KÖMÜR HAVZASINDA AMELE KÖYLERİ PROJESİ
Kömür Havzasında Amele Köyleri Projesi
Yazar Nurşen Gürboğa
KÖMÜR HAVZALARINA MEKÂNSAL BİR BAKIŞ
Toplumlar belirli mekânsal/coğrafi bağlamlar içinde var olur ve toplumsal süreçler, tarihsel olduğu kadar mekânsal süreçlerdir. Mekân, toplumsal ilişkilerin üzerinde cereyan ettiği verili, edilgin ve hareketsiz bir sahne olmaktan çok, çeşitli toplumsal aktörlerin etkinlikleri tarafından üretilen ve eşzamanlı olarak bu etkinlikleri biçimlendirip düzenleyen dinamik ve akışkan aktörlerden biridir.
Kapitalizmin siyasi ve iktisadi olduğu kadar mekânsal bir sistem olarak da işlediği düşünülürse, varlığını ve yeniden üretimini sermayenin değişen niteliğine ve taleplerine yanıt veren yeni mekânlar/coğrafyalar ve toplumsal ilişkiler üretmeye borçlu olduğu söylenebilir.
Küreselleşmenin, gerek 19. yüzyılda gerekse 21. yüzyılın şafağında sermayenin değişen niteliği ve yeni ihtiyaçlarına eşlik eden muazzam bir dizi siyasi, iktisadi ve toplum sal dönüşümün yanı sıra mekânsal bir dönüşümü de içermesi, dahası, kavramın kendisinin mekânsallığı şaşırtıcı değil.
Kuşkusuz toplumsal tarihsel dönüşümlerin nihai şeklini farklı mekânsal projelere sahip farklı toplumsal aktörler arasındaki çekişme ve mücadele belirleyecektir. Kapitalizmin yenilerini üretmek üzere nüfuz ettiği mekânların da farklı toplumsal ilişkilerce hâlihazırda üretilmiş olduğu düşünülürse, yeni mekânlar üretilmesi sürecinin aynı zamanda mekânsal-toplumsal bir direnişle karşılaşabileceği, bu direnişin ise büyük ölçüde yerele ait olacağı öngörülebilir. Mekânın yeniden örgütlenişi ile toplumsal ilişkilerin yeniden düzenlenişi birbirine içsel olarak derinden bağı olduğu için, bu mücadele aynı zamanda mekân üzerinde bir hâkimiyet mücadelesi ve hâkimiyete meydan okuyuştur. Tahakküm gibi, meydan okuyuş da mekânsal bir süreçtir.
Kömür havzaları, kömür üretiminin yerel düzeyde yarattığı iktisadi, toplumsal ve mekânsal dönüşümleri ve çeşitli aktörlerin emek-sermaye ilişkilerinin düzenlenişi ve mekân üretimi üzerindeki mücadelelerini tartışmak açısından verimli bir çerçeve sunmaktadır. Kömürün yere bağımlılığı, coğrafyayı kömür havzaları tarihinin odağına yerleştirir. 19. yy sanayi kapitalizminin en kıymetli metalarından biri olan kömür, bölgeselliği ve emek-yoğun üretim nitelikleri ile bulunduğu bölgelerin coğrafyasını hızla dönüştürerek bu bölgelerden kömür havzaları denilen yeni bir fiziki, beşeri ve iktisadi mekân ve mekânla_birlikte şekillenen yeni toplumsal ilişkiler yarattı. Üretim artışı ve sermaye akışına bağlı olarak maden ocakları civarında çoğunluğu kır kökenli işçilerden ve maden işletmelerinin idari ve teknik personelinden oluşan madenci toplulukları ve bu toplulukların yaşadığı yeni yerleşim birimleri meydana geldi. Maden işletmeleri emek-yoğun üretimin ihtiyaç duyduğu işgücünü sağlamak, istikrarlı hale getirmek, disipline etmek ve yeniden üretimini garantilemek üzere çeşitli istihdam yollarına ve sosyal politika tedbirlerine başvurdular. Bunlardan biri de işletmelerin kendi denetimleri altında şirket kasabaları, mahalleler ve benzeri yerleşim birimleri kurmaları oldu. Bu tip yerleşim birimleri kuşaklar boyunca maden işçisi yetiştiren, varlığını ve geçimini madenciliğe bağlamış daimi maden işçisi kitlesi sağladı. Bu yerleşim birimleri şirketlerin idari, iktisadi, sosya1 ve siyasi denetimleri altında olmasına karşın, işçilere çalışma ve yaşam deneyimlerini paylaşabilecekleri, bu deneyime dayalı ortak kimliklerini sınıf dayanışmasına ve mücadelesine dönüştürebilecekleri mekânlar olarak da iş gördü.
Yazar Nurşen Gürboğa
KÖMÜR HAVZALARINA MEKÂNSAL BİR BAKIŞ
Toplumlar belirli mekânsal/coğrafi bağlamlar içinde var olur ve toplumsal süreçler, tarihsel olduğu kadar mekânsal süreçlerdir. Mekân, toplumsal ilişkilerin üzerinde cereyan ettiği verili, edilgin ve hareketsiz bir sahne olmaktan çok, çeşitli toplumsal aktörlerin etkinlikleri tarafından üretilen ve eşzamanlı olarak bu etkinlikleri biçimlendirip düzenleyen dinamik ve akışkan aktörlerden biridir.
Kapitalizmin siyasi ve iktisadi olduğu kadar mekânsal bir sistem olarak da işlediği düşünülürse, varlığını ve yeniden üretimini sermayenin değişen niteliğine ve taleplerine yanıt veren yeni mekânlar/coğrafyalar ve toplumsal ilişkiler üretmeye borçlu olduğu söylenebilir.
Küreselleşmenin, gerek 19. yüzyılda gerekse 21. yüzyılın şafağında sermayenin değişen niteliği ve yeni ihtiyaçlarına eşlik eden muazzam bir dizi siyasi, iktisadi ve toplum sal dönüşümün yanı sıra mekânsal bir dönüşümü de içermesi, dahası, kavramın kendisinin mekânsallığı şaşırtıcı değil.
Kuşkusuz toplumsal tarihsel dönüşümlerin nihai şeklini farklı mekânsal projelere sahip farklı toplumsal aktörler arasındaki çekişme ve mücadele belirleyecektir. Kapitalizmin yenilerini üretmek üzere nüfuz ettiği mekânların da farklı toplumsal ilişkilerce hâlihazırda üretilmiş olduğu düşünülürse, yeni mekânlar üretilmesi sürecinin aynı zamanda mekânsal-toplumsal bir direnişle karşılaşabileceği, bu direnişin ise büyük ölçüde yerele ait olacağı öngörülebilir. Mekânın yeniden örgütlenişi ile toplumsal ilişkilerin yeniden düzenlenişi birbirine içsel olarak derinden bağı olduğu için, bu mücadele aynı zamanda mekân üzerinde bir hâkimiyet mücadelesi ve hâkimiyete meydan okuyuştur. Tahakküm gibi, meydan okuyuş da mekânsal bir süreçtir.
Kömür havzaları, kömür üretiminin yerel düzeyde yarattığı iktisadi, toplumsal ve mekânsal dönüşümleri ve çeşitli aktörlerin emek-sermaye ilişkilerinin düzenlenişi ve mekân üretimi üzerindeki mücadelelerini tartışmak açısından verimli bir çerçeve sunmaktadır. Kömürün yere bağımlılığı, coğrafyayı kömür havzaları tarihinin odağına yerleştirir. 19. yy sanayi kapitalizminin en kıymetli metalarından biri olan kömür, bölgeselliği ve emek-yoğun üretim nitelikleri ile bulunduğu bölgelerin coğrafyasını hızla dönüştürerek bu bölgelerden kömür havzaları denilen yeni bir fiziki, beşeri ve iktisadi mekân ve mekânla_birlikte şekillenen yeni toplumsal ilişkiler yarattı. Üretim artışı ve sermaye akışına bağlı olarak maden ocakları civarında çoğunluğu kır kökenli işçilerden ve maden işletmelerinin idari ve teknik personelinden oluşan madenci toplulukları ve bu toplulukların yaşadığı yeni yerleşim birimleri meydana geldi. Maden işletmeleri emek-yoğun üretimin ihtiyaç duyduğu işgücünü sağlamak, istikrarlı hale getirmek, disipline etmek ve yeniden üretimini garantilemek üzere çeşitli istihdam yollarına ve sosyal politika tedbirlerine başvurdular. Bunlardan biri de işletmelerin kendi denetimleri altında şirket kasabaları, mahalleler ve benzeri yerleşim birimleri kurmaları oldu. Bu tip yerleşim birimleri kuşaklar boyunca maden işçisi yetiştiren, varlığını ve geçimini madenciliğe bağlamış daimi maden işçisi kitlesi sağladı. Bu yerleşim birimleri şirketlerin idari, iktisadi, sosya1 ve siyasi denetimleri altında olmasına karşın, işçilere çalışma ve yaşam deneyimlerini paylaşabilecekleri, bu deneyime dayalı ortak kimliklerini sınıf dayanışmasına ve mücadelesine dönüştürebilecekleri mekânlar olarak da iş gördü.
Zonguldak kömür havzası da 19. yy sanayi kapitalizminin ürettiği yeni mekânlardan biridir. 19. yüzyılın ikinci yarısından bu yana havza ocaklarında yeraltı üretim işlerinde çalışan havza köylülerinin çoğu yaşamlarını köylerinde sürdürerek geçimlik tarım arasında esnek bir çalışma örüntüsü izlediler. Osmanlı ve Türkiye toplumunun yaşadığı büyük siyasi, iktisadi ve toplumsal dönüşümlere rağmen havza köylülerinin izlediği esnek çalışma örüntüsü ve köylerindeki yerleşiklikleri 20. yy sonuna kadar sürdü. Bu yazı, erken Cumhuriyet döneminde bu örüntüyü değiştirmeye yönelik arayışları ve bu arayışlardan biri olan Amele Köyleri projelerini tartışmayı amaçlıyor.
