Madenlere ismini verdikten sonra unutulan isim: “MİRALAY VELİ BEY”


 
Madenlere ismini verdikten sonra unutulan isim: “MİRALAY VELİ BEY”
 
  

Vapurların makine bölümünü idare eden bir meslek olan, zamanında makine mühendisi olarak da nitelendirilen “Çarkçı” sınıfının Bahriye’deki ilk subaylarından biriydi Veli Bey. Ereğli Havzası Maden Nazırı Muavini ve Fen Komisyonu Reisi olarak, 1890 yılından 1906’ya kadar tama 16 yıl görev yaptı. Görevi sırasında maden ocaklarının isimlendirilmesinden o zamana değin istifade edilmeyen toz kömürden kok ve briket yapmak üzere fabrika kurulmasına kadar pek çok hizmetler verdi. Keşfettiği kuvars kumu nedeniyle hammaddenin  adına Velibey Kuvars Kumu dendi. Kozlu Kılıç’ta 2000 derecelik hararete dayanıklı “Ateş Toprağı Madenini (Şiferton)” bularak,kok fabrikasının yapımını sağladı.
 
Ahmet Naim ondan, “Ereğli Havzası Maden Nazır Muavini ve Fen Komisyonu Reisi olarak bulunuyordu. Yurdumuzda yetişen ilk maden ve makine mühendisidir. 1896 senesinde Maden Nazırı “Gramer Hasan Paşa”nın muavini ve Fen Komisyonu Reisi olan Veli Bey o zamanlar birçok mahrumiyet ve vesaitsizlik içinde Zonguldak’ta kok fırını, Brigutte ve ateş tuğlası fabrikaları meydana getirmeye muvaffak olmuştur. O sıralarda Bahriye Mektebi’nin salahı için celp edilen İngiliz Bahriye mütehassıslarından kimya tahsil eden Veli Bey, başardığı bu işlerle memleketin mühim bir miktarda parasının harice akmasına meydan vermemiştir.” şeklinde söz etti. Bu hizmetlerinin karşılığı olarak da Hayfa’ya sürgüne gönderildi.
 
 
AİLESİ VE ÇOCUKLUĞU:
Kurucaşile ilçesinin Tekkeönü bölgesinde o dönemdeki adıyla Turabi, bugünkü adıyla Çayaltı köyünde 1849 yılında doğan Veli Bey’in babası Lazzade Hasan Efendi’dir. Kurucaşile Tekkeönü’nde yaşayan bu aileye mensup, soyadları “Atukeren” olan ailenin diğer fertlerinden aldığımız bilgilerde, Veli Bey’in, dedesinin adını taşıdığını öğrenmekteyiz. Oğlu İhsan Atukeren’in hazırlamış olduğu, “Cumhuriyetin XVI. Yılında Bartın Çevresi ve Ortaokulu” adlı kitapta kendi ailesini tanıtırken: “Tekkeönü Turabi köyünde Veli oğlu Hasan oğullarındandır” ifadesi bulunmaktadır. Anadolu’da gelenek halini alan, doğan erkek toruna dede ismi verilmesi örneği Veli Bey’in doğumunda da görülmektedir. Bu nedenle doğduğunda, kendisine dedesinin adı olan “Veli” adı verilmiştir. 
                                           
                                           
 
Veli Bey’in İsmail, Mehmet ve Ali adında üç erkek kardeşi vardır. Oğlu İhsan Atukeren’in dışında biri kız, üçü erkek olmak üzere dört çocuğu daha bulunmaktadır. Bu çocuklarından İhsan Atukeren eğitimci olup, Bartın Ortaokulu’nun ilk müdürüdür. Veli Bey’in diğer üç oğlu da kendisi gibi subay olmuş, bugün itibariyle ailenin subay olan diğer çocukları hakkında elimizde yeterince bilgi ve belge bulunmamaktadır. Ahmet Naim, Veli Bey’i tanıtırken, her ne kadar “Oduncuoğulları” adıyla bir aileye mensup olarak değerlendirse de Veli Bey’in Kurucaşileli bir hemşerisi olarak yaptığımız araştırma ve incelemede nüfus kütüklerindeki lakabının “Lazoğulları” olduğunu görmekteyiz. Bu konuda elimizdeki bilgi ve belgeler de bu yöndedir. Ahmet Naim, Veli Bey’in saklı kalmış ya da bilinmeyen yönlerini ailesi dışında en iyi şekilde anlatan, bu bilgileri günümüze taşıyan, maden havzasının iftihar edilecek bir evladıdır. Ahmet Naim, o dönemde Kurucaşile bölgesinde Veli Bey ile ilgili saha çalışması yapıp yapmadığını, nüfus kütüklerini inceleyip incelemediğini bilemiyoruz.
 
İ.Atukeren, “Cumhuriyetin XVI. yılında Bartın Çevresi ve Ortaokulu” adlı kitabında aile soy lakaplarını, “Velioğulları” olarak belirtmektedir. Oysaki yukarıda da belirttiğim gibi yapmış olduğum araştırma ve incelemelerde bu ailenin lakabının “Lazoğulları” olduğunu görmekteyiz. İhsan Atukeren’in de babası Veli Bey’in dedesinin adından dolayı lakaplarını “Velioğulları” olarak nitelendirdiğini düşünüyorum. Bu ailenin fertleri halen Kurucaşile Hisar Köyü, Ömerler Köyü, Çayaltı Köyü’nde, Bartın’da, Zonguldak’ta ve İstanbul’da yaşamlarını sürdürmektedirler. Ailenin birçok ferdini de yakınen tanımakla beraber, kişisel dostluklarım da bulunmaktadır. Günümüzden yüz altmış dört yıl önce doğan Veli Bey’in çocukluk döneminin büyük kısmı İstanbul’da geçmiştir. Bu döneme ait elimizde yeterince bilgi ve belge bulunmamakla beraber, günümüzde bilgi alınabilecek kişiler de, ailesi dışında yıl itibariyle mümkün olmamaktadır.
 
VELİ BEY’İN EĞİTİMİ:
İlköğrenimini İstanbul’da halası nezdine giderek Haliç- Ayvansaray’da yapan Veli Bey, Bahriye Mektebi’nin ilk çarkçı öğrencilerindendir. 1868 yılında bu okula girmiş, okulu birincilikle bitirmiş ve 1872 yılında çarkçı sınıfı Bahriye Subayı olarak Bahriye’ye katılmıştır.  Veli Bey’in eğitim gördüğü ve bugün Deniz Harp Okulu’nun temelini teşkil eden, 1773 yılında III. Mustafa döneminde kurulan, “Tersane Hendesehanesi” adını alan okul daha çok gemi kaptanlarının devam ettiği bir kurs niteliğindeydi.  Karada açılan ilk deniz okulu ise, “Hendesehane” veya “Hendesehane-i Bahri” adıyla, Baron de Tott'un tavsiyesi ve Kaptan-ı Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa'nın gayretleriyle, 1776 yılı şubat ayında Kasımpaşa'da Tersane-i Amire'nin "Darağacı" denilen semtinde kuruldu. 1782-1783 yıllarında tersanedeki “Hendesehane”nin küçük olması ve ihtiyacı karşılamaması nedeniyle tersane sahasında yeni bir mühendishane binası yaptırıldı. “Mühendishane-i Bahri-i Hümayun” adı ile 1784 yılında yeni binasında faaliyete geçti. Okul, 1795 yılında iki kısma ayrılmakta, birinci kısmında güverte subayı, ikinci kısmında ise gemi inşa subayı yetiştirilmekteydi.
                                 
Okul II. Mahmut döneminde Heybeliada’ya yaptırılan Kalyoncu Kışlası’na taşınmıştır. 1839 yılında Tanzimat’la beraber “Mekteb-i Bahriye” adıyla anılmaya başlanan okul, Kasımpaşa'daki binasında 12 yıl kadar kalmış ve daha sonra son kez Heybeliada'ya nakledilmiş, 1850 yılında ise Heybeliada'daki eski Bahriye Kışlası'na taşınmasına karar verilmiştir. Okul binası 34 odalı olup, 150 öğrencisi bulunmaktaydı. Bu dönemde okulun “Mekteb-i Bahriye-i Şahane”, “Mekteb-i Fünun-i Bahriye”, “Mekteb-i Fünun-i Bahriye-i Şahane” gibi isimlerle anıldığı görülmektedir. Ayrıca okulda 30 yataklı bir hastane, eczane, matbaa, mücellithane ve büyük bir kütüphane bulunmaktaydı.  Öğretim İngiliz sistemine göre yapılmakta olup, bazı dersler İngiliz öğretmenler tarafından okutulmaktadır. “Mekteb-i Bahriye” adlı okulda sınıflarda 30 öğrenci bulunmakla beraber bu öğrencilerin 27’si güverte sınıfı, 3’ü ise çarkçı (makine) sınıfı öğrencilerinden oluşmaktaydı. Veli Bey ise bu öğrencilerin içinde çarkçı sınıfına seçilen ender öğrencilerden biri olmuştur. 1994 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Karargah Basımevi’nde yayınlanan “Deniz Harp Okulumuz 1773” adlı kitabın birinci bölümde, Deniz Harp Okulu’nun kuruluşu, Deniz Kuvvetlerimizin durumu ayrıntılı olarak incelenmiş, ikinci bölümde ise Bahriye Mektebi (Deniz Harp Okulu)’nin 1867-1967 yılları arasındaki mezunlarının kimlik bilgileri verilmiştir.
                                     
