (genellikle kent) bölgesi” olarak ta yazılmaktadır.
[14] Kırsal
kesimden büyük kentlere göç eden emek gücünün, kamuya veya özel kişilere ait
araziler üzerine kaçak olarak yapmış olduğu, sağlık ve bayındırlık kurallarına
uymayan konutlardır.” Yani otoriteye
karşı gelme, kapitalist toplumda kendisine gayri meşru olarak bir konutluk yer
edinmedir.
[15] Kenar
mıntıka - Marjinal; “İki ayrı ekin bölgesine bitişik olan ve her ikisinden de
kesinlikle etkilenen bölgelere Budunbilim’de verilen ad” şeklinde
açıklandıktan sonra, burada yaşayan insanları da “Kıyı İnsan” şeklinde
sınıflandırarak “Toplumsal ve ekinsel değişimler sonucu herhangi bir toplumsal
kümenin tam olarak katılmış, bütünleşmiş üyesi olmayan kişi” olarak açıklama
yapılmaktadır.
[16] Romence
mısır anlamına gelen bir sözcüktür. Havza’da mısır unu ve su karşımı klapadır.
[17] Mısır
Amerika’nın keşfedilmesinden sonra Avrupa’ya ve 17 nci yüzyılda da Osmanlı
İmparatorluğuna gelmiştir. Avrupa’nın birçok ülkesinde ve Hollanda’da,
Almanya’da “mısır” tahılının bir adı da “Türk buğdayı”dır, Romanya’da ki ismi
ise “Malay”dır. (Fernand Braudel, Maddi Uygarlık -Ekonomi ve Kapitalizm –Cilt
2, 1993, Gece Yayınları, s:130–33)
[18] Mısır
galetası, yani ekmek, ağır ateşte ve toprak kalıplarda pişirilen pastalar,
ateşte patlayan mısır taneleri, bunların hiç biri yeterli gıdalar değildir,
besleyiciliği yoktur. (Fernand Braudel, Maddi Uygarlık -Ekonomi ve Kapitalizm
–Cilt 2, 1993, Gece Yayınları, s:130–33)
[19] Üç bölümden
oluşan, üçlü.
[20] Bilme
anlama, bilim.
[21] Şimdi Asma
taksi durağı.
[22] Ara-arada
kalma.
[23] Anamalcı düzende üretim
araçlarını ellerinde bulunduranlarla çıkarları bunlarla özdeş olanların
oluşturduğu toplumsal sınıf. Burjuva sınıfı.
[25] Çağdaşlaşma, çağcıllık.
[26] Bir toplumsal sınıf
üyelerinin toplumdaki sınıfsal yapı içinde
belli bir basamakta bulunduklarını, bu yeri belirleyen etkenlerin neler olduğunu kavramaları, durumlarını iyileştirmeyi
ortaklaşa olarak amaçlamaları.
[27] Hastalık belirtileri.
[28] Görünüş, durum
[29] Osmanlı kitabi ve yazma
çevirileri yazara aittir.
Yorumlar