EREĞLİ'DEN, EREĞLİ HAVZA-İ FAHMİYESİNE
Havzanın tarihi, kömürün bir meta olarak çıkarılmaya başlandığı ı84o'lara kadar uzanır. Kömür, sık ormanlarla kaplı dağlık bir bölge olan ve küçük derelerle bölünmüş vadilerin denize döküldüğü. Yanına yöresine yüzlerce köyün serpiştiği, Müslüman ve Hıristiyan sakininin ziraat, ormancılık ve tekne yapımı ile geçindiği, Ereğli'den Amasra'ya uzanan bu engebeli bölgenin fiziki ve beşeri peyzajını hızla dönüştürdü. 1869 tarihli Kastamonu vilayet salnamesinde Kozlu, Zonguldak, Kilimli, Alacaağzı ve Devrek'i kapsayan bölge Ereğli Kömür Maden-i Hümayunu olarak tanımlanır. Kömürün yarattığı iktisadi dönüşüm, yarım asırda bu bölgeden ''havza-i fahmiye'' denilen yeni bir mekân ve havza köylerinden ve dışından gelen işçiler, madenciler, teknik ve idari personel ile heterojen bir madenci topluluğu ve yeni toplumsal ilişkiler üretti.
Devletin kömür gereksinimini karşılayan ocakların yeraltı işgücü ihtiyacı, 1867 tarihli Dilaver Paşa Nizamnamesi'nin Ereğli Sancağı'nın 14 kazası ve köylerinde yaşayan 13 ile 50 yaş arasındaki erkeklere yüklediği iş mükellefiyeti ile karşılandı. Mükellefiyetle birlikte, havzada bölgesel kökene dayalı bir işbölümü ve özgür işgücü ile özgür olmayan işgücünün karşımı hiyerarşik bir emek piyasası oluştu. 1ki haftalık rotasyonlu bir çalışma düzenine tabi tutulan havza köylüleri ayın belli bir kısmını ocaklarda, kalanını ise köylerinde çalışarak geçiriyorlardı. Rotasyonlu çalışma düzeni köylülerin geçimlik tarımla maden işçiliği arasında esnek bir çalışma örüntüsü geliştirmelerine yol açtı. Yüzyıl sonunda yerli ve yabancı sermaye akışının hızlanması ile birlikte köy1er ve ocaklı iki farklı toplumsal ve iktisadi ilişki ağına tekabül eden iki mekân olarak eklemlendi ve birbirini dönüştürerek ikisini de kapsayan yeni bir mekânsallığı, havzayı yarattı. Mükellef işçilerle muvazzaf askerler özgür olmayan işgücünü oluştururken, az sayıda yabancı uyruklu işçi, idari ve teknik personel ile imparatorluğun çeşitli bölgelerinden gelen işçiler özgür işgücünü oluşturdular. Havza köylüleri iş mükellefiyeti gereğince yeraltı üretiminde çalıştırıldı ve zamanla bu işlerde uzmanlaştılar. Yeraltı hazırlık işleri ile çeşitli yerüstü işlerinde ise çoğunluğu doğu Karadeniz ve doğu Anadolu vilayetlerinden gelen serbest işçiler çalıştırıldı. Bu işçiler havza köylülerine göre daha uzun süreli bir çalışma döngüsü izleyerek zamanla havzanın daimi ve bir kısmı nitelikli işçilik kadrosunu oluşturdu. Yabancı uyruklu ve Osmanlı yurttaşı onlarca vasıfsız.ve vasıflı işçi limanlardan harmanlara, dekovil hat!arından atölyelere uzanan çeşitli işlerde istihdam edildiler.
ı91o'lara gelindiğinde Ereğli, Kozlu, Zonguldak, Kilimli, Çatalağzı, Amasra hattında uzanan bölgenin kömür öncesi pastoral peyzajı, yüzlerce kömür ocağı, kömür ve kereste harmanları, dekovil hatları, liman tesisleri, lavvarlar, atölyeler, tamirhaneler, yerli yabancı, küçüklü büyüklü maden işletmelerinin büroları, resmi daireler, idareci ve teknik personelin kaldığı villalar, bekar evleri, amele barakaları, derme çatma kulübeler, tenis kortları, amele bakkalları, okullar, ibadethaneler, kahvehaneler, fuhuş evleri ve ondan fazla dilin konuşulduğu heterojen bir madenci topluluğu ile gerilerde kalmıştı.
ÜCRETLİ İŞ MÜKELLEFİYETİ SONRASI EKİ VE HAVZA KÖYLÜLERİ
1947 yılı sonunda havzada ücretli iş mükellefiyetinin kaldırılması ile birlikte serbest iş rejimine geçildi. Mükellefiyet önsesinin zirai faaliyetlere göre düzenlenmiş geçici çalışma örüntüsü, birer aylık çalışma ve dinlenme döngülerine dayalı rotasyonlu bir çalışma düzeni ve köylerle ocakları birbirine bağlayan ulaşım ağları ile disipline edildi. Çeşitli sosyal politika tedbirleri ile maden işçiliği cazip hale getirilmeye çalışıldı. EKI, işçilerin düzenli çalışmasını ve maden işçiliğini bir meslek olarak benimsemelerini teşvik amacı ile uzun süreli çalışan işçilere bedelsiz giysi, ayakkabı ve bez dağıtımına başladı. Ek olarak devam primi, çocuk primi gibi ödemelerle devamlı çalışmayı özendirdi. İşçi istihdamında etkin olan yerel aktörler ise EKİ bünyesinde kurulan İş ve İşçi Müdürlüğü denetimine alınarak disipline edildiler. EKİ’ye köylerden işçi sağlayan eski aracılar, buldukları işçilerin sayısı ve çalışma sürelerine göre prime bağlandılar. Böylece EKİ ocaklara işçi sağlayan yerel-enformel ilişki ağlarını da kontrolü altına aldı.
EKİ 1940’ların sonlarında nitelikli ve niteliksiz işçilere yönelik iki farklı mekân düzenlemesi ve çeşitli sosyal politika uygulamaları ile havzada daimi, istikrarlı ve uysal bir maden işçisi topluluğu yaratmaya çalıştı. Devlet, niteliksiz işgücünü köylerde tutarak bir yandan mevcut toplumsal dokuyu korudu. Diğer yandan da işgücü arzını disipline etti. Böylece havza köyleri devlete ucuz ve örgütsüz işgücü ve sorun aratmayan bir işçi kitlesi temin etti. Ucuz işgücü, emek-yoğun üretimin daha sonraki yıllarda da sürmesini kolaylaştırdı. Yeraltı işçilerinin geniş bir alana dağılmış birbirinden bağımsız köylerde yaşamaları tek parti dönemi siyasi seçkinlerinin çokça korktuğu, kimliklerini maden işçiliği deneyimi üzerinden tanımlayan, ortak yaşama ve çalışma deneyimlerini dayanışmaya dönüştürebilecek kesif bir maden işçi kitlesinin ve güçlü bir işçi örgütlenmesinin oluşumunu sınırladı. İşgücü piyasasının farklı basamaklarına yerleştirilen binlerce maden işçisinin işgücü piyasasındaki hiyerarşik konumları, bölgesel köken ve mekânsal ayrışmalarla kalıcı hale getirilirdi.
Öte yandan, örgütlü sendikal mücadeleler dışında kalan binlerce işçinin yürüttüğü gündelik mücadele biçimlerini, enformel dayanışma ve örgütlenme ağlarını işçi mücadelelerinin farklı formları olarak tanımlamak mücadele kavrayışımızı genişlete- bilir. Mekânın toplumsal ilişkilerle etkileşim içinde akışkan ve dinamik bir aktör olduğu göz önüne alınırsa, farklı toplumsal aktörler arasındaki mücadeleler sonucu her defasında yeniden üretildiği ve temellük edilmeye direndiği düşünülebilir. Havza köylerinin 1950’ler sonrasında emek ile sermaye ve emeğin farklı katmanları arasında ne tip ilişkiler ürettiğiy1e tip mücadelelerin mekânı olduğu ise bir başka araştırma gerektiriyor.
Devletin kömür gereksinimini karşılayan ocakların yeraltı işgücü ihtiyacı, 1867 tarihli Dilaver Paşa Nizamnamesi'nin Ereğli Sancağı'nın 14 kazası ve köylerinde yaşayan 13 ile 50 yaş arasındaki erkeklere yüklediği iş mükellefiyeti ile karşılandı. Mükellefiyetle birlikte, havzada bölgesel kökene dayalı bir işbölümü ve özgür işgücü ile özgür olmayan işgücünün karşımı hiyerarşik bir emek piyasası oluştu. 1ki haftalık rotasyonlu bir çalışma düzenine tabi tutulan havza köylüleri ayın belli bir kısmını ocaklarda, kalanını ise köylerinde çalışarak geçiriyorlardı. Rotasyonlu çalışma düzeni köylülerin geçimlik tarımla maden işçiliği arasında esnek bir çalışma örüntüsü geliştirmelerine yol açtı. Yüzyıl sonunda yerli ve yabancı sermaye akışının hızlanması ile birlikte köy1er ve ocaklı iki farklı toplumsal ve iktisadi ilişki ağına tekabül eden iki mekân olarak eklemlendi ve birbirini dönüştürerek ikisini de kapsayan yeni bir mekânsallığı, havzayı yarattı. Mükellef işçilerle muvazzaf askerler özgür olmayan işgücünü oluştururken, az sayıda yabancı uyruklu işçi, idari ve teknik personel ile imparatorluğun çeşitli bölgelerinden gelen işçiler özgür işgücünü oluşturdular. Havza köylüleri iş mükellefiyeti gereğince yeraltı üretiminde çalıştırıldı ve zamanla bu işlerde uzmanlaştılar. Yeraltı hazırlık işleri ile çeşitli yerüstü işlerinde ise çoğunluğu doğu Karadeniz ve doğu Anadolu vilayetlerinden gelen serbest işçiler çalıştırıldı. Bu işçiler havza köylülerine göre daha uzun süreli bir çalışma döngüsü izleyerek zamanla havzanın daimi ve bir kısmı nitelikli işçilik kadrosunu oluşturdu. Yabancı uyruklu ve Osmanlı yurttaşı onlarca vasıfsız.ve vasıflı işçi limanlardan harmanlara, dekovil hat!arından atölyelere uzanan çeşitli işlerde istihdam edildiler.