Kitabın ikinci bölümündeki bilgilerden Veli Bey’in Harbiye sınıfına geçiş tarihi olarak 26 Ocak 1868, subay olarak, çıkışı da 01 Ağustos 1872 olduğunu öğreniyoruz. Deniz Harp Okulu’nun, Makine Sınıfı bölümünden mezun olan üç öğrenciden biri olan Veli Bey ile ilgili olarak:
Adı, Baba Adı: Veliyüddin, Hasan
Memleketi: Eyüp
Son Rütbesinin Nasbı: Albay, 11/06/1893
Bahriye’den Ayrılışı: Emekli, 12/02/1910 olarak bilgileri verilmiş, dip not olarak da, “Okulda uzun süre Makine Öğretmenliği yapmış kıymetli bir hocadır.” denilmektedir.  Bu bilgilerden yola çıkarak, Veli Bey’in Bahriye Mektebi’nde 1868-1872 yılları arasında öğrenim gördüğünü, son olarak da 1893 yılında, Maden Havzası’nda görev yaparken “albay” rütbesini aldığını, 1910 yılında da emekli olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Bu bilgilerden hareketle oldukça uzun bir süre, toplam 38 yıl Osmanlı Bahriyesi’nde görev yaptığını görülmektedir. Kitapta Veli Bey’in memleketinin Eyüp olarak gözükmesinin nedeni ise çocukluğunda Tekkeönü’nden eğitim amacıyla İstanbul-Eyüp’te oturan halasının yanına gitmesidir. Veli Bey, tüm eğitim hayatını bu şekilde halasının yanında aileden ayrı olarak sürdürmüştür.
 
KASTAMONU VİLAYET SALNAMELERİNDE VELİ BEY:
1893 ile 1894 yıllarına ait Kastamonu vilayet salnamelerinde Bolu Sancağı - Ereğli Maden-i Hümayunu Nezareti bölümünde Maden Nazırı, üç Osmani, üç Mecidi ile Girid ve İngiliz madalyaları sahibi Mirliva Hasan Paşa’nın olduğu, Miralay Veli Bey’i ise heyet-i komisyon bölümünde kaymakam, sanayi-i gümüş madalya sahibi, nazır muavini ve Fen Komisyonu Reisi olarak görüyoruz. Yine 1897 yılına ait Kastamonu vilayet salnamelerinin Bolu Sancağı-Ereğli Maden-i Hümayunu Nezareti bölümünde Veli Bey, Veliyyüddin adıyla Maden Nazırı Mirliva Hasan Paşa’nın muavini ve Fen ve İmalat Komisyonu Reisi olup üçüncü Mecidi, sanayi-i nefise gümüş madalyası sahibi olarak görünmektedir. 1905 yılına ait Kastamonu vilayet salnamelerinde Bolu Sancağı Ereğli Maden-i Hümayunu Nezareti bölümünde de, Veli Bey Veliyyüddin adıyla Nazır Muavini, Fen ve İmalat Komisyonu Reisi olup, üçüncü Mecidi, sanayi-i nefise gümüş madalya sahibi olarak belirtilmektedir. Bu dönemde Maden Nazırı olarak Mirliva Arif Paşa görünmektedir.
 
OSMANLI ARŞİV KAYITLARINDA VELİ BEY:
Veli Bey ile ilgili arşiv araştırması yaparken, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün Osmanlı arşivinde de birkaç belgeye ulaşılabilmektedir. Osmanlı arşiv katalogunda bulduğum bu belgelerde Miralay Veli Bey’in ülkemize ve bölgemize birçok hizmeti geçtiğini görüyoruz. Miralay Veli Bey ile ilgili Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi bölümündeki 06.03.1888 tarihli bir belgede: “Mekteb-i Bahriye-i Şahane Fenn-i Tüccar ve Kimya Muallimi Binbaşı Veliyyüddin Efendi'nin terfii” denilmekte ve burada Veli Bey’in binbaşı rütbesinde ve Kimya Öğretmenliği yaptığı görülmektedir. 19.08.1890 tarihli bir belgede, “Ereğli’nin Kozlu mevkiinde Kurci Kumpanyası’nın maden kömürü ocağında baş gösteren olayın tahkiki için Bahriye Mektebi Muallimlerinden Veli Bey’in görevlendirildiği.” denilmektedir. Kozlu’da meydana gelen bir olayın araştırılması için Veli Bey’in görevlendirildiğini bu şekilde öğrenmiş oluyoruz.
 
Veli Bey, Ereğli Kömürleri İşletmesi’nde “Nazır Yardımcılığı” yaparken, 05.06.1892 tarihinde iftihar madalyası ile ödüllendirilmiştir. Bu durum Osmanlı arşiv katalogunda şöyle ifade edilmektedir. “Tersane-i Amire’de ateş tuğlası üreten Ereğli Madeni Nazır Muavini Kaymakam Veli Bey’e Bahriye Nezaretince İftihar Madalyası verilmesi.” istenmiştir. Bir başka belgede ise 09.07.1893 tarihinde, Veli Bey’in Ereğli Madenleri İşletmesi’nde görev aldığı dönemde başarılı çalışmalarıyla Bahriye Nezareti’nin talebi üzerine ödüllendirildiği belirtilmekte ve şöyle ifade edilmektedir. “Ereğli Madeni Nezareti Muavini Kaymakam Veli Bey'’in rütbesinin Bahriye Nezareti’nin tezkiresi üzerine bir derece terfii.” Başbakanlık Osmanlı arşiv kayıtları ile Kastamonu vilayet salnamelerindeki kayıtlar Miralay Veli Bey’in, 1890’lı yıllardan 1906 yılına kadar bölgede hizmet ettiğini bize göstermektedir. Bu süre kısa olarak nitelendirilebilecek bir süre değildir. Başbakanlık Osmanlı Arşiv kayıtlarında 14.02.1910 tarihli bir belgede, “Çarkçı miralaylarından Velilüddin Bey'in icra-yı tekaüdü.” yazmaktadır. 16.02.1910 tarihli bir belgede de: “Çarkçı miralaylarından Eyüblü Veliyüddin bin Hasan Bey'in icra-yı tekaüdü. (Bahriye)” denilerek Miralay Veli Bey’in emekli olduğu anlatılmaktadır.
 
İHSAN ATUKEREN’E GÖRE  VELİ BEY:
İhsan Atukeren babası Veli Bey’i anlatırken, öncelikle bağlı olduğu aileyi tanıtıyor ve şöyle diyor: “Bu civarda Tekkeönü divanında (Velioğulları) şimdiki soyadları ile (Atukerenler) bölgede şat ve naşat hatıralar bırakmış, şayanı iftihar evlatlar yetiştirmiş bir ailedir.” Veli Bey’in de bu ailenin büyüklerinden olduğunu, bugün Kurucaşile’nin bir köyü olan Turabi(Çayaltı)’den Velioğlu Hasanoğulları’ndan olduğunu ifade ediyor. Veli Bey’in öğrenim çağı geldiğinde, İstanbul’da yaşamını sürdüren halasının yanına gittiğini bildiriyor. Halasının yanında bulunduğu dönemde Ayvansaray’da ilk eğitimini aldığını belirtirken, bu okuldaki öğrenimi süresince başarılı, çevresinde dikkati çeken, iftihar edilecek bir öğrenci olduğunu söylüyor. Veli Bey’in askerliğin önemini ve toplumdaki itibarını örnek alarak Bahriye mesleğine girdiğini ifade ediyor ve bu okulda örnek alınacak bir öğrenci olduğunu, okulu birincilikle bitirdiğiniyse kitabında şöyle anlatıyor: “Haliç’te, Ayvansaray’da ilk tahsilini yaparken parlak zekâsı ile nazarı dikkati celp ediyor. Askerliğin sahabeti cenahında feyz alarak Bahriye mesleğine intisap ediyor. Birincilikle Mektebi Bahriye’yi ikmal eden Veli devlet hizmetinde vazife görürken aynı zamanda bilgisini yükseltmek hususunda mütemadi mesaiden, mütalaadan geri kalmıyor.”
 
Veli Bey Bahriye’de vapurların makine bölümünü idare eden bir meslek olan, makine mühendisi olarak da nitelendirilen, “Çarkçı” sınıfının ilk subaylarından biridir. Bugün Deniz Harp Okulu adını alan, o dönemdeki adıyla Mekteb-i Bahriye’nin bir sınıfta bulunan otuz öğrencisinden, ancak üçü bu sınıfa seçilmekteydi. Veli Bey okulu bitirdikten sonra alanında  (Bugünün yüksek lisans eğitimi) ihtisas yapmak üzere Londra’ya giderek bilgi ve görgüsünü artırmıştır. Burada uzun bir süre kaldıktan sonra İstanbul’a geri dönmüş ve Bahriye Mektebi’nde Makine ve Kimya Öğretmenliği yapmıştır. İ.Atukeren babası ile ilgili bilgi verirken: “Türkiye’de çarkçı sınıfının ilk erkanı harbi olan bu genç Bahriyeli birçok memuriyetlerden sonra Londra’ya birkaç defa gidiyor ve uzun zamanlar berayi vazife kaldığı bu şehirde muhtelif branşlarda ihtisas yapıyor. Uzun zaman Bahriye Mektebi’nde ders nazırlığı ve müteaddit defalar hocalığı vardır. Kara günler içinde yetişmiş, ilmi kudreti sayesinde yaşamış, kimseye boyun eğmemiş olan Veli, sayısız başarıları ile o devirde mesleğinde şöhret almış bir fen adamıdır.” demektedir.
 
