NAİF BİR MADENCİ DOSTU NEDİM GÜNSÜR
NAİF
BİR MADENCİ DOSTU
NEDİM
GÜNSÜR
1924-1994
Nedim GÜNSÜR 10 Nisan
1924 tarihinde, Ayvalık kasabasında doğdu. Babası Abdurrahman İzzet Bey, 1907
yılında İstanbul Harbiye Okulu'ndan, Bekirağa Bölüğüne sürülmesinden sonra, iyi
bildiği Almancası sayesinde İzmir'in Dikili İlçesine Gümrük Memuru olmuştu.
Abdurrahman İzzet Bey 1911 yılında, Vidinli Mehmet Bey'in kızı, Dikili doğumlu, Fatma Nigar Hanım ile
evlendi. Bu evliliklerinden Mevhibe ve Melek'in ardından ailenin üçüncü çocuğu
olarak Nedim GÜNSÜR dünyaya gelmiştir.
Nedim GÜNSÜR, henüz 40
günlük bir bebekken, ailesi İstanbul'a göç etti. İzzet Bey, Haydarpaşa Gümrüğü'nde işe,
Kızları Mevhibe ve Melek Erenköy Kız Lisesi'nde eğitimlerine başladılar. Nedim
GÜNSÜR, hayatının bu süreçlerini şu sözcüklerle anlatmaya başlar:“Kişinin
kendini anlatabilmesi zor: Üstelik o kişi kendini sözcükler yerine çizgiler,
biçimler ve renklerle anlatmaya alışmış ise...”. Sonrasında, ressamlıkla
sonuçlanacak yaşamının temeli bu dönemde atılmıştır.
Bir resim tutkunu olan
babası İzzet Bey, gümrük işlerinin dışında kalan zamanlarını yağlıboya, tasarı
ve bazen de kopya resimler yaparak geçirir. Bu çalışmaları resim sanatında
iddialı olmasından değil, resme olan sevgisi ve tutkusu nedeniyle yapar. Öte
yandan, İzzet Bey'in geceleri yaptığı yağlıboya resimler ertesi gün çalıştığı
dairedeki arkadaşları tarafından yoğun ilgi görmekte ve kapışılmaktadır. Yıllar
geçtikçe, Nedim GÜNSÜR, babası İzzet Bey'in lamba veya mum ışığında yaptığı
resimlerin tamamına yakınını heyecan ve büyük bir ilgiyle izlemiştir.
1933 yılına
gelindiğinde Nedim GÜNSÜR'ün dördüncü kardeşi Meral dünyaya gelmiş ve 1936
yılında Nedim GÜNSÜR Kadıköy Ortaokulu'na kayıt olmuştur.1937 yılında babası
İzzet Bey zatürree hastalığını atlatamaz ve hayatını kaybeder.
Babasının ölümünden
oldukça etkilenen Nedim GÜNSÜR, bu süreçte isyankâr ve asi bir kişilik
sergiler, ayrıca aynı dönemde gelen şikâyetlerin yanında okulu da bırakmak
istemektedir. Ablası Melek, okuldan ayrılıp babasının yerine Gümrük
Memurluğu'na devam etmiş ve Nedim GÜNSÜR'ün yetiştirilmesini üstlenmiştir.
1938 yılında Yüksek
Öğretmen Okulu'ndan mezun olan diğer ablası Mevhibe, Afyon Lisesi'ne
atanmıştır. Ablası Mevhibe ve eniştesiyle birlikte Afyon'a giden Nedim GÜNSÜR,
yavaş yavaş, isyankâr kişiliğinden, eski efendi olarak tanındığı haline
dönmüştür. Bu süreçte Afyon Lisesi'ne devam eden GÜNSÜR'ün, Afyon Lisesi'ndeki
öğrenciliği döneminde yaptığı resimlere ilgi gösteren öğretmeni, o yıllarda
Nedim GÜNSÜR'ün resme olan ilgi ve yeteneğini görüp, - belki farkında olmadan -
yaşamının yönünü belirlemesinde yardımcı olacaktır. Nedim GÜNSÜR bu dönemini
şöyle ifade eder: “Okulda en mutlu anlarım resim derslerinde geçiyordu. Tabiat
sevgime, her yönden önemsediğim babamın geceleri ve Pazar günleri yaptığı resim
çalışmalarındaki etkilenmeler de eklenince durmadan resimler yapmaya başladım.