ı91o'lara gelindiğinde Ereğli, Kozlu, Zonguldak, Kilimli, Çatalağzı, Amasra hattında uzanan bölgenin kömür öncesi pastoral peyzajı, yüzlerce kömür ocağı, kömür ve kereste harmanları, dekovil hatları, liman tesisleri, lavvarlar, atölyeler, tamirhaneler, yerli yabancı, küçüklü büyüklü maden işletmelerinin büroları, resmi daireler, idareci ve teknik personelin kaldığı villalar, bekar evleri, amele barakaları, derme çatma kulübeler, tenis kortları, amele bakkalları, okullar, ibadethaneler, kahvehaneler, fuhuş evleri ve ondan fazla dilin konuşulduğu heterojen bir madenci topluluğu ile gerilerde kalmıştı.
1920'LERDE ÜRETİM KOŞULARI VE HAVZA KÖYLÜLERİNİN
ÇALIŞMA GÖRÜNTÜLERİ
1920'lerin ikinci yarısında, ocaklarda yeraltı ve yerüstü işlerde çalışan işçilerin %78'i Zonguldak, Bolu ve Kastamonu vilayetlerinden, %5'i Ankara'dan, %10’u Trabzon vilayetinden, %4'ü Erzurum, Erzincan, Van, Bitlis, Siirt vilayetlerinden geliyordu. İş mükellefiyetinin I921'de kaldırılmasından sonra da havza köylüleri ocaklarda çalışmaya devam etti. Zonguldak ve civar vilayetlerden gelen işçilerin önemli bir kısmı ayda asgari 2 gün ve azami 25 gün çalışırken, küçük bir kısmı ise iki ayda bir olmak üzere 20-25 günlük sürelerle çalışıyordu. Ocaklarda ekim ve hasat zamanlarına göre ayarladıkları döngülerle çalışan ve ocaklar civarında geçici olarak ikamet eden bu işçiler, çalışma örüntülerinden dolayı “muvakkat işçi” olarak adlandırılıyordu. Öte yandan, doğu Karadeniz ve doğu Anadolu'dan gelenler ayda kesintisiz 25 gün çalışarak daha düzenli ve uzun süreli bir çalışma örüntüsü izliyorlardı. Bu işçiler de belli dönemlerde memleketlerine giderek aileleri ile bağlarını sürdürüyorlardı. Ancak yerleşim örüntüleri dikkate alındığında, havza içinden ya da dışından gelen işçilerin önemli bir kısmı kısa ya da uzun süreli çalışma döngüleri izleyen kırsal işçiler olarak tanımlanabilir.
1920'lerde havza köylülerinin geçici çalışma örüntüsü ve kötü yaşam koşulları, havzanın Osmanlı dönemi tarihi ile devamlılık gösterir. Yakın köylerden işçiler ocaklara günübirlik gelip giderken, uzaktan gelenler çalışma süreleri boyunca ocaklar civarında yaptıkları derme çatma kulübelerde madencilerin sağladıkları az sayıdaki amele barakalarında, mevsim uygunsa ağaç diplerinde, mağara kovuklarında kalıyorlardı. Amele barakalarında işçilerin ne üstlerine örtecek örtüsü, ne yatacak tahta kereveti, ne de yıkanmaları için duşlar vardı. İşçiler yaktıkları bir ateşin başında başlarının altında bir kerpiçle taş üzerinde uyuyor, köyden getirdikleri ya da amele dükkanlarından fahiş fiyatlarla aldıkları yiyeceklerle besleniyorlardı.8 Çeşitli yasal düzenlemeler madencilere işçi yurtları ve hamamlar yapma yükümlülüğü getirmişse de geçici işçilere yönelik kapsamlı bir sosyal politika uygulanmadı. 9
Havza köylülerinin geçici çalışma örüntüsü ve kötü yaşam koşulları zaman zaman düşük işçi verimliliği ve işgücü darlığı çerçevesinde eleştiriliyordu. 1920'lerin sonları ve 1930'ların başlarında çeşitli uzmanlarca düzenlenen raporlarda havzada üretimi artırmak, maliyetleri ve kömür fiyatını düşürmek için üretimin mekanizasyonu ve buna uyumlu daimi ve nitelikli bir işçi kitlesinin yaratılması öneriliyordu. Raporlara göre sağlıklı, güçlü ve nitelikli bir işçi kitlesi yaratmak için işçilerin yaşam koşulları iyileştirilmeli, beslenme alışkanlıkları gerekirse zorla değiştirilmeli, ücretleri artırılmalı, aileleri ile birlikte ikamet edecekleri amele köyleri yaratılmalıydı. Sermayenin, işçilerin iş ve iş dışı yaşamlarını şekillendirebilmesi için, yarattığı mekânlara kendisini tabi kılması gerekiyordu.
Ancak amele köyleri projeleri 193o'ların ortalarına kadar ilgi görmedi. Maden işçilerinin geçici çalışma örüntüsü ve köylerde süren yerleşimleri, havzadaki düşük maliyetli üretim ve emek-yoğun üretim yöntemleri, niteliksiz işgücü ihtiyacı ve iç piyasadaki sınırlı kömür talebi ile uyumluydu. 1920'lerde Türkiye'de büyük kömür tüketicisi sanayi ve ulaştırma sektörlerinin sınırlılığı ve kömür piyasalarında yaşanan depresyon havzada üretim koşullarını ve çalışma örüntülerini değiştirecek bir piyasa dinamizmi yaratmıyordu. Nitekim Fransız sermayeli Ereğli Şirketi, İtalyan sermayeli Türk- Kömür ve İş Bankası'na ait kömür işletmeleri sermaye güçlerine rağmen üretim koşullarını ve işçilerin çalışma örüntülerini değiştirmeye kalkışmadılar. Söz konusu işletmeler, aralarındaki işbirliği sonucu piyasadaki kömür fiyatlarını yüksek tutup karlarını koruyorlardı. Çeşitli kömür havzalarındaki mekanizasyon eğilimlerine rağmen, Zonguldak havzası ocaklarında böyle bir girişim yoktu. Havza madenlerinin jeolojik koşulları mekanizasyona elverişli olmamakla beraber, sınırlı iç talep, yüksek kar oranları ve niteliksiz işgücünün düşük maliyeti, maliyetli sabit yatırımları ve mekanizasyonu gereksiz kılıyordu. Emek-yoğun üretimde maliyetlerin en önemli kalemini işçi ücretleri oluşturmakla beraber ücretler o kadar düşüktü ki, üretim maliyetleri mekanizasyonla dahi bu kadar düşürülemezdi. İşçilerin geçici çalışma örüntüsü ve geçimlik tarımsal uğraşları işçi ücretlerinin düşük düzeylerde sürdürülmesini olanaklı kılıyordu. Köylerin işçilere ve ailelerine sağladığı geçim ve barınma olanakları işgücünün yeniden üretim maliyetini köye yüklüyordu. Üstelik tarımsal üretimle madencilik arasındaki bazı koşut1uklar işçilerin madenciliğe uyumunu kolaylaştırıyordu. Tarımda kullandıkları belirli iş aletleri ve becerileri madenciliğe uygundu. Tarımda gelirin çalışma süresine göre değil ürün miktarına göre belirlenmesi gibi, ocaklarda da işçi ücretleri zamana bağlı olarak değil, çıkarılan kömür miktarına göre belirleniyordu. Araba kesenesi denilen bu ücretlendirme yöntemiyle maden işletmecileri çalışma sürecini disipline etmek üzere ek idari kadrolar kullanmak zorunda kalmıyor, eksik üretim durumunda yevmiye kesintileri ile işçileri disipline ediyordu.
İşçilerin civar köylerde yerleşik olmalarından dolayı işletmeler kömür talebindeki dalgalanmaya göre işçi sayısını azaltıp artırma imkânına sahipti. Maden işletmeleri alıcılarla önceden yaptıkları satış sözleşmeleri uyarınca üretim miktarını ve gereken işçi sayısını öngörebiliyorlardı. İhtiyaç duyulan dönemlerde yeterli sayıda işçiyi köylerden ocaklara çekebildikleri sürece üretim aksamıyordu. Köylerden ocaklara işgücü arzını düzenleyen muhtar, eşraf, amele çavuşu, sevk memuru gibi yerel aktörler büyük işletmeler ya da taşeronlarla yaptıkları anlaşmalarla kendilerine bağlı işçileri belirli ocaklara bağlıyorlardı. İşçilerin yerel aktörlerle paylaştıkları enformel ağlar, işçi arzının köylerdeki toplumsal güç ilişkileri üzerinden düzenlenmesini sağlıyordu. Öte yandan, işçilerin köyleriyle süren bağları işgücü arzını zirai döngülerin ve yerel aracıların kontrolü ne bırakıyor, bu ise emeğin mekanı olan köyü sermayenin mekanı olan madenlerden görece özerk kıldığı gibi, köye sermayenin değişen ihtiyaçlarına direnme potansiyeli de veriyordu.
