93 HARBİ MUHACERETİ VE HAVZA-İ FAHMİYE’YE ETKİLERİ
93 HARBİ MUHACERETİ VE HAVZA-İ FAHMİYE’YE ETKİLERİ
EROL ÇATMA
Tarihte 93 Harbi olarak yer alan 1876-1878 Osmanlı Rus
Savaşı için bir çok kitaplar yazılmasına rağmen özellikle bu savaşın Havza-i
Fahmiye’ye olan etkileri bilinmemektedir..
Maden ocaklarının bir kısmında asker çalıştıran Havza’nın,
özellikle Karadeniz’in Kuzey kıyılarındaki savaştan hem asker sevki hem de
göçler nedeniyle etkilenmesi oldukça büyük boyuttadır.
Yazışma tutanaklarında Havza’da çalışan askerlerin sık sık
cephelere sevk edilmesinin yanında asker olmayan işçilerinde ücretlerinin
ödenmemesi, firarlar ve buna bağlı üretimle birlikte nakliyatın aksaması da son
derece dikkate değerdir.
Bütün bunlara bir de Havza’ya gelen göçler eklenince
problemler daha da artmıştır.
Bu çalışma, sadece “göçler nedeniyle” Havza’nın
etkilenmesini açıklayacaktır.
Havza-i Fahmiye’ye en fazla etkisi söz konusu olan
göçler 93 Harbinin doğurduğu göçlerdir. Konumuza açıklık getirebilmek için
öncelikle 93 Harbi öncesindeki göçlere de değinmemiz gerekmektedir.
1858-1863 DÖNEMİ
Kafkasya bölgesinden kitleler halinde göç 1858 yılında
başlamıştır. 1858-1859 yıllarında daha çok Batı Kafkasya’dan (Bilhassa Kuban
Boylarında oturan Çerkez ve Nogaylardan) ve Dağıstan’dan gelenler olmuştur.
Rusların, Doğu Kafkasya’daki savaş sona ermeden Kuban Nehrinin güneyindeki
ovada ve dağlara kadar uzanan toprak şeridinde oturan kabileleri sıkıştırmaları
ve onları (Bunlar, Bjeduglar, Makhoşlar, Kemirguveyler, Besleneyler ve
Nogaylardır) bu nehrin sağ tarafındaki ovaya göç etmeye zorlamaları veyahut da
başka bir ülkeye göç etmek zorunda bırakmaları göçlerin başlangıç nedenidir. Bu
dönemde göç edenler, Çerkezlerin ve Nogayların özellikle Beşno ve Canboyluk
kabilelerinden idiler. Deniz yoluyla İstanbul’a veya Karadeniz’deki limanlara
geliyorlardı. Dağıstanlılar ise kara yolundan Erzurum Vilayetine ulaşıyorlardı.
Doğu Kafkasya’daki Rus saldırısı ilerledikçe Dağıstan’dan
gelen göçmenlerin sayısı da artmıştır. Fakat yine bu bölgeden gelenlerin
miktarının diğer kabilelere oranla pek fazla olmadığı anlaşılıyor. Gelenlerin
büyük çoğunluğunu Çerkez ve Nogaylar (Bir miktar da Abazalar) meydana
getiriyordu.
Batı Kafkasya dan gelenler 18 Kasım 1858’den 28 Kasım 1859’a
kadar geçen yaklaşık bir yıl içerisinde 17.003 kişiyi bulmuştur. Bunlardan
11.309’u Nogay olup iskan edilmek üzere Adana ve Dobruca’ya gönderilmişlerdir.
5694‘ü Çerkez ve Abaza idi. (Bunların 184’ü Besni (Besleney), 2088’i Hatukuay
696’sı Tam, l04’ü Halbuka (Haybiko) ve Hable, 360’ı Bzeduh (Bjeduğ), 1002’si
Catmal (Zambal da yazıldığı görülmektedir.) idi. Bu sayı 27 Aralık 1859’da
26000 kişiye çıkmıştır. 1859’dan itibaren göçün temposu arttı. 2 Mayıs 1861’e
kadar gelen Kafkasya göçmenlerinin mevcudu 150 bini bulmuştu.