Ortaokulun
son sınıfında, resim öğretmenimizin düzenlediği bir yarışmada aldığım bir
armağan üzerine bu, Güzel Sanatlar Akademisi'ni ayrıntıları ile anlatan ve
içinde okulla ilgili fotoğraf bulunan bir broşürdü- ressam olmaya karar
verdim.”
Nedim GÜNSÜR, 1942
yılında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'ne girer. Burada obje, heykel, canlı
model, doğa gözlemine dayalı kroki, eskiz ve etüt çalışmalarında bulunur.
Hocası Bedri Rahmi'nin yol göstermesi sayesinde, gördüklerini, izlenimlerini
resim kuralları çerçevesinde çalışır. O yıllarda Tophane, at arabaları ve
nalbantlarıyla hareketli bir semttir. GÜNSÜR, günlerce nalbantların arasında,
nalbantların ve atların desenlerini çizer. Çizdiği desenlerdeki figür anlayışı,
siyah - beyaz dengesi hocası tarafından beğenildiğinden, yaptığı resimlerin
değerine inanmaktadır. Dönemin anlayışı olarak, resmin dilini öğrenmek için en
sağlıklı yöntem “doğadan” ve sanat tarihinin başyapıtlarından yola çıkarak
mesleğin sırlarını çalışarak keşfetmektir.
Bedri Rahmi EYÜBOĞLU, atölyesindeki sanat
eğitiminde, sezgi, sevgi ve çalışmanın en az bilgi ve birikim kadar önemli
olduğunu söyleyip resmin alfabesini kendi sanatsal deneyimlerinden yola
çıkarak, şair yanını da ortaya koyacak biçimde, iki dizede formüle ederek
öğrencilerine aktarır: “dört küheylan çeker arabamızı; biri çizgi, biri leke,
biri benek, biri renk.”
Öğrencilerini her
yönüyle geliştirmek isteyen bir resim hocası olarak Bedri Rahmi, yalnız resim
yapmayı değil, onlara kitap okuma zevkini, edebiyat ve şiiri de sevdirmeye
çalışmaktadır.
1948 Haziran'ında
İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nden mezun olan Nedim GÜNSÜR, bu sıralarda
izlenimci olarak değerlendirilebilecek etkilerle resim yapmıştır. Bu yıllarda
yapmış olduğu resimler arasında, Çıplak (1945), Atölyedeki Kız (1946) (Resim
1), Petnahor' da Kamp (1947), Nalbant (1947), Kahve (1946), Yoğurtçu Parkı
(1947) ve Bahçe (1946-47) gibi eserleri bulunmaktadır.
Üslubu ve kişiliğinin
oluşumu bağlamında Nedim GÜNSÜR'ün resim dünyası, ünlü naif ressam Theodore
ROUSSEAU ile yakınlık göstermektedir. Onunda da resme başlangıcı, bir gümrük
memuru olan babasının gece, bir lamba ışığında yaptığı işleri heyecan ve
dikkatle seyretmesiyle başlamıştır.
Bedri Rahmi öğrencilerine
birlikte bir sergi açmaları gibi öğütler vermiştir. Bu istek 12 Mayıs 1947
tarihinde On'lar Grubu'nun ortaya çıkışı ile sonuçsuz kalmaz. Bedri Rahmi
EYÜBOĞLU atölyesinin öğrencilerinden oluşan grup, Onlar Grubu adı altında
birleşmiştir. Bedri Rahmi ve öğrencileri Türk Resminin, Türk kültürünün özüne
ait olan halılardan, minyatürlerden, işlemelerden ve Türk motiflerinden
oluşturulması gerektiğini savunmuş ve bu amaç doğrultusunda, Türk Resim
Sanatı'nda geleneksel kaynakları, minyatür, hat ve kilim, halı ve mozaiklerin
esinlerini çağdaş yorumlarla birleştirmişlerdir.
Batı resmindeki soyut
akımlarla, geleneksel motiflerimizi sentezleme çabası içinde olan grup ilk
sergisini Güzel Sanatlar Akademisi'nin yemekhanesinde açmıştır.