1920'lerde havza köylülerinin geçici çalışma örüntüsü ve kötü yaşam koşulları, havzanın Osmanlı dönemi tarihi ile devamlılık gösterir. Yakın köylerden işçiler ocaklara günübirlik gelip giderken, uzaktan gelenler çalışma süreleri boyunca ocaklar civarında yaptıkları derme çatma kulübelerde madencilerin sağladıkları az sayıdaki amele barakalarında, mevsim uygunsa ağaç diplerinde, mağara kovuklarında kalıyorlardı. Amele barakalarında işçilerin ne üstlerine örtecek örtüsü, ne yatacak tahta kereveti, ne de yıkanmaları için duşlar vardı. İşçiler yaktıkları bir ateşin başında başlarının altında bir kerpiçle taş üzerinde uyuyor, köyden getirdikleri ya da amele dükkanlarından fahiş fiyatlarla aldıkları yiyeceklerle besleniyorlardı.8 Çeşitli yasal düzenlemeler madencilere işçi yurtları ve hamamlar yapma yükümlülüğü getirmişse de geçici işçilere yönelik kapsamlı bir sosyal politika uygulanmadı. 9
Havza köylülerinin geçici çalışma örüntüsü ve kötü yaşam koşulları zaman zaman düşük işçi verimliliği ve işgücü darlığı çerçevesinde eleştiriliyordu. 1920'lerin sonları ve 1930'ların başlarında çeşitli uzmanlarca düzenlenen raporlarda havzada üretimi artırmak, maliyetleri ve kömür fiyatını düşürmek için üretimin mekanizasyonu ve buna uyumlu daimi ve nitelikli bir işçi kitlesinin yaratılması öneriliyordu. Raporlara göre sağlıklı, güçlü ve nitelikli bir işçi kitlesi yaratmak için işçilerin yaşam koşulları iyileştirilmeli, beslenme alışkanlıkları gerekirse zorla değiştirilmeli, ücretleri artırılmalı, aileleri ile birlikte ikamet edecekleri amele köyleri yaratılmalıydı. Sermayenin, işçilerin iş ve iş dışı yaşamlarını şekillendirebilmesi için, yarattığı mekânlara kendisini tabi kılması gerekiyordu.
Ancak amele köyleri projeleri 193o'ların ortalarına kadar ilgi görmedi. Maden işçilerinin geçici çalışma örüntüsü ve köylerde süren yerleşimleri, havzadaki düşük maliyetli üretim ve emek-yoğun üretim yöntemleri, niteliksiz işgücü ihtiyacı ve iç piyasadaki sınırlı kömür talebi ile uyumluydu. 1920'lerde Türkiye'de büyük kömür tüketicisi sanayi ve ulaştırma sektörlerinin sınırlılığı ve kömür piyasalarında yaşanan depresyon havzada üretim koşullarını ve çalışma örüntülerini değiştirecek bir piyasa dinamizmi yaratmıyordu. Nitekim Fransız sermayeli Ereğli Şirketi, İtalyan sermayeli Türk- Kömür ve İş Bankası'na ait kömür işletmeleri sermaye güçlerine rağmen üretim koşullarını ve işçilerin çalışma örüntülerini değiştirmeye kalkışmadılar. Söz konusu işletmeler, aralarındaki işbirliği sonucu piyasadaki kömür fiyatlarını yüksek tutup karlarını koruyorlardı. Çeşitli kömür havzalarındaki mekanizasyon eğilimlerine rağmen, Zonguldak havzası ocaklarında böyle bir girişim yoktu. Havza madenlerinin jeolojik koşulları mekanizasyona elverişli olmamakla beraber, sınırlı iç talep, yüksek kar oranları ve niteliksiz işgücünün düşük maliyeti, maliyetli sabit yatırımları ve mekanizasyonu gereksiz kılıyordu. Emek-yoğun üretimde maliyetlerin en önemli kalemini işçi ücretleri oluşturmakla beraber ücretler o kadar düşüktü ki, üretim maliyetleri mekanizasyonla dahi bu kadar düşürülemezdi. İşçilerin geçici çalışma örüntüsü ve geçimlik tarımsal uğraşları işçi ücretlerinin düşük düzeylerde sürdürülmesini olanaklı kılıyordu. Köylerin işçilere ve ailelerine sağladığı geçim ve barınma olanakları işgücünün yeniden üretim maliyetini köye yüklüyordu. Üstelik tarımsal üretimle madencilik arasındaki bazı koşut1uklar işçilerin madenciliğe uyumunu kolaylaştırıyordu. Tarımda kullandıkları belirli iş aletleri ve becerileri madenciliğe uygundu. Tarımda gelirin çalışma süresine göre değil ürün miktarına göre belirlenmesi gibi, ocaklarda da işçi ücretleri zamana bağlı olarak değil, çıkarılan kömür miktarına göre belirleniyordu. Araba kesenesi denilen bu ücretlendirme yöntemiyle maden işletmecileri çalışma sürecini disipline etmek üzere ek idari kadrolar kullanmak zorunda kalmıyor, eksik üretim durumunda yevmiye kesintileri ile işçileri disipline ediyordu.
İşçilerin civar köylerde yerleşik olmalarından dolayı işletmeler kömür talebindeki dalgalanmaya göre işçi sayısını azaltıp artırma imkânına sahipti. Maden işletmeleri alıcılarla önceden yaptıkları satış sözleşmeleri uyarınca üretim miktarını ve gereken işçi sayısını öngörebiliyorlardı. İhtiyaç duyulan dönemlerde yeterli sayıda işçiyi köylerden ocaklara çekebildikleri sürece üretim aksamıyordu. Köylerden ocaklara işgücü arzını düzenleyen muhtar, eşraf, amele çavuşu, sevk memuru gibi yerel aktörler büyük işletmeler ya da taşeronlarla yaptıkları anlaşmalarla kendilerine bağlı işçileri belirli ocaklara bağlıyorlardı. İşçilerin yerel aktörlerle paylaştıkları enformel ağlar, işçi arzının köylerdeki toplumsal güç ilişkileri üzerinden düzenlenmesini sağlıyordu. Öte yandan, işçilerin köyleriyle süren bağları işgücü arzını zirai döngülerin ve yerel aracıların kontrolü ne bırakıyor, bu ise emeğin mekanı olan köyü sermayenin mekanı olan madenlerden görece özerk kıldığı gibi, köye sermayenin değişen ihtiyaçlarına direnme potansiyeli de veriyordu.
DAİMİ İŞÇİLİK SORUNU VE AMELE KÔYLERİ PROJELERİ
1930’ların ortalarına kadar kömürün üretim ve piyasa koşullarıyla havza köylerinden gelen işçilerin çalışma örüntüleri arasındaki uyum, şirketlere ait mekânlarda yaratılacak daimi ve kalifiye bir işçi kitlesini gereksiz kılmıştı. Ancak 1930'ların ikinci yarısında piyasa koşullarının değişmesi ile birlikte havzadaki üretim koşullarının ve buna koşut olarak sermaye ve emek arasındaki ilişkilerin mekânsal yeniden örgütlenişi gündeme geldi. 1930’larda uygulanan beş yıllık sanayi planları ve demiryolu politikaları sonucunda, kamu işletmeleri, kömür piyasasındaki en önemli alıcılar haline geldi. Devlet, havzadaki sermaye kompozisyonunu, üretim koşullarını ve kömür piyasasını kamu ihtiyaçlarına göre düzenlemek üzere bir dizi girişimde bulundu. Bunlardan en önemlisi, Ereğli şirketinin 1936'da satın alınarak Etibank'a devri ve Ereğli Kömürleri İşletmesi'nin kuruluşu ile Etibank’ın doğrudan havzaya işletmeci olarak girmesiydi. 1930’lar maden işçiliğini çekici hale getirmek ve işgücü arzını artırmak amacıyla bir dizi sosyal politika uygulamasının da başladığı yıllardı. İş Bankası iştiraklerinin havzada başlattığı paralı yemek uygulaması ve iskan faaliyetleri büyük sermayeli diğer işletmeler tarafından da uygulanmaya başlandı. 1930’ların ikinci yarısında üretim bölgelerinde şirket mahalleleri ve işçi yurtları inşaatları başladı. Ancak şirketlerin kurduğu yeni mahalleler maden işçilerinden çok, yönetici kadrolarla teknik personel ve memurların yerleşimine tahsis edildi. İşçiler için çalışma devrelerinde bekâr olarak topluca kalabilecekleri inşaatlara başlandı.
Öte yandan işçilerin madenler civarına yerleştirilmesi tartışmaları devam etti. Özellikle 1930’ların ikinci yarısından itibaren artan kömür talebi ve üretim baskısı havzada önemli bir işgücü yarattı. İşçilerin iyi geçen hasat sonrasında madenlere ilgi göstermemesi işgücü arzını istikrarsızlaştırıyor, işgücü arzıyla işgücü talebi arasında ortaya çıkan açık, işçiler lehine işliyordu. İş Bankası şirketlerinden Türk-İş Genel Direktörü Esat Kerimol’un deyişiyle, şirketlerin işçi rekabeti ameleyi şımartmış, ücretleri artırmış ve iş disiplinin bozmuştu. Üstelik işletmelerin aralarında-ki rekabete son verip işçileri cebri yollarla ocaklara bağlama girişimi, amele çavuşlarının ameleye 1936 iş yasasına atfen sözleşme özgürlüğünden bahsedip işletmelerin onları istemedikleri ocaklarda çalışmaya zorlayamayacaklarını söylemeleriyle başarısızlığa uğramıştı.