1859’dan sonra savaşın ağırlığının Batı Kafkasya’ya kayması
üzerine o taraftan gelen göçmen sayısında artma oldu. Daha Ruslar Batı
Kafkasya’yı tamamıyla ele geçirmeden, savaşın sonucunun belli olması ve
Rusların baskısı nedeniyle kabileler arasında göç hareketi hızlandı ve
binlerce, on binlerce kişilik kafileler göçe başladılar.
Ekim-1863 de Trabzon’da 5000 kadar nüfus birikmiş ve Sinop
ile Samsun limanlarında da kalabalık bir göçmen kitlesi yığılmıştı. Bir yıl
boyunca gelenlerle birlikte iskan yerlerine sevkleri geciken ve bu yüzden
iskelelerde yığılan göçmenlerin sayıları da problemleriyle birlikte gittikçe
artacaktır.
1863-1864 DÖNEMİ, "BÜYÜK GÖÇ"
Rusların, Çerkez ve Abaza kabilelerini Kuban’ın Kuzeyine
veya Osmanlı topraklarına göçe zorlamaları göçün hızını ve nüfus sayısını
artırdı.
Daha başlangıçta Abzah kabilesinden 50.000 kişinin göç
edeceği haber verilirken 1864 yazında göç edenlerin miktarı 300.000’i aşmıştır
.
Gelen göçmenlerin başlıca çıkış iskeleleri Kerç, Taman,
Anapa, Novorossiski, Tuapse ve Soçi idi. Varış iskeleleri ise Batum, Trabzon,
sonra da Samsun, Sinop, İstanbul, Varna ve Köstence idi. Daha önceki yıllarda
gelenler nispeten az olduğu için doğrudan doğruya İstanbul’a çıkartılıyorlar,
orada bir müddet misafir edildikten sonra kesin yerleşme yerlerine
gönderiliyorlardı. Ancak göçmenlerin sayısının çok artmasının üzerine Karadeniz
Kıyılarındaki iskele ve limanlara (bu arada yukarıdakilerden sonra gelmek
üzere, Giresun, Akçaabat, Fatsa, İnebolu ve Ayancık gibi iskelelere dahi) da
göçmenlerin çıkartılması gerekmiştir. Burada önemli olan onları karaya
çıkartmak değil, hiç olmazsa bir mevsim geçene ve onlar için kesin iskan
yerleri tespit edilene kadar, misafir etmek barındırmak, beslemek ve kışlık
yakacaklarını temin etmek idi. Özellikle barınabilecek yerler bulmak büyük sayıda
göçmenin geldiği dikkate alınınca zor idi. Bunun için iskelelerde veya kasaba
ve şehirlerde boş durumdaki binalar, resmi dairelere ait binalar, kışlalar ve
çadırlardan faydalanılıyordu. Bunlarda yetmeyince halkın evlerine birer, ikişer
(Veya hane olarak) misafir olarak veriliyorlardı. En önemli varış iskelesi olan
Trabzon’da artık onların barındırılması mümkün olmayınca, göçmenlerin süratle
(1864’ün yaz aylarında) Varna ve Köstence limanlarına sevk edilmeye
başlandılar. Oralardan İskan edilecekleri Tuna Nehrinin güneyindeki ve Kuzey
Bulgaristan’daki araziye gönderilmişlerdir.