1950'li yıllar, Türkiye'de çok partili
demokratik sisteme geçiş ve liberalleşme döneminin başlangıcıdır. Aynı zamanda
ekonomide, siyasette, kültür ve sanatta dış dünyaya açılım yıllarıdır. 1950'ler
Türkiye'de, dış dünyaya açılımla birlikte yabancı kültürlerle etkileşimin
arttığı, yerel - mahalli ve ulusal kimlik sorunsalı ve evrensel değer
karşıtlığının tartışıldığı, bu karşıt tavır çekişmeleri içinde evrensel kültür
değerlerine katılma arzusunun yükseldiği bir dönemdir.
On'lar Grubu da
etkinliğini aktif olarak 1947 - 52 yılları arasında gerçekleştirmiş olmasına
rağmen, eylem süresi on beş yılı kapsayacak bir çalışma içerisinde bulunmuştur.
Nedim GÜNSÜR, İstanbul Devlet Güzel
Sanatlar Akademisi'ndeki eğitimini tamamlamasının ardından, Fransa Devleti'nin
Akademi'yi birincilikle bitirenlere vermiş olduğu altı aylık bir bursla Paris'e
gider.
Paris yılları, bir tür
kişilik arayışı içinde bulunan GÜNSÜR için, sonraları olumlu sonuçlar doğuran
acemilik dönemi olarak görülür. GÜNSÜR içinde bulunduğu dönemi,“Bu ucu bucağı
olmayan koskoca kentte dört uzun yıl. Bir yıl dilsizlik, ezici görünümüyle batı
uygarlığı, müzeler, yüzyılların dünya kültür birikimi. Bir süre şaşkınlık,
küçüklük duygusu, ezilmişlik, giderek topluma uyum kıpırdanışları.” diyerek
özetlemiştir.
Nedim GÜNSÜR, dört
buçuk yıl süren Fransa yaşamının ardından Türkiye'ye döner. Fransa'dayken sol
görüşlü bir gazete olan HUMANITE'nin satışında görev almasından dolayı,
Fransa'daki öğrenci müfettişlerinin tuttuğu raporlar sonucunda gemiden
İstanbul'a indiğinde polisler tarafından karakola götürülür. GÜNSÜR'ün sol çizgideki siyasal düşüncesinden
dolayı, karakoldaki sorgusunun sonrasında da takip edilme süreci uzun yıllar
devam etmiştir. Siciline “pasif komünist” ibaresi konulmasına kadar, zaman
zaman evinde de kontrol edildiği görülmektedir.
Dönüşünde hemen askerliğe müracaat
etmiş ve yedek subay olarak İzmir Kandıra'da 1953 yılında askerlik görevine
başlamıştır. Terhis olduktan sonra da, resim öğretmeni olmak için dilekçe
vermiştir.
1954 yılında Nedim
GÜNSÜR, arkadaşı Rıza ŞENTUNA'nın evinde, kendisi gibi bir kitap düşkünü olan
Emine ÇELİKBİLEK ile tanışır. Panait ISTRATİ'nin “BARAGA'NIN DİKENLERİ” adlı
kitabı hakkında tartışmalarıyla başlayan arkadaşlıkları, 9 Eylül 1954'te Bedir
Rahmi EYÜBOĞLU'nun şahitliğinde evlenerek hayatlarını birleştirmeleri ile boyut
değiştirmiştir.
Sınıf öğretmeni olan Emine Hanım ile birlikte, atamasının gerçekleşmesi için ayrı bir dilekçe daha veren Nedim GÜNSÜR, eşiyle beraber onun dokuz yıldır çalıştığı Zonguldak'a gider. GÜNSÜR, atamasını beklediği bu dönemde durmadan, dinlenmeden madencileri işler. Henüz tayini gelmediği için bol bol Çatalağzı, Kilimli Ocakları'nın ağzında işçilerle görüşür, notlar alır. Zonguldak'ta boş yer olmadığı cevabı verilmesinin ardından, Zonguldak'tan milletvekili seçilen bir arkadaşları sayesinde 1955 yılında Karadeniz Ereğli’ye ataması gerçekleştirilir. Atama haberini aldığı gün '' Liman'' ve '' Kara Suratlı Madenci'' resimlerini bitirdiği gündür. Aynı yıl Günsür ailesinin tek çocuğu oğulları Mehmet dünyaya gelir. 1956 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yeni binası için istenen ''Ereğli Limanı ''tablosunu bitirir.Bir yıl sonra Ereğli maden işçilerinden esinlenen ikinci kişisel sergisini İstanbul, Türk -Alman Kültür Merkezi'nde açar.