Emeğin özerk mekânı olan köyler sermaye tarafından şu ya da bu şekilde kontrol altına alınmadan işgücü arzının sermayenin ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi olanaklı görünmüyordu. Nitekim 1930’ların ikinci yarısında amele köyleri projeleri Etibank yöneticileri tarafından yeniden tartışılmaya başlandı. 1938'de İş Bankası şirketleri ve EKİ, ocaklar civarında amele mahalleleri inşaatı için planlama yapmışlardı bile. Ancak Avusturya Leopen Maden Okulu'ndan havzaya davet edilen Profesör B. Granigg projeyi çeşitli gerekçelerle uygun bulmamıştı. Granigg itirazlarını, kırla bağı kopmuş tam zamanlı ücretli sanayi işçisinin Avrupa'da toplumsal düzen ve istikrarı tehdit eden radikalliği ve örgütlü mücadelesi ile ilişkilendiriyor, havzada sermayenin kendi eliyle bu tip işçi kitlesi yaratmasının tehlikelerine işaret ediyordu. Klasik işçileşme modelini eleştiren Granigg, havza işçilerinin kırla ve tarımsal üretimle bağlarını sürdürmelerini öneriyordu. Aslında, köylerinde zirai faaliyetlerini sürdüren maden işçileri Granigg'in ideal modeline uyuyordu. Ancak köyler, emeğin kontrolü altında olan mekânlardı. Sermayenin ihtiyaçlarına uygun, daimi ve uysal bir işçi kitlesi yaratmanın yolu ise işçileri emeğin mekânımdan kopartıp sermayenin şekillendirdiği yeni mekânlara kapatmaktı. Granigg'e göre; işletmelerin sunduğu geçim ve iskân olanaklarına bağımlı hale gelen işçiler yaşamlarını sürdürebilmek için işletmelerin öngördüğü kurallara tabi olmayı kabul edeceklerdi.
Granigg bu doğrultuda Filyos ile Çaycuma arasındaki ovada işçilerin aileleri ile iskân edilebileceği büyük bir amele şehri kurulmasını öneriyordu. İşçiler madenlerde çalışırken aileleri de kendilerine tahsis edilecek küçük arazilerde hayvancılık ve ziraat yaparak geçimlerini kolaylaştıracak ve toprakla bağlarını sürdüreceklerdi. İşçilerin ziraatla bağlarının sürmesi klasik sanayi işçilerine dönüşmelerini engelleyecek, Avrupa'da olduğu gibi tam zamanlı sanayi işçisi kimliğinin oluşması engellenerek keskin sınıf mücadelelerinin önü alınacaktı, Granigg'in modeliyle köy, sermayenin mekanı tarafından içerlenip özerkliği yok, edilecek ve sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden üretilecekti. İşçilere amele şehrinde ev ve tarla veren işletme ile işçi arasındaki ilişki, köy ağası ile topraksız köylü arasındaki paternalist ilişkinin sanayiye uyarlanışı olarak yorumlanabilir. Granigg'in amele şehrinde sunulan tüm imkânlar işletmelere paternalist bir görünüm verirken, aslında işçilerin aileleriyle birlikte moral disiplin altına alınmasını ve sadık işçilere dönüşmesini sağlayacaktı, İş ve iş dışı yaşamların her anında, işletmelere bağımlı hale gelen işçiler ve aileleri için işi terk etmek ya da işletmenin dayattığı kurallara uymamak demek, "evi" terk etmek demekti.
Öte yandan işçilerin madenler civarına yerleştirilmesi tartışmaları devam etti. Özellikle 1930’ların ikinci yarısından itibaren artan kömür talebi ve üretim baskısı havzada önemli bir işgücü yarattı. İşçilerin iyi geçen hasat sonrasında madenlere ilgi göstermemesi işgücü arzını istikrarsızlaştırıyor, işgücü arzıyla işgücü talebi arasında ortaya çıkan açık, işçiler lehine işliyordu. İş Bankası şirketlerinden Türk-İş Genel Direktörü Esat Kerimol’un deyişiyle, şirketlerin işçi rekabeti ameleyi şımartmış, ücretleri artırmış ve iş disiplinin bozmuştu. Üstelik işletmelerin aralarında-ki rekabete son verip işçileri cebri yollarla ocaklara bağlama girişimi, amele çavuşlarının ameleye 1936 iş yasasına atfen sözleşme özgürlüğünden bahsedip işletmelerin onları istemedikleri ocaklarda çalışmaya zorlayamayacaklarını söylemeleriyle başarısızlığa uğramıştı.
Emeğin özerk mekânı olan köyler sermaye tarafından şu ya da bu şekilde kontrol altına alınmadan işgücü arzının sermayenin ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi olanaklı görünmüyordu. Nitekim 1930’ların ikinci yarısında amele köyleri projeleri Etibank yöneticileri tarafından yeniden tartışılmaya başlandı. 1938'de İş Bankası şirketleri ve EKİ, ocaklar civarında amele mahalleleri inşaatı için planlama yapmışlardı bile. Ancak Avusturya Leopen Maden Okulu'ndan havzaya davet edilen Profesör B. Granigg projeyi çeşitli gerekçelerle uygun bulmamıştı. Granigg itirazlarını, kırla bağı kopmuş tam zamanlı ücretli sanayi işçisinin Avrupa'da toplumsal düzen ve istikrarı tehdit eden radikalliği ve örgütlü mücadelesi ile ilişkilendiriyor, havzada sermayenin kendi eliyle bu tip işçi kitlesi yaratmasının tehlikelerine işaret ediyordu. Klasik işçileşme modelini eleştiren Granigg, havza işçilerinin kırla ve tarımsal üretimle bağlarını sürdürmelerini öneriyordu. Aslında, köylerinde zirai faaliyetlerini sürdüren maden işçileri Granigg'in ideal modeline uyuyordu. Ancak köyler, emeğin kontrolü altında olan mekânlardı. Sermayenin ihtiyaçlarına uygun, daimi ve uysal bir işçi kitlesi yaratmanın yolu ise işçileri emeğin mekânımdan kopartıp sermayenin şekillendirdiği yeni mekânlara kapatmaktı. Granigg'e göre; işletmelerin sunduğu geçim ve iskân olanaklarına bağımlı hale gelen işçiler yaşamlarını sürdürebilmek için işletmelerin öngördüğü kurallara tabi olmayı kabul edeceklerdi.
Granigg bu doğrultuda Filyos ile Çaycuma arasındaki ovada işçilerin aileleri ile iskân edilebileceği büyük bir amele şehri kurulmasını öneriyordu. İşçiler madenlerde çalışırken aileleri de kendilerine tahsis edilecek küçük arazilerde hayvancılık ve ziraat yaparak geçimlerini kolaylaştıracak ve toprakla bağlarını sürdüreceklerdi. İşçilerin ziraatla bağlarının sürmesi klasik sanayi işçilerine dönüşmelerini engelleyecek, Avrupa'da olduğu gibi tam zamanlı sanayi işçisi kimliğinin oluşması engellenerek keskin sınıf mücadelelerinin önü alınacaktı, Granigg'in modeliyle köy, sermayenin mekanı tarafından içerlenip özerkliği yok, edilecek ve sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden üretilecekti. İşçilere amele şehrinde ev ve tarla veren işletme ile işçi arasındaki ilişki, köy ağası ile topraksız köylü arasındaki paternalist ilişkinin sanayiye uyarlanışı olarak yorumlanabilir. Granigg'in amele şehrinde sunulan tüm imkânlar işletmelere paternalist bir görünüm verirken, aslında işçilerin aileleriyle birlikte moral disiplin altına alınmasını ve sadık işçilere dönüşmesini sağlayacaktı, İş ve iş dışı yaşamların her anında, işletmelere bağımlı hale gelen işçiler ve aileleri için işi terk etmek ya da işletmenin dayattığı kurallara uymamak demek, "evi" terk etmek demekti.
ALTERNATIF BIR MEKAN PROJESİ: KÔYLERİ YOL AĞLARI
İLE OCAKLARA BAĞLAMAK
Granigg projesi siyasi, sosyal ve ekonomik boyutları ile tek parti dönemi siyasi seçkinlerinin kentleşmeden sanayi tesisleri kurma, işçileşmeden işçi kütlesi yaratma, emek-sermaye ilişkilerinde devletin ana düzenleyici olduğu, sınıf mücadelelerini dış1avan kaynaşmış imtiyazsız sınıfsız bir toplum yaratma idealine uymuyordu. 1930'larm siyasi seçkinleri, 19. YY sonu Osmanlı Devletinin siyasal seçkinleri gibi havzadaki kırsal toplumsal düzenin sürdürülmesinden yanaydı. Amele köyleri projesi madenlerde çalışan köylünün hareket etmesi ve havzadaki kırsal toplumsal düzenin altüst olması demekti. Üstelik sorun nitelikli bir isçi kitlesi yaratmak değil düşük maliyetli emek-yoğun üretimle uyumlu nitelikli işgücü arzını kontrol altına alıp istikralı hale getirmekti.
Dönemin siyasi seçkinleri Granigg projesini ve benzeri amele köyleri projelerini hayata geçirmediler. Başbakan Refik Saydam, 1939 sonbaharında havzada maden işletmelerinin yetkilileri ile yaptığı toplantıda ame1e köyleri projesine ve işçilerin köylerinden koparılması fikrine oldukça temkinli yaklaşmıştı. EKI Genel Müdürü Ergene'nin, ''Bizim gitmek istediğimiz hedef şudur. Ocaklara civar köy halkı zürradır, yedi, sekiz bin ev yapmak lazımdır. Bu iş on beş senelik iştir. Bizim gitmek istediğimiz köydür,'' ifadesi-ne Saydam'ın yanıtı, ''On beş seneye kadar yavaş yavaş gideceksiniz. Köye şimdilik ilişmeyelim,'' olmuştu. Amele köyleri gibi yeni yerleşim alanları havzadaki mevcut sosyal ve ekonomik düzeni altüst edebilir, köylerinden kopmak istemeyen işçilerin direnişini doğurabilir, dahası, işçilerin amele köylerindeki toplu yaşamları, iş ve iş dışı alanlarda kader birliği etmeleri kimliklerini ve mücadelelerinin ortak sınıfsal konumlarına göre tanımlamalarına ve keskin sınıf mücadelelerine yol açabilirdi. Nitekim bu tip projelerin zorluğu daha ilk adımda tecrübe edilmişti. EKİ, Gelik ve Karadon ocakları işçilerine bir amele köyü inşa etmek için üretim merkezlerinden Kilimli'ye bağlı Cumayanı köyünü istimlak etmek üzere valiliğe başvurmuştu.