6-7 aylık bir süre (aşağı yukarı Ekim 1863’den Mayıs-1864’e
kadar) içinde 300 binden fazla (bu miktar Osmanlı limanlarına ulaşabilenler ve
belki de yalnız iskan edilebilenler veyahut deftere kayıt edilebilenlerdir. Bu
dönemde topraklarından ayrılarak göçe başlayanların ve Kafkasya’daki iskelelere
yığılanların bu miktardan çok fazla olduğu açıktır.) Göçmenin Kafkasya’nın
sahillerine ve iskelelerine yığılması hem Rusya’nın hem de Osmanlı Devleti’nin
beklemediği bir şeydi. Göçmenler Kafkasya’da aylarca gemi veya kendilerini
Osmanlı sahillerine taşıyacak taşıt beklediler. Osmanlı Devleti’nin veya
Rusya’nın tahsis ettiği gemiler çok yetersiz kalmışlardı. Ayrıca bir kısım
insanlık için, bir kısmı ise para için, Karadeniz sahillerinden bir çok balıkçı
ve denizci taka ve sandallarıyla bu nakliyat işine katıldılar. Ancak bu
teknelerin çoğu küçük olduğu ve alabildiğinden fazla yolcu aldıkları için bir
çoğu denizde battı. Bu nedenle de Osmanlı Hükümeti bu tip sandallarla göçmen
taşınmasını yasaklamak gereğini duydu. Aslında Rus ve Osmanlı Vapurlarına da
çok fazla göçmen bindiriliyordu. Bu nedenle de sıkışıklık, sağlık şartlarına
uymamak gibi nedenlerle bulaşıcı hastalıklar da çıkıyordu. Bunlar zaten aylarca
Kafkasya sahillerinde gemi bekledikleri sırada bütün yiyeceklerini bitirmiş
durumdaydılar. Hatta üstleri başları dahi perişan durumdaydı. Ancak pek azı iyi
durumdayken göç edebiliyordu.
Rusya, Kafkasya limanlarında biriken göçmenleri bir an önce
Osmanlı topraklarına nakil etmeye çalışırken, hem bu sorundan bir an önce
kurtulmak istiyor ve hem de Osmanlı Devleti’ni bu sorunla karşı karşıya
getirmek istiyor gibiydi.Gerçekten de Osmanlı İdaresi hiç beklemediği ve
önceden doğru dürüst hazırlık yapmasına vakit kalmadan yüz yüze geldiği bu
göçmen seli karşısında kaldı. Ülkenin mali ve ekonomik durumunun bozukluğuna
rağmen büyük masraflar yaptı. Buna rağmen göçmenlerin nakli, ancak 1865 kışında
tamamlanabildi. Kafkasya’da beklerken bir çoğu açlık, hastalık, soğuk ve
düşmanlarının saldırırlarından dolayı hayatlarını kaybettiler.
Zamanın Trabzon Valisinin hazırlamış olduğu bir teskerede
de, göçmen naklinde küçük deniz araçlarına çok fazla muhacir bindiği ve
bunların bir kısmının denizde battığını ve muhacirlerden bir kısmının
boğulduğunu belirtirken de Ereğli açıklarında batan bir
gemiden 450 muhacirden 100’ünün boğulduğunu belirtmektedir.
Havzanın, bu dönemdeki muhacirlerle tanışması Ereğli ve Alaplı kıyılarına
sürüklenen muhacir cesetleriyle olmuştur.
DOKSANÜÇ MUHACERETİ 1877-1878
Rus Çarı Aleksandr, Avusturya İmparatoru Franz Josef ile
1876 Temmuzunda anlaşarak kendi aralarında Sırp topraklarının Avusturya'ya,
Doğuda ki Bulgar topraklarını da Rusya'ya bırakılmasını kararlaştırmışlardır.
Bu planını uygulamak isteyen Rusya 24 Nisan 1877'de Osmanlı İmparatorluğuna
Savaş açmıştır. Rusların Beserabya'ya girmesiyle başlayan bu harp, Kafkaslar ve
Tuna olmak üzere iki cephede cereyan etmiştir. Tuna cephesinde bir yanda
Türkiye, öbür yanda Rusya ile;Türkiye'nin tabileri oldukları halde isyan ederek
Rusya tarafına geçen Romanya, Sırbistan ve Karadağ arasında geçen bu
savaş, Rumî 1293 yılına rastladığı için Türk tarihinde (93harbi) diye
anılmıştır.