İ. Atukeren, “Cumhuriyetin XVI. yılında Bartın Çevresi ve Ortakulu” adlı kitabında Bartın bölgesinin maden durumunu da anlatmaktadır. Bartın bölgesinin zengin maden yataklarına sahip olduğunu, bugün Bartın şehrinin bir mahallesi Aladağ’da çimento yapımına uygun toprak ve kil bulunduğunu, Amasra’da bulunan kömür ocaklarının terk edilmiş olduğunu anlattığı kitabının “Madenler” başlıklı bölümünde: “Bartın’ın maden itibariyle de zengin bir saha olduğu söylenmektedir. Şehrin Gölbucağı üzerindeki Aladağ’da çimentoya müsait toprak ve kil ile kömür bulunduğunu, Amasra’nın dökük kömür ocakları bir şirket tarafından hayli zaman işletilmiş ise de teşkilatsızlık ve idaresizliğe katılan sermayesizlik yüzünden bu yüksek alevli kömür ocakları halen metruk bir vaziyettedir.” demektedir.
 
İ. Atukeren, Bartın bölgesinin en önemli madeninin Kurucaşile-Kapısuyu Köyü ile Arıt nahiyesi arasında bulunduğunu, kalori itibariyle Zonguldak havzası (Burada Kozlu, Üzülmez, Çaydamar, Kilimli, Gelik) kömüründen daha yüksek kalorili olduğunu, madenin toprağın yeryüzüne daha yakın kısmında bulunması dolayısıyla masrafın da fazla olmayacağını ifade ederken: “Bartın’ın en mühim madeni Kapısuyu-Arıt havzasında bulunan ve dahile doğru yürüyen kömür sahasıdır. Kalori itibariyle Zonguldak havzası kömüründen daha yüksek ve miktar itibariyle de daha zengin olan bu madenin arz sathına çok yakın oluşu yüzünden çıkarma masrafının azlığı ve dahile doğru gidişi seçkin evsafını katmerleştirmektedir.” demektedir.
 
Kurucaşile’nin Kapısuyu bölgesinde (İdare-Yeniköy bölgesi) bulunan kömürü 1896 yılında Veli Bey tarafından tespit ve tetkik edildiğini, bu dönemde Veli Bey’in Ereğli madenlerinde Nazır Yardımcısı ve Fen Komisyonu Başkanı olduğunu ifade ederken, yurdumuzda yetişen ilk maden ve makine mühendisi olduğunu da belirtmektedir. “Bu kömür ilk defa 1312 yılında Bahriye Erkan-ı Harp Çarkçı Miralaylarından Veli Bey tarafından bulunmuş ve fenni tetkike tabi tutulmuştur. Veli Bey o dönemde Bahriye İdaresi tarafından idare edilmekte olan Ereğli Havzası Maden Nazır Muavini ve Fen Komisyonu Reisi bulunuyordu. Veli Bey yurdumuzda yetişen ilk maden ve makine mühendisidir.” demektedir. Burada bahsedilen 1970’li yıllarda Kurucaşile’nin Yeniköy (Çardak Meydanı)’ünde ve Kastamonu Cide ilçesi hudutları içinde bulunan, Nanepınarı Köyü dahilindeki kömür ocakları yakın zamana kadar 100-150 işçinin çalıştığı TTK Amasra İşletme Müdürlüğü’ne bağlı maden ocaklarıydı. 
 
İ. Atukeren, burada maden kömürünü tesadüfen Uzun Mehmet’in bulduğunu, havzanın fen gücü ve araçlarıyla tanışmasının da Veli Bey tarafından yapıldığını ifade etmektedir. “Veli Bey, bunun dışında ilk çimentoyu yapan, briket-kalıp kömürü, zift, ateş tuğlası fabrikasını kuran bir kişidir demektedir.” Bunu kitabında şöyle ifade etmektedir: “Ereğli havzasını tesadüfün yardımı ile bulan Uzun Mehmet idi. Fakat bu ocaklara fennin kudret ve vasıtalarını yoksuzluklar ve engeller içinde ilk sokan da Veli Atukeren olmuştur. Ereğli Kömür Havzamız tarihinde çok şerefli bir hatırası olan bu fen adamı yurdumuzda yetişen ilk maden ve makine mühendisidir. Aziz babamın aziz hatırasını bu surette kayd ve yad ederken birçok kadirşinas vatandaşların da duygularına tercüman olduğuma kaniyim. Veli Bey ilk Türk çimentosunu yapan, briket-kalıp kömürü, zift, ateş tuğlası fabrikasını ta o zamanlar kuran bir zattır.
 
Kurucaşile’nin İdare, Yeniköy (Çardak Meydanı) ile Cide ilçesinin Nanepınarı Köyü’nde 1990’lı yıllara kadar üretimi yapılan maden kömürünün dışında bölgemizde Tekkeönü bölgesinde de taşkömürü olduğu tarafımızca bilindiği gibi kaynaklarda da belirtilmektedir. Tekkeönü bölgesindeki bu kömür, Veli Bey’in köyü olan dünün Turabi, bugünün Çayaltı Köyü’ne komşu olan Aydoğmuş ve Kavaklı köylerinin arasındaki vadide bulunmakla beraber, artık çalıştırılmayan, geçmişte çalıştırılan maden ocaklarıdır. İ.Atukeren buradaki madenleri Veli Bey’in mezuniyet sonrasında köyüne gittiğinde, kardeşleri ile birlikte av partisi yaparken tespit ettiğini ifade etmektedir. İ.Atukeren’in verdiği bilgiden yola çıkarsak, Veli Bey, Mekteb-i Bahriye’yi 1872 yılında bitirdiğine göre, buradaki kömür madeninin bulması 1872 yılı içinde olması kuvvetle muhtemeldir.
 
İ. Atukeren, “Cumhuriyetin XVI. yılında Bartın Çevresi ve Ortaokulu” adlı kitabında bunu şu sözlerle anlatmaktadır.“Veli mezuniyetle köyüne gittiği zaman bu civarda kardeşleri ile bir av partisi yaparken mıntıkadaki kömür nazarı dikkatini celp etmiş ve tetkikata başlamıştır. Tecrübe için bir ocak açılmış, alınan kömürler üzerinde etütler yapılarak yukarıda işaret ettiğim evsafı tespit edilerek Bahriye Nezareti’ne mufassal raporu verilmiştir. O devirlerde az çok işleyen Ereğli havzasının bile hakkından gelinemediği için bu zengin milli servet, ta Cumhuriyet devrine kadar mahkuk ve mühmel kalmıştır.” demektedir.
 
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün Osmanlı arşiv kayıtları incelendiğinde, 1889 tarihli bir belgede Tekkeönü bölgesinde, kömür madenlerinin ihale edildiği belirtilmektedir. Bu belgede şöyle denilmektedir. “Amasra Nahiyesi Tekkeönü mevkiinde çıkan kömürün ihalesinin Defter-i Hakani Nazırı Rıza Paşa'ya verilmesi.” Bir başka belgede, “Defter-i Hakani Nazırı Rıza Paşa'nın sahib-i imtiyazı olduğu Amasra nahiyesi Tekkeönü kömür madenlerinin işletilmesi için gönderilen Sadık Beyefendi'ye gerekli kolaylığın gösterilmesinin bildirilmesi.” denirken, bir başka belgede de: “Amasra nahiyesi dahilindeki Tekeönü adlı yerde bulunan ve imtiyazı müteveffa Ali Rıza Paşa uhdesinde olan kömür madeninin imtiyazının müzayedeyle başkasına ihalesi.” istenmiş olup, aradan çok fazla bir zaman geçmeden Ali Rıza Paşa’ya verilen bu kömür madeninin feshi istenmiş ve şöyle denmiştir: “Amasra nahiyesinde Tekkeönü nam mahalde vaki olup, Defter-i Hakani Nazırı Ali Rıza Paşa uhdesine ihale olunan kömür madenin feshi.” (Orman ve Maadin)  Tekkeönü bölgesindeki kömür madenlerinin 1920’li yıllarda da çalıştırıldığı arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır. Bölgesindeki bu maden ocakları kapanmış, bugüne kadar da bir daha işlerlik kazanmamıştır. Ne yazık ki, Veli Bey’in daha Bahriye Mektebi’ni yeni bitirdiği yıllarda kendi memleketinde tespit ettiği bu maden (karaelmas) ne yazık ki, toprak altında yatmaktadır.
                                     

                                         