Zonguldak milletvekilleri, 1941 yılı havza teftiş raporlarında Cumayanı sakinlerinin, köylünün, ''muhaceretini ve sefaletini intaç edecek olan bu istimlak işinden yana yakıla şikayette bulunduklarını'' belirtiyordu. EKI daha baştan köye ilişmenin yaratacağı direnci tecrübe etmişti.
Nitekim köye ilişmemek sonraki yıllarda havzada izlenecek mekân politikalarının veciz bir ifadesi oldu. Milli Korunma Kanunu ile birlikte havzada 1940-1947 yılları arasın-da uygulanan iş mükellefiyeti ile, havza köylüleri bir kez daha ocaklar- da yasa zoruyla çalıştırıldılar. 1940 yılında havzanın devletleştirilmesini takiben, amele köyleri kurma fikri havza yetkililerinin gündeminden düştü. Bunun yerine geçici çalışma örüntüsünün disipline edilmesi ve köylerden işgücü akışının düzenli hale getirilmesi için farklı bir mekân projesi benimsendi: Mevcut madenci köylerini yol ağlarıyla ocaklara bağlamak. Zonguldak milletvekilleri, CHP Genel Sekreterliği'ne sundukları teftiş raporlarında havza köylerinin maden ocaklarına şoselerle bağlanmasını ve işçi naklinin otobüs ve kamyonlarla yapılmasını öneriyorlardı Buna göre Ereğli, DevrekBartın ve Zonguldak merkez köyleri yakin bulunduğu üretim bölgelerine ve ocaklara g!öre taksim edilecek, öte yandan her ocak işletmesi kendisine bağlı köylerin sağlık, eğitim, kültür ve diğer sosyal ihtiyaçları ile yakından ilgilenerek maden ocakları ile köylerin bütünleşmesini sağlayacaktı. Milletvekillerinin ifadesi ile devlet amelenin ve bunların mensup olduğu köylerin ağalık vazifesini yaparak ocaklardaki amele meselesini kısa zamanda halledecekti.
Milletvekillerinin önerileri sonraki yıllarda Başbakanlık Murakabe Heyeti uzmanlarınca yinelendi. Uzmanlara göre, amele köyleri için yapılacak istimlâkin yanı sıra işçilerin yaşadıkları köylerden koparılması önemli sosyal altüst oluşlara yol açacaktı. Bunun üzerine uzunluğu 100 km, derinliği 50 km. olan bir sahaya dağılmış olan amele köylerinin yol ağlarıyla ocaklara bağlanması ve günübirlik taşınması en uygun yoldu.
1940'11 yıllarda havzada uygulanan iki amenajman planı, nitelikli ve niteliksiz işgücünü disipline edip daimileştirerek havzanın işgücü sorununu çözmeye yönelik iki farklı mekânsal düzenleme izledi. 1944 yılı amenajman planında ustabaşı, teknisyen, şef gibi nitelikli işçiler ve yeraltı üretim sürecin ana unsuru olan kazmacıların ocaklar civarında aileleri ile birlikte yaşayabilecekleri 14300 evin yapımı yer alıyordu. Köylerde yaşayan işçilerin ocaklara ulaşımı şose ve demiryolu bağlantıları ile sağlanacaktı. Plan nitelikli işçilerin iskânı ile sınırlı olmasına karşın, Başbakanlık Murakabe Heyeti uzmanları Zonguldak'ta kesif bir işçi nüfusu yaratmanın siyasi ve sosyal tehlikelerine bir kez daha işaret ediyorlardı. 1944 yılı planı, 1948 yılında Marshall yardımı kapsamında verilen kredi ile hayata geçirildi. Ancak 1944 yılındaki hedef kesif bir işçi kitlesinin yaratacağı sınıf mücadeleleri göz önüne alınarak daraltıldı ve 4.000 bahçeli evin inşasına karar verildi. Böylece işçilerin %25'i, EKI'ye ait daimi ikametgâhlara yerleşecek, köylerde yaşayan işçilerden oluşan %55'lik kısım ulaşım ağları ile ocaklara günübirlik taşınacaktı. Yeni plan çerçevesinde köye ilişilmeden, kesif bir işçi kitlesi oluşturulmadan %85oranında bir daimi maden işçisi kitlesi yaratılabilecekti.
Dönemin siyasi seçkinleri Granigg projesini ve benzeri amele köyleri projelerini hayata geçirmediler. Başbakan Refik Saydam, 1939 sonbaharında havzada maden işletmelerinin yetkilileri ile yaptığı toplantıda ame1e köyleri projesine ve işçilerin köylerinden koparılması fikrine oldukça temkinli yaklaşmıştı. EKI Genel Müdürü Ergene'nin, ''Bizim gitmek istediğimiz hedef şudur. Ocaklara civar köy halkı zürradır, yedi, sekiz bin ev yapmak lazımdır. Bu iş on beş senelik iştir. Bizim gitmek istediğimiz köydür,'' ifadesi-ne Saydam'ın yanıtı, ''On beş seneye kadar yavaş yavaş gideceksiniz. Köye şimdilik ilişmeyelim,'' olmuştu. Amele köyleri gibi yeni yerleşim alanları havzadaki mevcut sosyal ve ekonomik düzeni altüst edebilir, köylerinden kopmak istemeyen işçilerin direnişini doğurabilir, dahası, işçilerin amele köylerindeki toplu yaşamları, iş ve iş dışı alanlarda kader birliği etmeleri kimliklerini ve mücadelelerinin ortak sınıfsal konumlarına göre tanımlamalarına ve keskin sınıf mücadelelerine yol açabilirdi. Nitekim bu tip projelerin zorluğu daha ilk adımda tecrübe edilmişti. EKİ, Gelik ve Karadon ocakları işçilerine bir amele köyü inşa etmek için üretim merkezlerinden Kilimli'ye bağlı Cumayanı köyünü istimlak etmek üzere valiliğe başvurmuştu.
Zonguldak milletvekilleri, 1941 yılı havza teftiş raporlarında Cumayanı sakinlerinin, köylünün, ''muhaceretini ve sefaletini intaç edecek olan bu istimlak işinden yana yakıla şikayette bulunduklarını'' belirtiyordu. EKI daha baştan köye ilişmenin yaratacağı direnci tecrübe etmişti.
Nitekim köye ilişmemek sonraki yıllarda havzada izlenecek mekân politikalarının veciz bir ifadesi oldu. Milli Korunma Kanunu ile birlikte havzada 1940-1947 yılları arasın-da uygulanan iş mükellefiyeti ile, havza köylüleri bir kez daha ocaklar- da yasa zoruyla çalıştırıldılar. 1940 yılında havzanın devletleştirilmesini takiben, amele köyleri kurma fikri havza yetkililerinin gündeminden düştü. Bunun yerine geçici çalışma örüntüsünün disipline edilmesi ve köylerden işgücü akışının düzenli hale getirilmesi için farklı bir mekân projesi benimsendi: Mevcut madenci köylerini yol ağlarıyla ocaklara bağlamak. Zonguldak milletvekilleri, CHP Genel Sekreterliği'ne sundukları teftiş raporlarında havza köylerinin maden ocaklarına şoselerle bağlanmasını ve işçi naklinin otobüs ve kamyonlarla yapılmasını öneriyorlardı Buna göre Ereğli, DevrekBartın ve Zonguldak merkez köyleri yakin bulunduğu üretim bölgelerine ve ocaklara g!öre taksim edilecek, öte yandan her ocak işletmesi kendisine bağlı köylerin sağlık, eğitim, kültür ve diğer sosyal ihtiyaçları ile yakından ilgilenerek maden ocakları ile köylerin bütünleşmesini sağlayacaktı. Milletvekillerinin ifadesi ile devlet amelenin ve bunların mensup olduğu köylerin ağalık vazifesini yaparak ocaklardaki amele meselesini kısa zamanda halledecekti.
Milletvekillerinin önerileri sonraki yıllarda Başbakanlık Murakabe Heyeti uzmanlarınca yinelendi. Uzmanlara göre, amele köyleri için yapılacak istimlâkin yanı sıra işçilerin yaşadıkları köylerden koparılması önemli sosyal altüst oluşlara yol açacaktı. Bunun üzerine uzunluğu 100 km, derinliği 50 km. olan bir sahaya dağılmış olan amele köylerinin yol ağlarıyla ocaklara bağlanması ve günübirlik taşınması en uygun yoldu.