Kırım harbinde ezilmiş olan Rusya boğazları ele geçiremediği
gibi, Balkanlardaki itibarı da sarsıldığından; bu savaşla hem boğazları
açılmaya zorlamak, hem de Balkanları nüfusuna alıp Islav birliğini
gerçekleştirmek istiyordu. Bu savaşta Kafkas cephesinde Ahmet Muhtar
Paşa’nın,Tuna cephesinde de Gazi Osman Paşa’nın kahramanca savunma yapmalarına
rağmen, Ruslar 1877 kasımında Kars'ı ele geçirerek Erzurum'a yönelmişler; Tuna
cephesinde 1877 aralığında Plevne'nin düşmesini müteakip, ocak 1878 de
Edirne'yi ele geçirerek, Çatalca önlerine kadar ilerlemişlerdir. Ruslara
İstanbul yolunun açılmış olması şehir halkını olduğu kadar Avrupa devletlerini
de endişelendirmiştir. Bu ilerleyişi durdurmak amacıyla, 3 Mart 1878 de
Yeşilköy Antlaşması imzalanmıştır. Daha sonra bu antlaşmanın yerini,13 temmuz
1878'de imzalanan, Berlin antlaşması almıştır. Berlin Antlaşması ile Osmanlı
İmparatorluğu Romanya, Sırbistan ve Karadağ prensliklerine tam istiklal tanıyor
ve bu devletçiklerin Osmanlı İmparatorluğundan ayrılmalarını kabul ediyordu.
Tuna ile Balkan dağları arasında; merkezi Sofya'da olmak
üzere bir Ortodoks İslav Prensliği, Bulgaristan devletçiği kuruluyordu. İç
işlerinde bağımsız olan bu prenslik, Türkiye'ye tabi olacak ve vergi verecekti.
Balkan Dağları'nın güneyinde ise Doğu Rumeli eyaleti
teşekkül ediyordu. Merkezi Filibe'de olan bu eyalette de Bulgarlara geniş
haklar tanınıyordu. Bu suretle;1909'da tam bağımsız olacak bir Bulgaristan'ın
temelleri atılıyordu.
Osmanlı İmparatorluğunun kaybı, toprak kaybından ibaret kalmamış,
bir milyondan fazla göçmen, Bulgaristan'dan İstanbul'a akmıştır. Sadece
1877-1878 kışında yaklaşık 300.000 insan kitlesi İstanbul'a akın etmiştir.
Harbin patlak vermesiyle, son 20 yıldır kışkırttıkları Hıristiyan Bulgarlarla
birlikte Rus askerlerinin Balkanlardaki yerli Müslüman halka karşı işkence,
toplu katliam, yağmalama ve ırza tecavüz biçiminde yoğunlaşan zulümleri,
Müslüman halkı her şeyini geride bırakarak, Anadolu yönünde göçe zorlamıştır.
Bulgaristan’da nüfusun yarısını teşkil eden Müslümanlar azınlık durumuna
düşmüştür. Bundan sonra, Osmanlı İmparatorluğu beşyüz yıldır muhafaza ettiği
Rumeli'den çekilmeye başlamıştır.
Göçlerle ilgili yazışmalara tarih sırasına göre göz
attığımızda olayın vahametini açıkça görebiliriz.
13 Temmuz 1877: Kaçan bir Türk göçmen
kafilesinin Hainboğazı'n da Bulgarlar tarafından imha edilmesi. Türklerin
Tırnovo’yu boşaltmaları. Müslüman ahalinin Osman Pazarı yollarına dökülmüş
olması. Razgrad ve Tırnova sancakları Türk göçmen kafilelerinin Bulgarlar
tarafından katledilmesi. Balkan taraflarında Rus ve Bulgar zulümleri.