 
 AHMET NAİM’E GÖRE VELİ BEY:
Zonguldak Taşkömürü Havzası tarihini yazan  Ahmet Naim, “Zonguldak Havzası, Uzun Mehmet’ten Bugüne Kadar” adlı eserinde Miralay Veli Bey’den saygıyla bahsetmektedir. Veli Bey’in maden havzasına çok büyük emeğinin geçtiğini belirtirken, bunu kitabında şu ifadelerle dile getirmektedir: “Zonguldak bölgesinde taşkömürü havzası, Dilaver Paşa’nın nizamnamesi ile idari bir teşkilatlanmaya gitmiştir. Ereğli havzası Alaplı’dan Kurucaşile’nin Kapısuyu köyüne kadar bölgedeki ormanlar madenlere tahsis edilmiştir. Ereğli havzası Alaplı ile Akçakoca arasındaki Taşsuyu’ndan başlayarak, “Kurucaşile’nin Kapısuyu’na kadar sahilden uzanan bir hudut tayin olundu. Rastgele açılan maden ocakları için ruhsatname alınması şart koşuldu.” Bu dönemde, Veli Bey de maden havzasının yeniden yapılandırılmasında önemli görevler almıştır. Ahmet Naim bunu, kitabında şöyle anlatmaktadır: “Zonguldak’a mücavir Tekkeönü köyünden Oduncu Oğulları ailesinin çocuğu olan bu sanatkar zabitimizin eserinden hükümet ve havza çok büyük istifadeler görmüştür. Havzada mevcut kömür damarlarını, kaşiflerinin isimlerine izafetle ad vererek tasnif eden yine Veli Bey olmuştur. Bugün artık fani hayata gözlerini yummuş olan bu kıymetli adamın hatırasını burada hürmetle anmağı bir vazife bilirim.”
                                                         

                                                    
 Ahmet Naim’in yazdıklarından Veli Bey’in maden havzasında önemli hizmetleri olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Kdz. Ereğlili eğitimci ve yerel tarih araştırmacısı Gürdal Özçakır’ın ifadesiyle “madenci edebiyatının simge ismi” olan Ahmet Naim’in kaleme aldığı yazının bölümlerinden yaptığımız alıntıyı da sunuyoruz. Elimizdeki gazete kupüründe, gazetenin tarihi ile ilgili bir bilgi bulunmadığından tahmini olarak 1930’lı yıllarda yayınlandığını düşünülmektedir. “Son Posta adlı günlük gazetenin memleket haberleri bölümünde “Zonguldak’ta yeni bir maden” Senelerce evvel Veli Bey isimli bir deniz zabitinin bulduğu ateş tuğlası madeni işletilmeye başladı.” başlıklı yazısında Ahmet Naim, ilk kömür damarının, Ereğli’nin Köseağzı bölgesinde, Uzun Mehmet tarafından bulunduğunu, bu madeni on dokuz sene basit usullerle, yabancı sermaye adına çıkarıldığı, daha sonra Bahriye’ye “Kaptanı Derya” makamına devredildiği, Bahriyelilerin havza yönetimini devraldıktan sonra buraya çok değerli Bahriye subaylarının gönderildiğini belirtirken, Zonguldak Maden Havzası’na ilk defa fen elinin girdiğini de ifade etmektedir. Ahmet Naim yazısında, “Zonguldak havzasına fen sokan bahriye zabitlerimiz içinde bugün hatırası hala canlı ve taze olarak yaşayan Veli Bey isminde bir zat da vardır. 1896 senesinde maden nazırı “Gramer Hasan Paşa”nın muavini ve Fen Komisyonu Reisi olan Veli Bey o zamanlar birçok mahrumiyet ve vesaitsizlik içinde Zonguldak’ta kok fırını, Brigutte ve ateş tuğlası fabrikaları meydana getirmeye muvaffak olmuştur. O sıralarda Bahriye Mektebi’nin salahı için celp edilen İngiliz Bahriye mütehassıslarından kimya tahsil eden Veli Bey, başardığı bu işlerle memleketin mühim bir miktarda parasının harice akmasına meydan vermemiştir.”
 
Ahmet Naim, Son Posta Gazetesinde Veli Bey’i anlatırken, onun memleket için çok fedakarca, engin bir yurt sevgisiyle çalıştığı, başarıları dönemin yönetimi tarafından baltalandığı, Zonguldak maden bölgesinde Veli Bey’in çalışmalarını kendilerinin aleyhinde gören nüfuzlu yabancı uyruklu iş çevrelerinin baskıları sonunda dönemin nankör yönetimi tarafından “Kameron” adasına sürgün edildiğini belirtmektedir. Ahmet Naim, burada ince bir nazire de yaparak, dönemin yöneticilerini iğneledikten sonra, şöyle demektedir: “Fakat Veli Bey hizmetlerinin mükâfatı olarak Kameron adasına sürüldükten sonra uzun müddet muattal kalmış nihayet unutulmuştur.” Bu sözlerle günümüzde de sık sık karşılaşılan bir durumu gözler önüne sermektedir.
 
Veli Bey’in havzaya ilk geldiğinde öncelikle “Kok Fabrikası” kurmayı planladığını, bunun için gerekli olan “ateş tuğlası”nın yapılacağı madeni aradığını ifade ediyor. Veli Bey’in aramış olduğu bu madeni Kozlu ilçesinin Kılıç bölgesinde bulduğunu ifade etmektedir. Veli Bey’in bu madeni bulması devleti ekonomik olarak da rahatlatmış, Bahriye bütçesi de bu surette önemli bir tasarruf sağlamıştır. Yazısında Ahmet Naim bunu, “Veli Bey havzaya geldiği zaman ilk iş olarak kok fırını kurmayı düşündüğü zaman bunun için lazım olacak ateş tuğlasının yapılacağı madeni aramıştır. Veli Bey bu araştırmalarında muvaffakiyetli bir neticeye varmış ve Kozlu’da Kılıç mıntıkasında 2000 derecelik hararete mukavemetli ateş toprağı madeni bulmuştur. İşte bundan sonra Bahriye’nin çelik dökümhanelerinde, tophanede bütün gemilerin cehennemliklerinde hep bu topraktan yapılan tuğlalar kullanılmış, Bahriye bütçesi bu sayede mühim bir tasarruf temin etmiştir.” şeklinde anlatmaktadır.
 
Ahmet Naim yazısının bu bölümünde, Kozlu Kılıç’ta, yıllar önce Veli Bey tarafından bulunan “ateş tuğlası” madeninin işletme hakkının, Cumhuriyet Hükümeti tarafından İbrahim Şamir Bey adında bir girişimciye kiralandığını belirtmektedir. Ahmet Naim, bu madenin yıllar sonra tekrar işletilmeye başlandığını yazarken kazma seslerini duyduğunda memleket adına duyduğu sevinci de okurlarıyla paylaşmaktadır: “Son günlerde ortaya İbrahim Şamir Bey isminde müteşebbis bir zat çıkmış ve hükümetten bu havalideki ateş tuğlası madeninin işletme hakkını kiralamıştır. Birkaç gün evvel Veli Bey’in tarihi madeninden uzun senelerden sonra işletmeye başlayan kazma seslerini duyduğum zaman memleket hesabına sevindim.”
                                       
Ahmet Naim, tekrar işletilmeye başlanan maden ocaklarını yerinde görmek amacıyla Kozlu-Kılıç’taki bölgeye gitmiş, bu madeni işleten İbrahim Şamir Bey de kendisine refakat etmiştir. Bunu anlatırken: “Bu madeni işleten İbrahim Şamir Bey’in rehberliğinde uzun ve karanlık bir toprakaltı galeriden geçtikten sonra maden taşlarının çıkarıldığı bacaya geldik. Bacanın koyu ve zifiri karanlığını delmeğe uğraşan bir asetilen lambasını sağa, sola gerdirerek madeni tetkik ettik.” demektedir. Ahmet Naim bu maden ocağında, Veli Bey’in döneminde genç bir madenci olan bugünün ihtiyar bir maden çavuşu ile görüşürken, maden hakkında hatıralarını dinliyor, ihtiyar madencinin ikide bir göğüs geçirdiğini görüyor. Burada İhtiyar madenci sürekli olarak Veli Bey’e duyduğu saygı ve sevgiyi, “Ah Veli Bey…”şeklinde ifade ettiğini belirtiyor. Ahmet Naim, maden ocağının içinde işletme sahibi ve ihtiyar madenci ile birlikte, ocağın içinde kemer teşkil eden direk bağlarından sakınmak için iki büklüm yürüyerek,  gerekli incelemelerde bulunduktan sonra, tekrar iki büklüm yürüyerek güneşe kavuştuklarında; “İhtiyar Maden Kurdu”nun derin bir meslek aşkıyla hala söylendiğine tanık olmakta ve ihtiyarın: “Senelerden sonra bu kuyuda kazma sallamak yine bize kısmet imiş.” dediğine tanık oluyor.
 
Ahmet Naim, uzun bir süre atıl durumda kalan bu maden ocağındaki durumu son olarak şu cümlelerle ifade ediyor: “Maden saf bir damar halinde işlenmektedir. Türkiş şirketi numune mahiyetinde on ton satın almış ve ateş tuğlası yapılmak üzere İstanbul imalathanelerine gönderilmiştir. Haber aldığımıza göre Kerpiçlik mıntıkasında bugünlerde Başvekil Paşa’nın eliyle temeli atılacak olan Sömikok fabrikasının bütün fırınları, evvelce Bahriye’nin çelik dökümhanelerinde mukavemeti tecrübe edilen bu madenin tuğlaları ile yapılacaktır.”
 