1940'11 yıllarda havzada uygulanan iki amenajman planı, nitelikli ve niteliksiz işgücünü disipline edip daimileştirerek havzanın işgücü sorununu çözmeye yönelik iki farklı mekânsal düzenleme izledi. 1944 yılı amenajman planında ustabaşı, teknisyen, şef gibi nitelikli işçiler ve yeraltı üretim sürecin ana unsuru olan kazmacıların ocaklar civarında aileleri ile birlikte yaşayabilecekleri 14300 evin yapımı yer alıyordu. Köylerde yaşayan işçilerin ocaklara ulaşımı şose ve demiryolu bağlantıları ile sağlanacaktı. Plan nitelikli işçilerin iskânı ile sınırlı olmasına karşın, Başbakanlık Murakabe Heyeti uzmanları Zonguldak'ta kesif bir işçi nüfusu yaratmanın siyasi ve sosyal tehlikelerine bir kez daha işaret ediyorlardı. 1944 yılı planı, 1948 yılında Marshall yardımı kapsamında verilen kredi ile hayata geçirildi. Ancak 1944 yılındaki hedef kesif bir işçi kitlesinin yaratacağı sınıf mücadeleleri göz önüne alınarak daraltıldı ve 4.000 bahçeli evin inşasına karar verildi. Böylece işçilerin %25'i, EKI'ye ait daimi ikametgâhlara yerleşecek, köylerde yaşayan işçilerden oluşan %55'lik kısım ulaşım ağları ile ocaklara günübirlik taşınacaktı. Yeni plan çerçevesinde köye ilişilmeden, kesif bir işçi kitlesi oluşturulmadan %85oranında bir daimi maden işçisi kitlesi yaratılabilecekti.
ÜCRETLİ İŞ MÜKELLEFİYETİ SONRASI EKİ VE HAVZA KÖYLÜLERİ
1947 yılı sonunda havzada ücretli iş mükellefiyetinin kaldırılması ile birlikte serbest iş rejimine geçildi. Mükellefiyet önsesinin zirai faaliyetlere göre düzenlenmiş geçici çalışma örüntüsü, birer aylık çalışma ve dinlenme döngülerine dayalı rotasyonlu bir çalışma düzeni ve köylerle ocakları birbirine bağlayan ulaşım ağları ile disipline edildi. Çeşitli sosyal politika tedbirleri ile maden işçiliği cazip hale getirilmeye çalışıldı. EKI, işçilerin düzenli çalışmasını ve maden işçiliğini bir meslek olarak benimsemelerini teşvik amacı ile uzun süreli çalışan işçilere bedelsiz giysi, ayakkabı ve bez dağıtımına başladı. Ek olarak devam primi, çocuk primi gibi ödemelerle devamlı çalışmayı özendirdi. İşçi istihdamında etkin olan yerel aktörler ise EKİ bünyesinde kurulan İş ve İşçi Müdürlüğü denetimine alınarak disipline edildiler. EKİ’ye köylerden işçi sağlayan eski aracılar, buldukları işçilerin sayısı ve çalışma sürelerine göre prime bağlandılar. Böylece EKİ ocaklara işçi sağlayan yerel-enformel ilişki ağlarını da kontrolü altına aldı.
EKİ 1940’ların sonlarında nitelikli ve niteliksiz işçilere yönelik iki farklı mekân düzenlemesi ve çeşitli sosyal politika uygulamaları ile havzada daimi, istikrarlı ve uysal bir maden işçisi topluluğu yaratmaya çalıştı. Devlet, niteliksiz işgücünü köylerde tutarak bir yandan mevcut toplumsal dokuyu korudu. Diğer yandan da işgücü arzını disipline etti. Böylece havza köyleri devlete ucuz ve örgütsüz işgücü ve sorun aratmayan bir işçi kitlesi temin etti. Ucuz işgücü, emek-yoğun üretimin daha sonraki yıllarda da sürmesini kolaylaştırdı. Yeraltı işçilerinin geniş bir alana dağılmış birbirinden bağımsız köylerde yaşamaları tek parti dönemi siyasi seçkinlerinin çokça korktuğu, kimliklerini maden işçiliği deneyimi üzerinden tanımlayan, ortak yaşama ve çalışma deneyimlerini dayanışmaya dönüştürebilecek kesif bir maden işçi kitlesinin ve güçlü bir işçi örgütlenmesinin oluşumunu sınırladı. İşgücü piyasasının farklı basamaklarına yerleştirilen binlerce maden işçisinin işgücü piyasasındaki hiyerarşik konumları, bölgesel köken ve mekânsal ayrışmalarla kalıcı hale getirilirdi.
Öte yandan, örgütlü sendikal mücadeleler dışında kalan binlerce işçinin yürüttüğü gündelik mücadele biçimlerini, enformel dayanışma ve örgütlenme ağlarını işçi mücadelelerinin farklı formları olarak tanımlamak mücadele kavrayışımızı genişlete- bilir. Mekânın toplumsal ilişkilerle etkileşim içinde akışkan ve dinamik bir aktör olduğu göz önüne alınırsa, farklı toplumsal aktörler arasındaki mücadeleler sonucu her defasında yeniden üretildiği ve temellük edilmeye direndiği düşünülebilir. Havza köylerinin 1950’ler sonrasında emek ile sermaye ve emeğin farklı katmanları arasında ne tip ilişkiler ürettiğiy1e tip mücadelelerin mekânı olduğu ise bir başka araştırma gerektiriyor.
Nurşen Gürboğa Marmara Üniversıtesı, Siyaset Bilimi Ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
DİPNOTLAR 1. Kapitalizmin mekânsal bir sistem olarak işleyişi ve mekânın emek-sermaye ilişkileri tarafından düzenlenişine ilişkin bir tartışma için bk; Andrew Herod,'' Workers, Space, and Labor Geography: Intenıationol Lobor and Worklns-Claôô Hiôtory, No. 64, Fail 2003
2. Zonguldak kömür havzasının kömür üretimi öncesi görünümü ve kömür üretimi ile yaşadığı mekânsal dönüşüm için: bkz Donald Quataert, Minerô ond the State in the Ottoman Empire. The Zonguldak Coalıield 1822-1920, New York Oxford Berghahn Books, 2006, s 20-27
3. Yurt Ansiklopedisi, "Zonguldak", Cilt 10. Istanbul Anadolu Yayıncılık AŞ,I982-1983-19B4, s. 7726
4. Guataert, s 3-54.
5. age, s 52-63
6. Yerleşim birimlerinin ortaya çıkışı ve maden işletmelerinin geçici işçilerle nitelikli işçiler, idari ve teknik kadrolar için inşa ettiği evler ve yurtlar için bkz ase, s 81-88
7. MTA. (Maden Tetkik Arama Enstitüsü) Arşivi, , Rapor No. 1272, YIII927, s 4'-47.
8. İşçilerin ocaklar civarındaki yaşam koşulları için bkz Yusuf Akçura Bey'in 1925 yılında TBMM bütçe görüşmeleri sırasında yaptığı konuşma, TBMM Zabıt Ceridesi, Cilt 15, Devre 2, İçtima Senesi 2, 1976. s. 553 ve Kadri Yersel; Madencilikte Bir Ömür Anılar Görüşler, İstanbul: Maden Mühendisleri Odası, 1989, s 12 ve 21
9. 1921 yılında yasallaşan 15' numaralı "Eregli havza-i fahmiyesi maden amelesinin hukukuna müteallik kanun"un çeşitli maddeleri, madencilere işçilerin yaşam koşullarını iyileştirici yükümlülükler getiriyordu. Kanunun tam metni için bkz Mustafa Nuri Anıl, Nejdet Merey Türkiye’de Maden Mevzuatı. Cilt 11, İstanbul, '942, s. 161-163 Kanunun havzada çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmedi~inl, Yusuf Akçura'nın 1925 tarihli havza seyahatinden izlenimleri örnekliyor. Bkz age
10. M.TA Arşivi, Rapor No. 1272, s 49
11. İstanbul Sanayi ve Ticaret Odası’nın raporu için bkz. H. Avni, İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası 1926-1927-1928 Seneleri Faaliyet ve Muamelatına Ait Umumi Rapor, İstanbul: İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası Neşriyatı, 1934, s 435-436. İktisat Vekaletine '92ide sunulan bir rapor için bkz, M TA Arşivi, Rapor No. 1272, s 49. Ayrıca Sanayi 1930 tarihli Sanayi Kongresi'nde havza ile ilgili sunulan raporlar için bkz. Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti, Sanayi Kongresi, Raporlar-Kararlar-Zabıtlar, Ankara, 1930, s 431-432 Son olarak ABD'den Türkiye Ekonomisi hakkında incelemeler yapmak üzere davet edilen uzmanların önerileri için bkz Hines, Walker D. ve Arkadaşları, Türkiye'nin İktisadi Bakımdan Umumi Bir Tetkiki 1933-1934, Ankara Köy Öğretmeni Basımevi, 1936, Kitap 1., Cilt 1,2, s 107-l08
12. Havzadaki büyük yerli ve yabancı sermayenin piyasadaki fiyat denetimleri ve yüksek karları için bkz Vedat Nediim Tör, "Kömürde Devletçilik... Kadro 3, No 25, (ikinci Kanun, 1934J, Tıpkı Basım AITA. Van, No 34, Ankara 1980 içinde, s 14
13. Havzada 1925 yılındaki üretim koşullar, için bkz. "Ereğli Zonguldak Kömür Havzası. Mes1ek Gazetesi, sayı 13 ve 17, İstanbul, 1925 - 1920'ler ve 1930’lardaki teknoloji düzeyi için bkz Yersel, age, sl4
14. Yeraltı üretim işçilerinin tabi olduğu ücretlendirme yöntemleri için bkz. Meslek, no 17 ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi (bundan sonra BCA), 4'2.1939, Katalog No .30.100/ 211.3.
15. Köylerden ocaklara işçi arzını düzenleyen yerel aktörler için bkz BCA, 4'2.1939, Katalog No 30.100/ 2.1!..3
16. Beş yıllık Sanayi Planları ve yeni kamu işletmelerinin kömür tüketimindeki payları için bkz Ahmet Ali Özeken, Türkiye Kömür Ekonomisi Tarihi, İstanbul: İÜIF Yayını, 1955, s 53-59
17. Bu yıllarda yapılan mahalleler ve işçi yurtlar, için bkz. Kozlu Kömür İşleri Türk Anonim Şirketi, İdare Meclisi Raporu. Ankara 1936. s.2; Zonguldak gazetesi, 28 Sonkanun 1936. Sadrettin Enver Zonguldak kömür havzamız. Etibank Yayını, s. 79-80.