14 Temmuz 1877: Tuna Vilayetinde Kazakların
yeni vahşetleri. Rusçuk taraflarında göçmenlerin imha edilmeleri. Varna’ya
doğru kaçan bir Türk göçmen kafilesinin Rus süvarileri tarafından kılıçtan geçirilmesi.
Tırnova - Ziştovi arasında yüzlerce insanın öldürülmesi.
15 Temmuz 1877: İstanbul'a çoğu yaralı 500
göçmenin gelmesi.
16 Temmuz 1877: İşgal edilen yerlerde Rus ve
Bulgar zulümleri. Camilere sığınan halkın diri diri yakılması. 300 arabalık bir
göçmen kafilesinin yok edilmesi.
21 Temmuz 1877: Hariciye Nazırı Arifi Paşanın
İsviçre Konfederasyonu Başkanına çektiği bir telgraf, “Rus askerlerinin 1864
Cenevre Sözleşmesini ihlal etmeleri. Hastahanelerin bombalanması, Müslüman
köylerin yakılması, masum halkın katledilmesi, bu arada 300 arabalık bir göçmen
kafilesinin yok edilmesi. Harp kaidelerine ve insanlık prensiplerine aykırı
olan bu davranışların, sözleşmeyi imzalayan devletlere duyurularak önlenmesi
lüzumu.”
26 Temmuz 1877: Bulgarların Rumeli Türk
köylerinin yağma etmeleri. Tırnova'dan kaçmakta olan 600 -700 kişilik bir
kafilenin Kazaklar tarafından katliamdan geçirilmeleri.
6 Ağustos 1877: Edirne’ye binlerce yoksul
göçmenin gelmesi. İstanbul’ a da göçmen akınlarının ardı arkası kesilmemesi.
7 Ağustos 1877: Kızanlık havalisindeki Müslüman
halkı düşmandan kurtarmak için gönderilen zeybek süvarilerinin 10000 göçmenle
Karapınar’a dönmeleri. Geride de 2000 Müslüman halkın kalması.
9 Ağustos 1877: Kızanlık Müslümanlarından 10000
kişinin kurtarılması ve arkada kalan 2000 Müslüman’ ın Bulgarlarca öldürülmesi,
kadınlarla çocukların da Balkan’a götürülmüş olması.
13 Ağustos 1877: Edirne’de aç ve açıkta kalan
5000 göçmenin acil yardım bekleyişi.
16 Ağustos 1877: Keşif kollarının Eflihanli
köyü Müslüman çocuklarıyla kadınların düşmandan kurtarılıp Hainköy’e
getirmeleri. Erkeklerin Bulgarlarca öldürülüp, kızların dağa kaldırıldığı.
Bu göçlerde Havza ile ilgili benim elime geçen yazışma
belgeleri Havza-i Fahmiye’den Bahriye Nezaret Celilesine 7
Ağustosta çekilen bir telgrafla başlamaktadır. (Özel arşiv)
7 Ağustos'tan evvel Ereğli’ye gelen göçmenlerin muzdarip
olduğu hastalık için gerekli ilaçların Maden Hümayun Eczanesi’nden tedarik
edilerek Arif Efendi vasıtasıyla Ereğli’ye gönderilmesi
istenmektedir.
Bir sonraki telgrafta; Ereğli’ye gelen muhacirlerin
sayısının 3000 kişi olduğunu okuyoruz. Bu sayı o zamanki şartlarda Ereğli gibi
küçük bir kasabada oldukça fazla problem yaratmıştır. Problemlerin başında ise
yiyecek, içecek ve iskan sıkıntısı gelmektedir. Ayrıca maden ocaklarından
iskelelere olan kömür nakliyatı yük hayvanlarıyla olduğu için gelen
muhacirlerin bir an evvel bir yerlere yerleşme kaygısıyla Ereğli’den ayrılmak
istemeleri ve bunun için kömür nakleden hayvanları ve deniz araçlarını
kiralamaları kömür üretimine ve nakliyesine de engel teşkil etmiştir.