Öğretmenlik yaptığı
ortaokulun müdürü, daha sonraki süreçte, Nedim GÜNSÜR’ e her ay hakkında rapor
verdiğini itiraf etmiştir. Anlaşılan komünistlik faaliyeti içinde olup olmadığı
devlet tarafından hala takip edilmektedir.
Zonguldak yılları ona maden işçileri
figürleriyle başlayıp ilerleyen yıllarda hem dramatik içerik hem de üslup
kaygılarının yönelttiği bir doğrultuda özel çizgisini kurup geliştirme imkânı
sağlar. Figürler bu maden işçileri resimlerinde grafik etkilere, kesin ve net
çizgi oluşumları şeklinde biraz daha bağlıdır. Madenci figürlerinde parçalanmış yüzey
görünümleri aslında ardındaki zor yaşam koşullarının bir yansıması gibidir. Zor
yaşam koşullarını sadece sade bir mesaj olarak yansıtmaktan yana olmayan
GÜNSÜR, yansıtmayı amaçladığı mesaj ve içeriğe uygun bir anlatım biçimini
bulmaya çaba göstermiştir. Bu çaba, toplum gerçekliğine daha duyarlı olmasına
ve zamanla belli karakteristik çizgisini oluşturup figür seçkinliğinde belli
bir seviyeye ulaşmasını sağlamıştır.
Nedim GÜNSÜR de 1950
kuşağından bir kısım sanatçı gibi yöre insanına dönük resim çalışmalarını
kişisel yorumlarını göz önünde tutan gerçekçi amaçlara göre derlendirip bu
noktada yoğunlaştırmıştır. Çalışmalarında figür bir yanda kaderine boyun eğmiş
gibi görünür, sırtlarında yorganlarıyla gurbetçi, çaresiz bakışlarıyla
gecekondu insanları, çeşme önünde su kuyruğundaki insanlar ve de sırtlarında
ölülerini taşıyan maden işçilerine dönüşerek.
Gerek bilinç niteliği,
gerekse dil açısından Paris bir şaşkınlık dönemidir. Zonguldak'ta ise Nedim
GÜNSÜR tam olarak görmeye başlamıştır. Bu süreci şu kelimelerle ifade etmiştir:
“Zonguldak döneminde önemli bir değişme zorunluluğunun arifesine geldiğimi
anladım. Burası bir maden şehriydi. Yerin altı tüneller, oyuklar ve kapkara
olmuş kömür işçileriyle dolu. Karanlık bütün kente yansımış; deniz bile kara.
Trenlerin biri gelir, biri gider; üç vardiya binlerce toprak altı ve üstü
işçisi arılar gibi çalışırlar. Yükleme tesislerinden şilep ambarlarına akan
Kara Altın'ın kentte bütün gece ve gündüz duyulan uğultusu. Grizu patlamaları,
göçükler, sakatlıklar, ölümler... Yine de bitmeyen bir savaşım. İşte bu kenti
insanıyla, yaşamıyla resimselleştirmek istedim. Fransa'da edindiğim biçimci
resim anlayışı yetersiz ve yüzeysel kalıyordu. Madenci yaşamının içeriği ile
bütünleşebilecek ve geniş kitlelere seslenebilen bir deyiş [ifade] bulmalıydım.