18. M.T.A. Arşivi, Rapor No 1564.
19. BCA, 4'2.1939, Katalog No. 30.1.0.0 /21'.3.
20. BCA, 4 İlk Kanun 1938, Katalog No. 030, 0/ 174 206. 2
21. Granigg'in raporu için bkz. M.TA Arşivi, Rapor No 1561
22. Sanayi paternalizminin ve şirket kasabalarının bir değerlendirmesi için bkz. Reid, Donald ''Industrial Paternalism Discourse and Practice inNineteenth Century French Mining and Metallurgy.'' Comparative Studie. ln Society and Hi.tory 27, no. 4 (OCt. 1985), s. 579-607
23. BCA,4.12.1939. Katalog No. 30. 1.0.0/2.11.3
24. BCA, 20.11942, Katalog No. 490.I.O.O/721.467.1
25. BCA, 201.1942, Katalog No 49010.0 /72'467.1 ve BCA, 3.12.1942, Katalog No, 490.1.0.0 / 722.470.1.
26. Başbakanlık Umumi Murakabe Heyeti (bundan sonra BUMH), Etibank Ereğli Kömürleri İşletmesi Müessesesi 1944 yılı Umumi Murakabe Heyeti Raporu. s '39.
27 BUMH, Etibank Ereğli Kömürleri İşletmesi Müessesesi 1947 yılı Raporu, s. 23 ve BUMH, E Etibank Ereğli Kömürleri İşletmesi Müessesesi 1949 yılı Raporu, s- 33-71
28. 1944 Yılı Umumi Amenajman Projesi ve 1948 yılı tadili için. Özeken, 'Türkiye Sanayinde İşçiyi Barındırma Problemi", Sosyal Siyaset Konferansları. 111. Kitap, s 103-130
29. EKI'nin iş mükellefiyeti sonrası izlediği sosyal politikalar ve istihdam yöntemleri için bkz. BUMH Etibank Ereğli Kömürleri İşletmesi Müessesesi 1948 yılı Raporu. s 25-26, 53 ve EKI, L949 Senesi Faaliyet Raporu;s..3)
3O. Havzada 1980’ler öncesi sendikal örgütlenmenin özellikleri, daimi ve rotasyonlu işçilerin sendika ile ilişkileri ve işçi hareketleri için bkz. Delvin Roy, 'Labor and Trade Unionism in Turkey The Eregıi Coalmines.. Middie Eastern Studie. 12, no. 3 (October 1976)http://zonguldakbilgi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=824&Itemid=5
2. Zonguldak kömür havzasının kömür üretimi öncesi görünümü ve kömür üretimi ile yaşadığı mekânsal dönüşüm için: bkz Donald Quataert, Minerô ond the State in the Ottoman Empire. The Zonguldak Coalıield 1822-1920, New York Oxford Berghahn Books, 2006, s 20-27
3. Yurt Ansiklopedisi, "Zonguldak", Cilt 10. Istanbul Anadolu Yayıncılık AŞ,I982-1983-19B4, s. 7726
4. Guataert, s 3-54.
5. age, s 52-63
6. Yerleşim birimlerinin ortaya çıkışı ve maden işletmelerinin geçici işçilerle nitelikli işçiler, idari ve teknik kadrolar için inşa ettiği evler ve yurtlar için bkz ase, s 81-88
7. MTA. (Maden Tetkik Arama Enstitüsü) Arşivi, , Rapor No. 1272, YIII927, s 4'-47.
8. İşçilerin ocaklar civarındaki yaşam koşulları için bkz Yusuf Akçura Bey'in 1925 yılında TBMM bütçe görüşmeleri sırasında yaptığı konuşma, TBMM Zabıt Ceridesi, Cilt 15, Devre 2, İçtima Senesi 2, 1976. s. 553 ve Kadri Yersel; Madencilikte Bir Ömür Anılar Görüşler, İstanbul: Maden Mühendisleri Odası, 1989, s 12 ve 21
9. 1921 yılında yasallaşan 15' numaralı "Eregli havza-i fahmiyesi maden amelesinin hukukuna müteallik kanun"un çeşitli maddeleri, madencilere işçilerin yaşam koşullarını iyileştirici yükümlülükler getiriyordu. Kanunun tam metni için bkz Mustafa Nuri Anıl, Nejdet Merey Türkiye’de Maden Mevzuatı. Cilt 11, İstanbul, '942, s. 161-163 Kanunun havzada çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmedi~inl, Yusuf Akçura'nın 1925 tarihli havza seyahatinden izlenimleri örnekliyor. Bkz age
10. M.TA Arşivi, Rapor No. 1272, s 49
11. İstanbul Sanayi ve Ticaret Odası’nın raporu için bkz. H. Avni, İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası 1926-1927-1928 Seneleri Faaliyet ve Muamelatına Ait Umumi Rapor, İstanbul: İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası Neşriyatı, 1934, s 435-436. İktisat Vekaletine '92ide sunulan bir rapor için bkz, M TA Arşivi, Rapor No. 1272, s 49. Ayrıca Sanayi 1930 tarihli Sanayi Kongresi'nde havza ile ilgili sunulan raporlar için bkz. Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti, Sanayi Kongresi, Raporlar-Kararlar-Zabıtlar, Ankara, 1930, s 431-432 Son olarak ABD'den Türkiye Ekonomisi hakkında incelemeler yapmak üzere davet edilen uzmanların önerileri için bkz Hines, Walker D. ve Arkadaşları, Türkiye'nin İktisadi Bakımdan Umumi Bir Tetkiki 1933-1934, Ankara Köy Öğretmeni Basımevi, 1936, Kitap 1., Cilt 1,2, s 107-l08
12. Havzadaki büyük yerli ve yabancı sermayenin piyasadaki fiyat denetimleri ve yüksek karları için bkz Vedat Nediim Tör, "Kömürde Devletçilik... Kadro 3, No 25, (ikinci Kanun, 1934J, Tıpkı Basım AITA. Van, No 34, Ankara 1980 içinde, s 14
13. Havzada 1925 yılındaki üretim koşullar, için bkz. "Ereğli Zonguldak Kömür Havzası. Mes1ek Gazetesi, sayı 13 ve 17, İstanbul, 1925 - 1920'ler ve 1930’lardaki teknoloji düzeyi için bkz Yersel, age, sl4
14. Yeraltı üretim işçilerinin tabi olduğu ücretlendirme yöntemleri için bkz. Meslek, no 17 ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi (bundan sonra BCA), 4'2.1939, Katalog No .30.100/ 211.3.
15. Köylerden ocaklara işçi arzını düzenleyen yerel aktörler için bkz BCA, 4'2.1939, Katalog No 30.100/ 2.1!..3
16. Beş yıllık Sanayi Planları ve yeni kamu işletmelerinin kömür tüketimindeki payları için bkz Ahmet Ali Özeken, Türkiye Kömür Ekonomisi Tarihi, İstanbul: İÜIF Yayını, 1955, s 53-59
17. Bu yıllarda yapılan mahalleler ve işçi yurtlar, için bkz. Kozlu Kömür İşleri Türk Anonim Şirketi, İdare Meclisi Raporu. Ankara 1936. s.2; Zonguldak gazetesi, 28 Sonkanun 1936. Sadrettin Enver Zonguldak kömür havzamız. Etibank Yayını, s. 79-80.
18. M.T.A. Arşivi, Rapor No 1564.
19. BCA, 4'2.1939, Katalog No. 30.1.0.0 /21'.3.
20. BCA, 4 İlk Kanun 1938, Katalog No. 030, 0/ 174 206. 2
21. Granigg'in raporu için bkz. M.TA Arşivi, Rapor No 1561
22. Sanayi paternalizminin ve şirket kasabalarının bir değerlendirmesi için bkz. Reid, Donald ''Industrial Paternalism Discourse and Practice inNineteenth Century French Mining and Metallurgy.'' Comparative Studie. ln Society and Hi.tory 27, no. 4 (OCt. 1985), s. 579-607
23. BCA,4.12.1939. Katalog No. 30. 1.0.0/2.11.3
24. BCA, 20.11942, Katalog No. 490.I.O.O/721.467.1
25. BCA, 201.1942, Katalog No 49010.0 /72'467.1 ve BCA, 3.12.1942, Katalog No, 490.1.0.0 / 722.470.1.
26. Başbakanlık Umumi Murakabe Heyeti (bundan sonra BUMH), Etibank Ereğli Kömürleri İşletmesi Müessesesi 1944 yılı Umumi Murakabe Heyeti Raporu. s '39.
27 BUMH, Etibank Ereğli Kömürleri İşletmesi Müessesesi 1947 yılı Raporu, s. 23 ve BUMH, E Etibank Ereğli Kömürleri İşletmesi Müessesesi 1949 yılı Raporu, s- 33-71
28. 1944 Yılı Umumi Amenajman Projesi ve 1948 yılı tadili için. Özeken, 'Türkiye Sanayinde İşçiyi Barındırma Problemi", Sosyal Siyaset Konferansları. 111. Kitap, s 103-130
29. EKI'nin iş mükellefiyeti sonrası izlediği sosyal politikalar ve istihdam yöntemleri için bkz. BUMH Etibank Ereğli Kömürleri İşletmesi Müessesesi 1948 yılı Raporu. s 25-26, 53 ve EKI, L949 Senesi Faaliyet Raporu;s..3)
3O. Havzada 1980’ler öncesi sendikal örgütlenmenin özellikleri, daimi ve rotasyonlu işçilerin sendika ile ilişkileri ve işçi hareketleri için bkz. Delvin Roy, 'Labor and Trade Unionism in Turkey The Eregıi Coalmines.. Middie Eastern Studie. 12, no. 3 (October 1976)http://zonguldakbilgi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=824&Itemid=5
Yorumlar