20 Ağustos tarihinde çekilen telgrafta ise bu problemler
teker teker anlatılmakta, üstelik 7000 kişiden oluşan Çerkez göçmen
kafilesinin Ereğli’ye gelmek üzere olduğu bildirilmekte ve bunların
ne tarafa nakil olacakları konusunda malumat istenmekte, bunların kömür
nakleden hayvanları meşgul etmesini engellemek için Bolu Mutasarrıflığı’na
çok kesin şekilde emir verilmesini istemektedir. Bununla birlikte; 21 Ağustosta
çekilen telgrafta da gelecek muhacirlerin gıda sorunun halletmek için Marmara
vapurunun nakli için Bartın’a gönderildiği belirtilmektedir.
24 Ağustosta Ereğli’den Bolu
Mutasarrıflığı’na çekilen telgrafta muhacirlerin iskan bölgelerine nakledilmesi
için gelen vapurun Ereğli’de bekletildiği ve bu bekletilmeden dolayı maden
nakliyatının sekteye uğradığı konusunda ayrı bir şikayet dilekçesi yazılmıştır,
burada bekleyen vapurun hareketiyle Ereğli’de muhacir kalmayacağı ve maden
nakliyatının da düzene gireceği belirtilmektedir.
4 Eylülde problemlerin bittiği düşünülürken, Ereğli
Limanına 9000 muhacirin daha geleceğibildirilmiştir. Oluşacak problemler
şikayet konusu olarak Bolu Mutasarrıflığı’na bildirilmiştir. Çözüm olarak
gelecek muhacirlerin Ereğli Limanına uğratılmadan iskan mahallerine sevk
edilmesi önerilmektedir.
Yazışma tutanaklarında bu önerinin ciddiye alınmadığı
anlaşılmaktadır.
10 Eylül’de Ereğli’den Bolu
Mutasarrıflığı’na yazılan bir telgrafta Ereğli’de bulunan 4000
kadar Abaza muhacirinin Bartın’a nakil olacağını
anlatmaktadır. Muhacirlerde bulunan sıtma hastalığının tedavisi için Merkez
Liva’dan tabip istenmektedir.
11 Eylül’de çekilen telgrafta ise muhacirler
için şu öneri yapılmaktadır:
Ereğli'de bulunan 400 kadar
Abaza muhacir Bartın'a nakil olacağından muhacirlerin bir an önce Ereğli’den
sevk edilebilmesi için Maden Hümayunu’nun vapurlarına emir verilmesi ve
Ereğli'den geceleyin sevk olunacak muhacirlerin maden nakliyatını engellememesi
için hemen hareketle sabahleyin Bartın Boğazında bulunmalarını Boğazdan içeriye
girilmeden, Boğazda beklemekte olan Bartın filikalarıyla tahliye edilmeleri
istenmektedir.
11 Eylül 1877’de Bolu Mutasarrıflığı’ndan Maden
Hümayun Müdürlüğüne çekilen bir telgrafa aynı gün verilen cevapta;
“Sivriler Divanı
Muhtarı'nın Kozlu Mevkiinde bulunan muhacirini tamamen kaldırmadığından bir ay
içinde tahliye edilmeleri muhtara celp olunmuş ise de Divanı Mezbur ahalisi
Maden Hümayunu’nun Kılıç Ocakları için 4625 adet sütunu iki ay zarfında teslim
etmeğe müteahhit bulunduğundan ve bir iki gün direk kesimi ve naklinde
çalışılacağından sütün nakli yoluna girinceye değin muhacirin celbinden sarf-ı
nazar olunması ve bu işlerin hallolunmasından sonra muhacirinin Kozludan
kaldırılacağı hakkında emri irade efendimindir.” şeklinde cevap verilerek muhacirlerin Kozlu’da birikmesinin
ve nakledilememesinin nedenleri açıklanmaktadır.