Açık bir resim dili şart oluyordu. Buradan hareketle zaman zaman ve yer yer
naif öğelerin de bulunduğu “Dışavurumcu – Anlatımcı” bir deyiş oluşturdum”
1954'te gittiği
Zonguldak'ta başladığı “Madenciler” dizisi resimlerini, İstanbul'a döndükten
sonra da, 1960'lı yıllara kadar devam ettirmiştir. Notlu ön çalışmalar,
etütler, değişik zeminlerin üzerine füzen, kurşun kalem, boya gibi malzemelerle
portre ve boy figürü olarak yapılmış madenci çalışmaları ve kompozisyon
araştırmaları yapmıştır. 1957 yılında Türk Alman Kültür Merkezi'nde açılan
ikinci kişisel sergisini “Madenciler Serisi”nden oluşturmuştur. Bu sergide yer
alan resimleri şunlardır: “Madenciler”
(1954) , “Ayakta Duran Madenci” ve “Ayakta Duran ve Dinlenen Madenciler” (1955)
“Ocak içinde İşçiler”, “E.K.İ. İşçisi İş Başında”, “Maden İşçileri Yemekhanede”
(1956) gibi desenler ve çalışmaları ile birlikte “Yaralı Madenci” (1955),
“Madenci ve Ailesi” (1956) ,“Zonguldak Limanı ve Madenci” (1957), “Sarı Madenciler
- Maden Ocağında” (1959) , “Madenci” ve “Madenci Sofrası” (1960) , “Madenci”
(1964) gibi yağlıboya tabloları.
Eserlerde çalışan işçi
kitlesi, kömür isinden kararan görüntüleriyle siyah - beyaz etkisinde
soyutlanmış figürler olarak görülmektedir. Karanlık yüzeylerin içinden gözler
dehşetle bakmaktadır.
“Yüz karası değil kömür karası. Böyle
kazanılır ekmek parası” dizeleriyle Orhan Veli “Destan Gibi” adıyla maden
işçilerini böyle şiirleştirerek özetlemektedir. Çetin iş koşullarının yüzlerde
yarattığı bezgin ama umursamaz, taşlaşmış, donmuş, ürkütücü halleri biçimsel
dışavuruma uğramıştır.
Zonguldak dönemi, GÜNSÜR için yoğun
bir çaba, kendini arama dönemidir. Zaman zaman çelişkilere düşer. Bir resminde
ön plandaki madenci figürü “soyut” anlayışa yönelirken, arka planda bununla
bağdaşmayan izlenimciliğe kaçan bir kent manzarası vardır. Aynı zamanda, usta
resimlerin de başlangıç dönemidir.
1959'da yerleşmek üzere
İstanbul'a döndüğünde bir yandan "madenciler" bir yandan
"savaş" resimlerini sürdürürken yavaş yavaş da
"bayramyerleri" resimleri oluşmaya başlamaktadır. Göçerler de önemle
üzerinde durduğu bir konudur. Bir diziyi sürdürürken, bir taraftan da diğer
diziler başlar ve genellikle birlikte sürdürülürler.
Nedim GÜNSÜR ele aldığı konuları,
bu konularla ilgili problemleri içselleştirmektedir. Madenciler ve göç
resimlerini yapmak istediği kadar birebir yaşayıp etkilendiği ve sorguladığı
konulardır.
Nedim GÜNSÜR 1960'lı
yıllar ve sonrasında yaptığı resimlerinde toplum ve birey, yaşam ve sanat
sorununu birbirinden ayırmayarak iç içe kullanır. Hayal kırıklıklarıyla umut,
üzüntüyle sevinç ayrı ayrı ele alınırken bazen bir arada var olur. Siyah
resimler (Zonguldak Dönemi - Madenci Resimleri) yavaş yavaş yerini, aydınlık
gökyüzü, çocuk sesleriyle dolu bayram yerlerine dönüşürken “Çocukluğum Kuşdili
Çayırında geçmişti benim. O zamanlar hep daha mutlu günlerin geleceğine
inanırdık” sözleriyle biçimlerinde ifade ettikleri lunaparklar, uçan balonlar,
cambazlar o mutlu günlerin arayış ürünleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu
çocuksu resimlerinde GÜNSÜR, buruk yanını göstermektedir aynı zamanda.
Resimlerdeki büyük - küçük bütün insanlar mutluluğu aramaktadır fakat
kalabalığın içinde yalnızlık hissi bir yandan kendini göstermektedir.
Bayramyeri tablosunda herkes kendi dünyasında, kimse kimseyle göz temasında
bulunmamaktadır. Evrensel, dramatik bir tema olan yalnızlığı resimlerinde bu
derece iyi işlemektedir.