 VELİ BEY’DEN BAHSEDEN DİĞER KAYNAKLAR:
Zonguldak’ın ilk gazetecisi ve matbaacısı olan Tahir Karauğuz’un 1959 yılında sahibi olduğu Karaelmas Matbaasında basılan “Uzun Mehmed’den Günümüze Kadar Türkiye’de Kömür I” adlı kitabının “Bahriye İdaresinin Havzadaki Teşkilatı” bölümünde Veli Bey’i anlatırken; “1896 (1312) tarihinde, evvelce havzadan dışarı çıkarılmasına müsaade edilmeyen toz kömürün, yüzde onu meccanen miri idareye verilmek şartıyle yüzde doksanının harice imrârına irade ile müsaade olundu. Miri idare meccanen aldığı toz kömürleri, “briket” haline getirerek istifade ediyordu. Bu Briket fırınları eldeki bütün vasıtasızlıklara rağmen başlarında Miralay Veli Bey gibi güzide bir deniz subayımız bulunan Fen Komisyonu subayları tarafından meydana getirilmişti.  1896 (1312) senesinde , Maden Nazırı “Gramer Hasan paşa” nın Muavini ve Fen Komisyonu Reisi Miralay Veli Bey, o zamana kadar istifade edilmeyen toz kömürlerden faydalanmayı mümkün kılan bu briket fabrikasından başka, kok fırınları kurmuş, ateş toprağı madeni bulmuş ve bu madeni işleyerek gerek havzanın, gerek tersanenin ihtiyaçlarını karşılayacak derecede ateş tuğlası imal etmişti.” diyerek Veli Bey’in havzadaki hizmetlerini sıralamaktadır.
 
“Dilaver Paşa’dan olduğu kadar bu değerli Türk subayından havza çok büyük istifadeler görmüştür.” derken de,  Veli Bey’in Dilaver Paşa kadar değerli olduğunu, havzaya çok büyük yararı olduğunu ifade etmektedir. “Havzada mevcut kömür damarlarını ilk bulanların adına izafetle isimlendirmek kadirşinaslığını ilk defa Veli Bey düşünmüş ve tatbik etmiştir. Halen kullanılan “Hacımemiş”, “Mestcioğlu” v.s. gibi damar isimleri Veli beyin yadigarıdır. Bugün artık fani hayata gözlerini yummuş olan bu değerli insanların hatıralarını burada saygı ile anmak bir vazifedir.” diyerek,  Veli Bey’e karşı duyduğu saygıyı dile getirmiştir. T.Karauğuz kitabında havzada kömür damarlarını kim buluyorsa onun adının verilmesinin de, Veli Bey tarafından düşünüldüğünü ifade ederken, aynı zamanda ad verme işleminin de onun zamanında uygulandığını belirtmektedir.
 
Durmuş Kanış’ın 1997 yılında Celal Bayar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünü bitirme tezi olarak hazırladığı “Zonguldak Kömür Havzası Tarihi” adlı tezinde, Sadrettin Enver’in, Etibank yayınlarından çıkan “Zonguldak Kömür Havzamız” adlı kitabından alıntı yaparak, “1896 yılına geldiğinde ise Maden Nazırı Gramer Hasan Paşa’nın muavini ve Fen Komisyonu Reisi Veli Bey tarafından, o güne kadar istifade edilmeyen toz kömürden faydalanmak amacıyla ‘Kok ve Briket Fabrikaları’ inşa edilmiştir. Yine bu tarihte “1882 Teamülnamesi”nin ruhuna uygun olarak istifade edilmeye başlanan toz kömürünün % 90’nının serbest satışına izin verilmiş ve geriye kalan % 10’luk toz kömürünün miri fiattan Bahriye İdaresine satılması zorunlu tutulmuştur.” demektedir.
 
Havza ile ilgili çalışma yapan Maden Mühendisi Araştırmacı Ekrem Murat Zaman da, “Zonguldak Kömür Havzası’nın İki Yüzyılı” kitabında, çok uzun olmasa da Veli Bey’den bahsetmektedir. “Zonguldak Kömür Havzası’nın İki Yüzyılı” adlı kitabında havzayı kapsamlı bir şekilde anlatmakta, 1878 yılında Kozlu maden ocaklarının 1’den 34’e kadar numaralandırıldığını belirtmektedir. Diğer maden bölgelerinden Zonguldak, Kilimli, Ereğli ve Amasra’daki ocakların da 34’den sonraki numaralarının verildiğini, 188 numaranın verilmesinden sonra numaralandırma işleminin son verildiğini ifade etmektedir. Gerçi Zaman, maden ocaklarından 500 kadar ocağa numara verildiğini ve havzada maden işletme ruhsatı almış işletmeci sayısının 120 olduğunu belirtmektedir. Zaman kitabının 35.sayfasında Veli Bey’den de bahsederken, ”Ocakların numaralandırılmasının yanı sıra, kömür damarlarının ad verilmesine de bu dönemde başlanmıştır. Şöyle ki: Dönemin Ereğli Madenleri Müdürü Gramer Hasan Paşa’nın yardımcısı ve Fen Komisyonu Başkanı Bahriye Zabiti Veli Bey’in (Tekkeönü Köyü Oduncu oğullarından) çalışmaları sonucu kömür damarları isimlendirilmiştir. 1896 yılında damarların isimlendirilmesinde kömür damarlarını ilk bulan; Agop, Papaz, İstefan, Lorj, Kramanyan, Teofil, Rabut, Lukica vb. isimlerin verilmesi esas alınmıştır.” demektedir.
                                      
Donalt Quataert, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenciler ve Devlet-Zonguldak Kömür Havzası, 1822-1920” başlıklı kitabında maden ocaklarının numaralandırılmasında 1’den 33’e kadar numaraların Kozlu’ya verildiğini, bundan sonra memurların numaralandırma işlemini yaparken, Kozlu’da, Zonguldak’ta, Amasra ya da herhangi bir bölgede açılmış madene gelişigüzel verdiklerini Bahri Savaşkan’dan alıntı yaparak belirtmektedir. Ayrıca bu konuyu işlerken Bahri Savaşkan’dan alıntı yaparak: “Yeni bir maden açıldığı zaman kafa karıştırıcı biçimde, madenin sıra numarası aynı mevkideki madenlerin sırası dışında bir numara olabiliyordu. 1896 yılında şekillenen bir başka süreçte idare, kömür damarlarını ilk işleten girişimciye göre isimlendirme uygulamasını benimsedi.” demektedir. Kitabında bu durumu da, “1892 yılında, yukarıda bahsedildiği üzere, bir zamanlar birleşik olan kaymakamlık ve Maden Nezareti makamlarına iki kişi geldi. Bu dönemde Ereğli Maden-i Hümayunu Nezareti’ne bir nazır başkanlık ediyorken, diğer kişi Ereğli kazasının kaymakamıydı.” diye ifade etmektedir. Ayrıca yazara göre, “Bu kaymakam hem heyet-i ilmiye başkanlığını, hem de kömür havzasının nazır muavinliği görevini yürütüyordu.” demektedir. Yazar kitabının bu bölümünde kaynak olarak Kastamonu vilayet salnamelerini göstermektedir. Yazar 138’ nolu dipnot ile verdiği bölümde “İsim olarak kaymakam Veledin Bey iken, Mirliva Hasan (muhtemelen Gramer) Paşa da nazırdı.” demektedir.  Yukarıda da belirttiğim gibi, yazar bu dönemde havzaya iki kişinin geldiğini, bunlardan birinin Ereğli Maden-i Hümayunu Nezaretine başkanlık eden bir nazır olduğunu, diğer kişinin de Ereğli kazasının kaymakamı olduğunu yazmaktadır. Havzaya bu tarihte gelen nazırın bilindiği gibi Mirliva Hasan Paşa, Kaymakamı olarak gelen, kişinin de aynı zamanda kömür havzasının nazır yardımcılığını yapan Veli Bey olduğu bilinmektedir. Bu açıklamalardan yola çıkarsak Veli Bey’in aynı zamanda 1892 yılında Ereğli Kaymakamı olduğunu yazmasına rağmen kaynaklarda incelediğimiz zaman “Kaymakamlık” da binbaşı ile miralay arasında askeri bir rütbe olduğu bilinmektedir.
 