20 Eylül tarihine yakın bir zamanda Ereğli’ye İngiliz
vapuruyla 70 kadar muhacir gelmiştir. Bu muhacirlerin Maden Hümayunu vapuruyla
İzmir’e nakledilmesi istenmişse de, Kastamonu Valiliğine çekilen telgrafta İzmir’in, Ereğli’ye 180 mil mesafede
olduğu muhacirlerin nakledileceği geminin yakıt için kullanacağı kömürün buna
kifayet etmeyeceği bildirilmiştir. Ekim ayının ortalarına doğru Ereğli’deki
muhacir nakliyatı farklı bir seyir göstererek oldukça problemli bir duruma
gelmiştir.
24 Ekim 1877 tarihinde Bahriye Nezaretine
çekilen telgrafa göre; Sultaniye ve Mecidiye ve Rusok vapurlarıyla Ereğli
Limanına gelen 2500 nüfuslu Abaza muhacirleri havaların muhalefeti nedeniyle
icap eden iskelelere çıkarılamadığından uzun bir zaman vapurlarda kalmışlar,
bunların beslenme ve diğer sorunları zaten küçük olan Ereğli de gıda
karaborsası yaratmış, fiyatlar 3–4 misli artmıştır. Ayrıca uzun müddet
vapurlarda kalmalarından dolayı hastalık salgını baş göstermiş, Maden İdaresi
de hastalığın yayılmasını engelleyebilmek için her türlü sorumluluğu alarak
vapurlardaki muhacirleri Ereğli ye çıkarmıştır. Ereğli'deki kahvehanelere
hanlara ve müsait olan evlere muhacirleri yerleştirmişler, böylelikle
hastalığı kontrol altında tutmaya çalışmışlardır.
Havaların düzelmesiyle bu muhacirlerin Akçaşehir’e
(Akçakoca) nakil olunması planlanmış, Bahriye Nezareti’nin tahsis ettiği
vapurun genel Bahriye işleri gördüğü için Der-saadet’ e gittiğinden dolayı
Eseri Cedit Vapurunun bu iş için daha uygun olacağı şeklinde bir istekte bulunulmuştur.
28 Ekim 1877 tarihinde Bahriye
Nezareti’ne çekilen başka bir telgrafta da, 24 Ekim tarihli telgrafta sözü
edilen muhacirlerin yarısının Eseri Cedid vapuruyla saat 6
raddelerinde Kefken’ e hareket ettiği, geri kalanının da ikinci
seferde gönderileceği ve Eseri Cedid vapuruna gerekli kömür de
verilerek Dersaadet’e gönderileceği bildirilmiştir.
21 Kasımda da başka 1500 kişilik bir
göçmen kafilesi Taif isimli vapurla akşam saat 6 sıralarında Kefken'e
hareket etmiş, Taif isimli vapurun göçmenleri Kefken’e bırakmasından sonra Der
Saadet’e hareket edeceği bildirilmiştir.
Muhacirlerin Ereğli’ye gelip oradan başka mıntıkalara
gitmeleri devam etmiş, 2 Nisan 1878 tarihinde de Bartın’da
kurulan Muhacir Komisyonu Reisinden Muhacir nakliyatı için Bartın Sandığından
50 bin kuruş istenmiş, istenilen paranın Bartın’dan tedarik edilememesi halinde
Bolu Mal sandığından karşılanması istenmiştir.
23 Nisan 1878 tarihli Bahriye Nezaretinden
Ereğli Mutasarrıflığına çekilen telgraf gelen göçmenlerin havzada yerleştiği
yerler konusunda açıklık getiren bir niteliktedir.