1960'lı yılların
Türkiye'sinde kentleşme olgusuyla başlayan göç kavramı birçok sanatçı gibi
Nedim GÜNSÜR'ü de etkilemiştir. Sırtlarında yorganları, ellerinde azık
torbaları ile kentin yolunu tutan insan kalabalıkları iş bulma ve daha güzel
bir yaşam umuduyla yollara düşerler. Sadece köyden kente şeklinde sınırlı
kalmaz, Avrupa'nın değişik ülkelerine, özellikle Almanya'ya kadar uzanır bu
yolculuk. Hamburg - İstanbul trenlerinin pencerelerde donup kalmış insanlar,
garda donup kalmış el sallayanlarla, İstanbul - Frankfurt treninin penceresinin
önünde gurbete gidecek eşini uğurlayan kadın ve çocuklar, çaresizliğin
yoğunlaştığı bir toplum gerçeğini hissettirmektedir. Vagon penceresindeki
gurbetçi, umutsuzluğun, bezginliğin izlerini taşımasının aksine zorluklara,
çaresizliğe direnç gösterir konumdadır. GÜNSÜR, toplum gerçeğinin somut
görüntülerini, gözlemci sadakati içinde sunarken olayları, görüntüleri
abartmaz.
Madenciler dizisi
içerik ve GÜNSÜR'ün sanatsal çizgisinin biçimsel oluşumu bakımından önemli bir
dönemdir. Maden kömürünün karası sanatçının uzun süre gökyüzünde bile maviye
geçmesini engellemiştir. Ağır gri ton bu dönemin belirleyici özelliklerinden
olmuştur.
1963 yılında Nedim
GÜNSÜR annesi Fatma Nigar Hanım felç hastalığından vefat eder. Aynı yıl içinde
XXIV. Devlet Resim ve Heykel Sergisi'nde birincilik ödülünü kazanır. 1973
yılında ise Cumhuriyet'in Ellinci Yılı Sergisi'nde Atatürk Ödülüne layık
görülür.1979 yılında İzmir Televizyonu Nedim GÜNSÜR hakkında bir belgesel
hazırlamıştır. Fakat Televizyon yönetimi belgeselin gösterilmesini engeller.
Anlaşılan pasif
komünist sicili yine karşısına çıkmıştır. 1993 yılında Annesinin memleketi
Dikili'de yazlık sahibi olur, bu Nedim GÜNSÜR'ü Oğlu Mehmet'in doğumundan sonra
o kadar mutlu eden ikinci olaydır. Ama bu yazlıkta ancak 1 yıl yaşamak nasip
olur. İzmir Tıp Fakültesi Hastanesi'nde fıtık ameliyatı sonrası geçirdiği zatürree
ile kalbe giden pıhtı 12 Kasım 1994 tarihinde Nedim GÜNSÜR' ün hayatında son
nokta olur. Reklamcılığın yanı sıra edebiyat ve resim alanında da çalışan
eserler veren biricik oğlu Mehmet GÜNSÜR ‘de genç sayılacak bir yaşta 19
Haziran 2004'te kalp krizi sonucunda hayata veda etmiştir. Hayat arkadaşı Emine
Hanım ise 25 Ağustos 2013 tarihinde vefat etmiştir. Nedim GÜNSÜR' ün torunu
Yazgülü GÜNSÜR dizi oyuncusudur.
Nedim GÜNSÜR duyarlı
hassas bir sanatçı olarak toplumun her kesiminden ve her yaştan insanı
resmetmiştir. Geleneksel kaynaklardan yola çıkarak oluşturduğu bireysel sanat,
biçiminin birer imzası niteliğindedir. Burada son sözü Turgay GÖNENÇ’e
bırakalım o GÜNSÜR'ün resmini şöyle anlatmaktadır: “Nedim Günsür'ün resim
macerası, siyah-beyaz başlayıp, renkli sona eren bir film gibidir.
Ressamlığının İlk yıllarında, o zaman da tutucu olan bu adam, Cezayir Savaşı,
kıyımlar, patlayan maden ocakları çizip boyadı: Renkli siyahlar ve grinin bin
bir tonunu kullanarak...”
Kaynakça:
1-Yeliz
İŞANÇ “Yeni Türk Gerçekçiliği ve Nedim Günsür” (Yüksek Lisans Tezi,Trakya
Üniversitesi,2008)
http://193.255.140.18/Tez/0069676/METIN.pdf
Yorumlar