D. Quataert kitabında, Ereğli Şirket-i Osmaniye ve Ragıp Paşa gibi özel girişimcilerin bölgeye girmesine kadar görüldüğü gibi maden idaresi, altyapısının geliştirilmesini sağlayan neredeyse tek kurum haline geldiğini ifade ederken, bu dönemde bölgede kurulan kok fırını, briket ve ateş tuğlası fabrikası ile ilgili bilgi verirken: “Zonguldak havalisinde büyümüş bir maden memuru, 1890’lı yılların ortasında bir kok fırını ve ayrıca bir briket ve ateş tuğlası fabrikası kurdu.” demektedir. Burada Veli Bey’in adını zikretmemesine rağmen, havzada ilk defa kok fırını, briket ve ateş tuğlası fabrikasını kuranın Veli Bey olduğu havzanın tarihi ile ilgilenen herkes tarafından bilinmektedir. Zonguldak havalisinde büyümüş bir maden memuru tanımlamasıyla, buradaki kişinin Veli Bey olduğunu anlıyoruz.
Kendisi de emekli bir maden işçisi olan Erol Çatma, ”Asker İşçiler” adlı eserinde, Zonguldak’ta kömür üretiminin tarihini araştırıp, asker işçiler olgusunu irdelerken, direkt olarak bahsetmemesine rağmen, verdiği bilgilerden konunun içinde Veli Bey’in görevi ile ilgili bilgilerin olduğu görülmektedir. E.Çatma burada: “Bu dönemde maden teşkilatının merkezi Ereğli’de kurulmuş, Havza’nın Umumi Nazırı burada ikamet etmiştir. Kozlu’da fen teknik ve üretim komisyonları bulunuyordu. Bu komisyonların üyeleri uzman Bahriye subaylarıydı. Diğer yönetim kadrolarında Bahriye subayları ve Bahriye’ye bağlı er ve memurlar bulunuyordu.” E.Çatma, Kozlu’da bulunan bu komisyonların görevlerini de açıklarken, “Fen komisyonu, maden arama ve işletme ruhsatı vermek, ocakları terk ve devir anlaşmalarını onaylamak, madenciler arasındaki anlaşmazlıkları çözmek gibi görevler yapıyordu. Üretim komisyonu ise, maden işletme, nakil ve tamilat gibi vazifeleri vardı. Bu komisyonların almış olduğu kararlar maden bakanı tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe girerdi.” demektedir. E.Çatma’nın Kozlu’da kurulduğunu ifade ettiği bu komisyonun başkanının ise Veli Bey olduğunu da eklemek isterim.
 
Zonguldak Maden Havzası ile ilgili bir çalışma yapılıyorsa ve bu çalışmalar akademik ve bilimsel olacaksa, bu eserlerin gelecek kuşaklara da aktarılacağı, kaynak olarak da gösterileceği düşünüldüğünde, araştırma ve incelemelerin daha detaylı ve doğruluğu tartışılmayacak şekilde düzenlenmesi yerinde olacağı görüşündeyim. Burada şunu da ifade etmek istiyorum: “Eğer maden havzası ile ilgili bir kitap, makale, bildiri, yazı hazırlanacaksa; mutlaka Veli Bey bunun içinde olmalı ve hak ettiği şekilde yerini almalıdır.” Bu çalışmalarda Veli Bey yer almıyorsa, yazarı kim olursa olsun, kim ne derse desin benim açımdan bu eser tartışmalı hale gelmektedir. Onun için burada Kültür Bakanlığı’nın duvarlarını süsleyen Mustafa Kemal Atatürk’ün şu ünlü sözünü hatırlatmak isterim: “Tarih yazmak,tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.”
           
 VELİ BEY’İN HİZMETLERİ:
1- Miralay Veli Bey,Türkiye’de çarkçı sınıfının ilk erkanı harbi olan bu genç, bahriyeli birçok memuriyetlerden sonra Londra’ya birkaç defa gitmiş ve uzun zamanlar berayi vazife (görev için) kaldığı bu şehirde muhtelif branşlarda ihtisas yapmıştır.
 
2- Miralay Veli Bey, 1892 yılında Tersane-i Amire’de ateş tuğlayı ilk üreten olmuştur. Kendisine bu sebeple Bahriye Nezaretince, “İftihar Madalyası” verilmiştir.
 
3- Miralay Veli Bey, 1896 yılında, Zonguldak maden havzasında mevcut kömür damarlarını, kaşiflerinin isimlerine izafetle ad vererek tasnif etmiştir.”
 
4- Miralay Veli Bey, 1896 yılında geldiğinde, o güne kadar istifade edilmeyen toz kömürden faydalanmak amacıyla “Kok ve Briket Fabrikaları” inşa etmiştir.

 5- Miralay Veli Bey aynı zamanda Bahriye Mektebi Öğretmenliği de yapmıştır.

 6- Miralay Veli Bey, Kozlu ilçemizin Kılıç bölgesinde, 2000 derecelik hararete mukavemetli “Ateş Toprağı Madenini (şiferton)” bulmuştur.

7- Miralay Veli Bey, kimya tahsil ederek başardığı bu işlerle memleketin mühim bir miktarda parasının harice akmasına meydan vermemiştir.
8- Kuvars madeninin adı Maden Teknik Arama tarihinde görüleceği gibi, ”Veli Bey Kuvars Kumu” olarak geçmektedir. Diğer bir açıdan bu maden, “Velibey Greleri” olarak da isimlendirilmektedir. Bu isimlendirme ülkemizin önemli jeoloji mühendisi ve aynı zamanda öğretim üyesi olan Prof. Dr. Melih Tokay tarafından yapılmıştır. Bu madeni Türkiye’de ilk tespit eden Miralay Veli Bey olmuştur. Zonguldak bölgesinde de oldukça zengindir.
9- Miralay Veli Bey, Kurucaşile bölgesinde(Tekkeönü, İdare, Çardak-Nanepınarı) son döneme kadar üretimi yapılan maden kömürünü bulmuştur.
10- Miralay Veli Bey, ilk Türk çimentosunu üretmiştir.
11- Miralay Veli Bey, “Türk Çinisi” tarzının imalini keşfeden bir kişidir.
VELİ BEY’İN SÜRGÜN YILLARI:
Veli Bey’in sürgün hayatı ile ilgili olarak Ahmet Naim ve İhsan Atukeren bahsetmektedir. Bunun dışında yazarlarımız ise daha çok Ahmet Naim’i kaynak göstermişlerdir. Ahmet Naim, Son Posta Gazetesinde Veli Bey’i anlatırken, onun memleket için çok fedakarca, engin bir yurt sevgisiyle çalışırken, başarıları dönemin yönetimi tarafından baltalandığını, Zonguldak Maden Bölgesi’nde Veli Bey’in çalışmalarını kendilerinin aleyhinde gören nüfuzlu yabancı uyruklu iş çevrelerinin baskıları sonunda dönemin nankör yönetimi tarafından “Kameron” adasına sürgün edildiğini bildirmektedir. Ahmet Naim, burada ince bir nazire de yaparak, dönemin yöneticilerini iğneledikten sonra, şöyle demektedir. “Fakat Veli Bey hizmetlerinin mükafatı olarak Kameron adasına sürüldükten sonra uzun müddet muattıl kalmış nihayet unutulmuştur.” demektedir
 
İ. Atukeren de babasının ülkeye ve özellikle Zonguldak Maden Havzası’na yapmış olduğu hizmetler bir yana, o dönemdeki yöneticiler tarafından kendisine reva görülen, haksız yere suçlanması, ömrünün son deminde de karşılaştığı sürgün hayatı kendisini derinden üzmüş ve bunu şu sözlerle ifade etmiştir: “Menfalarda ömür geçiren bu Türk’ün bilhassa kömür havzamıza olan hizmeti büyüktür. Ve hakiki kıymeti ne yazık ki ölümünden sonra, bilhassa Cumhuriyet devrinde anlaşılmıştır.”
 
Veli Bey’in tahminime göre, 1907 ya da 1908 yıllarında, sürgün hayatı ile ilgili yaşadığı bilgiler ilk defa gün yüzüne çıkmaktadır. Veli Bey ile annesi tarafından akrabalık bağı olan Mehmet Darçın’ın, Veli Bey’in Hayfa’ya sürgün edilmesiyle ilgili aileden aldığı bilgilerde, sürgün yaşamasının nedeni kendisine şöyle anlatılmıştır:
 
Veli Bey, Kozlu Kılıç’ta bulduğu bu madenin önemini İstanbul’da dönemin Padişahı II.Abdülhamit’in huzurunda anlatırken, gerekli desteği görmemesi, o dönemde yabancı çevrelerin,  Ahmet Naim’in ifadesiyle “çorbacıların” şikayetlerine maruz kalması, kendisini çok  üzmüştür. Veli Bey’in Padişah II. Abdülhamit’in huzurunda bulmuş olduğu bu maden parçasını yere fırlatması, tepki göstermesi üzerine cezaya maruz kalmıştır. Bu davranışı nedeniyle, idama mahkum edilmiş, dönemin Sadrazamı Sait Paşa’nın devreye girmesi sonucunda bu cezası sürgüne indirilmiş, Padişah II.Abdülhamit’in emriyle de Hayfa’ya sürgün edilmiştir. Veli Bey, ailenin hiç de bilmediği bir bölge olan Ortadoğu’ya sürgüne giderken, ailesini de yanında götürmüştür. Veli Bey ve ailesinin bindiği gemi Akdeniz’de yol alırken, birkaç defa da motoru arızalanmış, o dönemde Bahriye tarafından çok iyi bilinen, Bahriyeliler tarafından saygı gösterilen ve aynı zamanda makine mühendisi olan Veli Bey tarafından da onarılmıştır. Gemi bin bir zorluklarla Hayfa’ya ulaşmış ve Veli Bey’in sürgün dönemi böylece başlamıştır. Hayfa’daki yaşamı hakkında çok fazla bilgi elimizde bulunmamakla beraber Atukeren’in kitabından Veli Bey’in “çini” sanatı ile uğraştığını biliyoruz. Burada birkaç yıl kalan ailenin oğlu İhsan Bey de Fransızca’yı burada öğrenmiştir.
 