Bu telgrafta, Burgaz ahalisinden olan 3000
nüfuslu göçmen kafilesinin Devrek, Çarşamba, YılancaNahiyelerine
iskanları 24 numaralı 22 Nisan 1294 tarihli teskere ile
bildirildiği ve bu yerleştirme esnasında göçmen nakliyatının maden ameliyatına
vereceği sekteyi ve zararı engellemek için de göçmenlerin maden çalışmayan
bölgedeki iskelelere çıkartılması, bu iskan işinin acele ve güven içinde yapılması
emredilmektedir.
14 Mayıs 1878 tarihli telgrafta da Ulus
Nahiyesine nakledilen muhacirleri ve bunun madene nasıl zarar verdiği
anlatılmaktadır. Kastamonu Vilayeti Celilesi Mutasarrıflığına: ”Bartın Cihetinin amale ve direkçisi
madenlere taksim olmuştur, ocakların tatil olmasıyla görülen lüzum üzerine
bizzat Bartın'a gelmiş direkçilerin 200 den fazla sayıdaki arabasına Abaza
muhacirleri konularak Safranbolu dahilinde Abdi Paşa Oğlu Hanına kadar
gönderilmiş ise de Ulus Müdürü muhacir kabulü için yedinde bir emir
olmadığı gerekçesiyle, muhacir nakleden Direkciyan arabalarını orada tutup
direk nakil işine sekte vermiştir. Arabaların serbest bırakılması konusunda
ferman efendimindir.” Denilmektedir.
16 Haziran 1878: Göl Pazarı Nahiyesi, Gözyakar,
Carmud, Çiftlik, Kızılelma, Çorak ve Saz Divanları Muhtarlarına çekilen
telgrafta; daha önce buralara yerleştirilmiş olan Abaza muhacirlerinin
Çankırı’ya nakledilmesi gerektiği emri verilir ve bu konuyla ilgili Dersaadet’te
bulunan Maden Nazırı Hasan Paşa’ya da gerekli emrin verildiği, bu
yüzden telaş ve heyecana gerek olmadığı bu konudaki emrin hükümetten geldiği,
bu nakilde Maden Umuru’nun da gerekli özen ve gayreti göstereceği
bildirilmiştir.
Belgelerdeki yazışmalar şimdilik bu kadar çözülebilmiştir, belgeler
tarandıkça şüphesiz daha geniş bilgilere ulaşılacaktır. Bu göçlerle ilgili Bilal
N.Şimşir’ in iki ciltlik çalışması 1968 yılında yayınlanmıştır. Genel
göçlerle ilgili bölüm de onun kitabından istifade edilmiştir. Bu göçlerle
ilgili yayınlanmış bir çok kitap olmasına rağmen Zonguldak’a yerleşen 93
Göçmenleri ile ilgili herhangi bir çalışma yoktur.
Bu belgeler Zonguldak Havzasına
gelen göçmenlerle ilgili açıklanan ilk belgelerdir.
1)Kaderin bir cilvesi
olarak kabul ettiğim bir rastlantı da 93 Harbinin başladığı tarihte
İmparatorluğun Sadrazamı Osmanlı’nın yetiştirdiği ilk Maden Mühendisi Ethem
Paşadır. Ethem Paşa; 1827 yılında Maden Mühendisliği öğrenimi için yurt dışına
gönderiliyor. Fransa’da INSTITUTION BARBET’ den diplomasını alarak Maden
Mühendisi oluyor. Sarıyer Bakır, Gümüşhacıköy, Keban Simli kurşun, Ergani
Bakır, baş mühendisliği ve müdürlüklerinde görev yapmıştır. 93 Harbi öncesinde
ki şartlar onu sadrazam yapmıştır. Harbin bitiminde azledilmiş, 1893 yılında
vefat etmiştir.
Yorumlar