Ahmet Naim, Veli Bey’in Zonguldak Maden Havzası’ndaki görevinden haksız yere alındığını,  1930’lu yıllarda yayın yapan “Son Posta” adlı ulusal basında “Memleket Haberleri” bölümünde anlatmaktadır. Miralay Veli Bey’in bu dönemde karşılaştığı sürgünle ilgili olarak Ahmet Naim,“Kameron” adasına, İ.Atukeren ise,“Hayfa”ya sürgün gittiğini yazmaktadırlar. “Hayfa” bugün, Ortadoğu’da İsrail devletinin önemli bir liman kentidir. Veli Bey burada yaşamını sürgün olarak sürdürürken, güzel sanatların bir dalı olan çini işi ile de ilgilenmiş, bir çok tablo yapmıştır. Yapmış olduğu çini tablolarını dönemin Şam Valisi aracılığıyla, Osmanlı padişahına dahi göndermiştir. İ. Atukeren,Veli Bey’in sanat alanındaki bu üstün meziyetlerini de şöyle ifade etmektedir: “Menfi bulunduğu Hayfa’da yaptığı ilk tabloyu padişaha verilmek üzere o zamanlar Şam Valisi Kazım Paşa almış, ikincisi de meşhur ikinci katip İzzet Paşa’da kalmış ve üçüncüsünü de yapmaya ömrü vefa ermemiştir.”
 
Veli Bey’in Hayfa’da uğraştığı, “çini” sanatının tarihi çok eski olup, geçmişi ilk Müslüman Türk devletlerinden olan Karahanlılara kadar uzanmaktadır. Gerek Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları döneminde Çini mimari süslemelerde sıkça kullanılmıştır. Bu da çini sanatının bin yılı aşkın bir geçmişi olduğunu bize göstermektedir. Veli Bey’in, İ. Atukeren’in anlatımıyla sürgün hayatı yaşadığı Hayfa’da bu sanat dalı ile uğraştığını ve bazı eserler meydana getirdiğini yazmış olduğu, “Cumhuriyetin XVI. yılında Bartın Çevresi ve Ortaokulu” adlı kitabında belirtmektedir. İ.Atukeren, Veli Bey ile ilgili olarak, “Eski ve sureti meçhul olan ve asarıatikadan madud bulunan Türk çinisinin tarzı imalini keşfeden bir zattır.” demektedir.
                                    
VELİ BEY’İN ÖLÜMÜ:
Miralay Veli Bey 60 yaşlarından II. Meşrutiyet’in ilanından sonra, yaşadığı bu sürgün hayatından İstanbul’a dönmüş olup, Eyüp’te bulunan Defterdar Mahallesindeki evinde, 1913 yılında, 64 yaşında iken, hayata veda etmiştir.  İ. Atukeren bunu “4. Birinciteşrin 1329’da İstanbul’da ölmüştür. Ve hakiki kıymeti ne yazık ki ölümünden sonra, bilhassa Cumhuriyet devrinde anlaşılmıştır.” Şeklinde anlatmaktadır.
SONUÇ:
Kara günler içinde yetişmiş, kimseye boyun eğmeyen bir yaradılışta olduğu, o yıllarda mesleğindeki sayısız başarıları nedeniyle, kıskanılan, hatta kömürlerin millileştirilmesi mücadelesi veren Veli Bey, devrin yönetimi tarafından sürgüne dahi gönderilmiştir. İ. Atukeren bunu şu sözlerle ifade etmektedir. “Menfalarda ömür geçiren bu Türk’ün bilhassa kömür havzamıza olan hizmeti büyüktür. Ve hakiki kıymeti ne yazık ki ölümünden sonra, bilhassa Cumhuriyet devrinde anlaşılmıştır”.
Ahmet Naim ise, Veli Bey’in candan bir memleket sevgisi ile çalıştığını, dönemin (nankör) idaresi tarafından baltalanmış, başarılarının Osmanlı İmparatorluğu’nun servet kaynaklarını sömüren yabancı sermayenin aleyhinde gören birkaç ”çorbacı”nın (Hristiyan nüfus) etkisi  ile Veli Bey “Kameron” adasına sürgün edilmiştir.
Her iki yazar Veli Bey’in sürgün yeri olarak farklı yerleri işaret etmelerinin bizim için şu aşamada fazla bir önemi bulunmamaktadır. Burada Veli Bey’in Osmanlı döneminde, Ahmet Naim’e göre “çorbacı”ların Osmanlı idaresine nüfuzu ya da baskıları sonunda sürgüne gönderildiğini ifade etmektedir. İ.Atukeren ise, bu sürgün hayatının bugün İsrail Devleti sınırları içinde olan, o dönemde Osmanlı Devleti’nin bir toprağı olan “Hayfa” olduğunu belirtmektedir. Veli Bey’in burada yaptığı çini sanat eserlerinden birini padişaha verilmek üzere Şam Valisi’ne vermesi, bunun dışında oğlu İ. Atukeren’in Veli Bey’in anılarını yakınen dinlemesi, onun öğütlerini alması açısından, ailenin yaşayan bireylerinin de sürgün yerinin “Hayfa” olduğu konusunda emin olmaları bize daha inandırıcı gelmektedir. Aslında her iki yazar da aynı bölgede yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Ahmet Naim Zonguldak’ta, İhsan Atukeren ise Bartın’da ikamet etmişlerdir. İhsan Atukeren 1933 yılında Bartın’a gelerek, Bartın Ortaokulu’nun uzun süre müdürlüğünü yaptığı dönemde Ahmet Naim de Zonguldak’ta bulunuyordu. Ahmet Naim’in Zonguldak Havzası-Uzun Mehmet’ten Bugüne Kadar” adlı kitabı 1934 yılında, Atukeren’in “Cumhuriyetin XVI. Yılında Bartın Çevresi ve Ortaokulu” adlı kitabı da 1939 yılında basılmıştır. Her iki yazarın kitabındaki konularda oldukça benzerlikler bulunmaktadır. Bu kadar çok benzerliğin bulunmasının dışında, farklı olan tek şey, Veli Bey’in sürgün yerinin adıdır. Ancak, Veli Bey’in sürgüne giderken ailesini de götürmesi, bu durumu bizzat yaşayanlardan birinin de İhsan Atukeren olması nedeniyle sürgün yerini “Hayfa” olarak kabul etmemiz gerekmektedir. İ.Atukeren’in kitabından çıkan sonuç da bu yöndedir. O dönemde Şam Valisi ile görüşmesi, yapmış olduğu bir çini eserinin padişaha götürmek üzere Şam Valisi’nin alması, bunun dışında Hayfa ile Şam’ın aynı coğrafya içersinde yer alması bu düşüncenin doğruluğunu kuvvetlendirmektedir. Diğer yandan Veli Bey’in oğlu İhsan Atukeren 1893 doğumlu olup, babasının 1913 yılında vefatında 20’li yaşlardaydı. Kendisi babasının anılarını rahatlıkla anlayabilecek bir yaşta olup, yükseköğrenim mezunu bir eğitimcidir.
 
TÜM BUNLARIN ARDINDAN SORUYORUZ:
Zonguldak Maden Havzası’na bu kadar çok emeği geçen Veli Bey ile ilgili maden havzasında bilgi sahibi olan, kendisinin hizmetlerini az da olsa bilen kaç kişi var acaba?
 
Maalesef Karaelmas diyarı Zonguldak’ta bulunan Bülent Ecevit Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyeleri’nin makale ve yazılarını incelediğimizde Veli Bey ile ilgili bir bilgiye rastlamak mümkün olmamaktadır. Bu açıdan Zonguldak Maden Havzası’na bu kadar çok büyük emeği geçen, Veli Bey’in yazımızın başlığında da ifade ettiğimiz gibi unutulduğu kanısına varıyoruz. Maden ocaklarının isimlendirilmesi, 1896 yılında o güne kadar istifade edilmeyen toz kömürden Zonguldak’ta Kok ve Briket Fabrikası’nın kurulması, kuvars kumu, (Adına Velibey Kuvars Kumu denilmektedir) Kozlu ilçesinin  “Kılıç Bölgesi”nde 2000 derecelik hararete dayanıklı “Ateş Toprağını(Şiferton)” bulması, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği bölümünü hiç ilgilendirmez mi?
 
Geçmişte “Yüksek Maadin ve Sanayi Mühendis Mektebi” adı ile maden mühendisi yetiştiren bir okula sahip olan Zonguldak’ta, 1975 yılında, “Zonguldak Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi” olarak kurulan, bir dönem “Hacettepe Üniversitesi’ne bağlı Mühendislik Fakültesi”  olarak hizmet veren, 1992 yılında “Zonguldak Karaelmas Üniversitesi” adını alan ve bugün “Bülent Ecevit Üniversitesi” adıyla eğitim-öğretime devam eden üniversitemizin Mühendislik Fakültesi’ne bağlı Maden Mühendisliği bölümü, otuz sekiz yıldan fazla olan bu sürede bu konuda niçin bir çalışma yapmamıştır?
 
TMMOB Maden Mühendisleri Odası Zonguldak Şubesi’nin, Veli Bey ile ilgili hazırladıkları bir bülten, bir araştırma, bir inceleme vs. bulunmakta mıdır? Bu konuda bir çalışmaları var mıdır?
 
TMMOB Jeoloji  Mühendisleri Odası Zonguldak Şubesi’nin, MTA’ da adına Velibey Kuvars kumu denilen, ODTÜ Jeoloji Mühendisliği Bölüm Başkanlığı yapan Prof. Dr. MelihTokay’ın “Velibey Greleri”,olarak  adını dahi verdiği Veli Bey ile ilgili hazırladıkları bir bülten, bir araştırma, bir inceleme vs. bulunmakta mıdır? Bu konuda bir çalışmaları var mıdır?
 
Aynı zamanda bir Makine Mühendisi olan Veli Bey ile ilgili TMMOB Makine  Mühendisleri Odası Zonguldak Şubesi’nin, hazırladığı  bir çalışmaları var mıdır?
Zonguldak Maden Havzası’nda kongre, sempozyum, kurultay ve seminerler düzenlenmektedir? Düzenlenen bu çalışmalarda Veli Bey tartışma konusu olmuş mudur?
Zonguldak’ta bulunduğum yıllarda,  hiçbir parkta, okulda, caddede ve sokakta Zonguldak Maden Havzası’na bunca hizmet eden Veli Bey’in adına rastlamadım. Zonguldak Valiliği’nin, Zonguldak Belediye Başkanlığı’nın, Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun, Genel Maden İşçileri Sendikası’nın, Kdz.Ereğli, Kozlu ve Kilimli Belediye Başkanlıkları’nın, Çatalağzı, Gelik, Muslu, Sivriler, Elvanpazarcık Belde Belediye Başkanlıklarının web sayfalarında ve yayınladıkları dergi ve broşürlerde Veli Bey ile ilgili herhangi bir yayına ve bilgiyle karşılaşmadım. Bu anlamda, yerel tarih ve maden havzası üzerine araştırma yapan araştırmacılara ve Valiliğimize, belediye başkanlıklarımıza, kütüphane müdürlüklerimize, Zonguldak’ta yayın yapan basın-yayın kuruluşlarımıza, özellikle “Bülent Ecevit Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Bölümü’ne “Türkiye Taşkömürü Kurumu” yetkililerine, “Zonguldak Genel Maden İşçileri Sendikası” yöneticilerine, ”Ereğli Kömür Havzası Amele Birliği Biriktirme ve Yardımlaşma Sandığı” yetkililerine “TMMOB Maden Mühendisleri Odası Zonguldak Şubesi”ne  bir görev düşmüyor mu acaba?
Ahmet Naim Son Posta Gazetesi’nde, “Fakat Veli Bey hizmetlerinin mükafatı olarak Kameron adasına sürüldükten sonra uzun müddet muattıl kalmış nihayet unutulmuştur.” demektedir. Bu konuda bugüne kadar haklı olan Ahmet Naim’i sırf bu konuda yetkililerin yapacağı bir çalışma ile mecazi anlamda da olsa, mahcup edemeyiz mi?
“Emeği yüce bir değer” olarak gören ve bilen bir kişi olarak, Zonguldak kentini de “Emeğin Başkenti” olarak bilirim. Emeğin başkentine de “vefa” yakışır. Maden havzasında iz bırakmış, hizmet etmiş ve bu hizmetlerini de yukarıda maddeler halinde sıraladığımız Veli Bey’e maden kenti olarak bir vefa borcumuz yok mudur?
 
Bu anlamda Veli Bey gibi değerli büyüklerimizi unutmamalı ve unutturmamalıyız. Veli Bey’e karşı Zonguldak’ta göstereceğimiz vefa; “Vefa”nın sadece İstanbul’da bir semt olmadığını göstergesi olmalıdır.
 
Bu yazıyı hazırlarken, dönem dönem kaynak bulmada bana yardımcı ve destek olan, Veli Bey ile annesi tarafından akraba olan, Kurucaşileli arkadaşım Mehmet Darçın’a ayrıca teşekkür ederim.
 
 
KAYNAKÇA:
1-Atukeren İhsan, Cumhuriyetin XVI. Yılında Bartın Çevresi ve Ortaokulu Ülkü Bas. İstanbul, 1939, s.33-35-40-41-46
2- Önal Güray, Osmanlı Devri Kastamonu Vilayeti Salnamelerinde Bolu Sancağı, İkinci Cilt, Bolu Belediyesi, Bolu Araştırmaları Merkezi, 2011,  493-517-626-815
3- BOA, Fon Kodu: DH.MKT. Dosya no: 1752, Gömlek no:105
4- BOA, Fon Kodu: İ.DH. Dosya no: 1070, Gömlek no:83942
5- BOA ,Fon Kod: İ..HB.. Dosya no:9, Gömlek no: 1328/s-021
6- BOA, Fon Kodu: İ..TAL. Dosya no: 21, Gömlek no: 1310/Za-084
7- BOA, Fon Kodu: İ..DH... Dosya no: 1295/6, Gömlek no:102471
8- BOA, Fon Kodu: BEO, Dosya no:3704, Gömlek no: 277743
9- Naim Ahmet, Zonguldak Havzası-Uzun Mehmet’ten Bugüne Kadar, Hüsnütabiat Mat. İstanbul, 1934,s.19-33-35
10-Kanış Durmuş, Zonguldak Kömür Havzası Tarihi, Bitirme Tezi, Celal Bayar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi,Tarih Bölümü,1997,s.86
11- ZKÜ. Z.M. Yüksekokulu Öğr. Gör. Maden Yüksek Müh. Dr. Bülent Haner’in “Hidrolik Dolgu Uygulamaları için Velibey Kuvars Kumlarının Geçirimlilik Yönünden İncelenmesi” adlı makalesi
12- Tümamiral Fahri Coker, Deniz Harp Okulumuz, Dz.K.K.Karargah Basımevi, Ankara, 1994, s.II.20
13-Zaman Ekrem Murat, Zonguldak Kömür Havzasının İki Yüzyılı, TMMOB Maden Mühendisleri Odası, Ankara, 2004,s.35-42
14-Çatma Erol, Asker İşçiler, Ceylan Yayıncılık, İstanbul, 1998,s.82
15-Savaşkan Bahri, Zonguldak Maden Kömürü Havzası Tarihçesi 1829-1989, Türkiye Taşkömürü Kurumu, Eğitim Daire Başkanlığı, yayın no:59, Zonguldak,1993, s.19
16- Tak İsa, Osmanlı Döneminde Ereğli Madenleri, Basılmamış doktora tezi, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Erzurum,2001
17- Türkçe Sözlük, Dil Derneği Yayınları, Ertem Basım Yayın Ltd.Şti. Ankara,2005
18- Quataert Donalt, Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenciler ve Devlet, Zonguldak Kömür Havzası (1822-1920) Boğaziçi Üniversitesi Yayını, İstanbul,2009,35
19- 1930’lu yıllarda ulusal düzeyde çıkan “Son Posta Gazetesinde Memleket haberleri bölümünde Ahmet Naim’in yazısı (Gazetenin elimizde bulunan kupüründe tarihi bulunmamaktadır)
20- Karauğuz Tahir, Uzun Mehmed’den Günümüze Kadar Türkiye’de Kömür I, Karaelmas Basımevi Zonguldak 1959, sayfa 9,10
 
 
SÖZLÜK:
Mücellithane: Ciltleme işleminin yapıldığı yeri ifade eden bir terimdir. Basılı materyallerin kitap, katalog, dergi veya ciltleme işlemine gerek duyulan her türlü araç ve gerecin istenilen ebatta ve şekilde makine yardımı veya el yordamıyla okunmaya hazır hale gelmeden önceki son aşamadan geçtiği yerdir. Matbaacılıkta baskı sonrası diye adlandırılır.
Mütalaa: 1-Okuma,ders çalışma,2-İrdeleme,inceleme,müzakere,etüt.
Menfa: Bir kimsenin sürgüne gönderildiği yer, sürgün yeri
Madud: Osmanlıca bir sözcük olup, anlam olarak: 1- sayılan, addedilen, 2- muayyen, belli demektir.
 
Melih Tokay: Prof.Dr. ODTÜ Mühendislik Fakültesi, Jeoloji Mühendisliği bölümünde bölüm başkanlığı ve öğretim üyeliği yapmış olup, 1986 yılında vefat etmiştir.
Baron de Tott: Osmanlı Devleti’nde ilk kez batılı anlamda mühendislik eğitimi vermek üzere 1773 yılında kurulan Mühendishane-i Bahri Hümayun’da gemi inşa ve deniz haritaları yapılması konusunda uzman personel yetiştiren Macar kökenli Fransız Subay.


 






 

 


 

Yorumlar

Bertan Can ELMALI dedi ki…
Nihat bey,

Elinize saglik.Cok degerli bilgiler. Miralay Veli bey`in amca oglu Lazzade Hasan Efendi`nin torunlari olarak cok gururlandik.Kendisi de ayrica Is Bankasi kurucu hissedarlarindandir.Hepsinin ruhu sad olsun.
Sizlere de bu denli ayrintili calisma icin tesekkur ederiz.

Bertan Can ELMALI

Bu blogdaki popüler yayınlar

KDZ.EREĞLİ İLE İLGİLİ KİŞİ, LAKAP,YER ADLARI VE DEYİMLER

ZONGULDAK DOĞUMLU TÜRK POPU’NUN İLK STARLARINDAN AY-FERİ

BİR İSYANIN ANATOMİSİ;DEVREKLİ SAHTE KADIN PEYGAMBER DUDU HATUN İSYANI İLE KIZLAR DERESİ EFSANESİNİN BAĞLANTISI