KEMAL ULUSER



                                                          

Erol ÇATMA

"Yaşantı" Sözcüğünü dilimize kazandıran vakitsiz ölmüş bir şair - yazar.

Yukarıda kullandığım cümle, Ekim 1999 tarihli "Toplumsal Tarih" dergisinde Kemal Uluser ile ilgili makalenin başlığıdır. Yanda fotoğrafı olan Kemal Uluser’in kim olduğunu merak edip yazıyı okuyunca Zonguldak tarihine meraklı bir kişi olarak canım oldukça sıkıldı. Ne değerlerimiz varmış da haberimiz yokmuş. Oysa aynı dönemde yaşamış, Kemal Uluser gibi veremden ölen iki şairimiz her yıl anılmaktadır.
Benim de tarih merakım olmasa tarihle ilgili dergiyi okumasam Kemal Uluser ile ilgili herhangi bir bilgi sahibi olacak değildim.
Kemal Uluser’i Zonguldaklı okurlara tanıtmak için araştırmayı yapan Osman Nuri Aydın’ın hoşgörüsüne sığınarak bir özet çıkarttım. Sağ olasın Osman Nuri Aydın, teşekkürler.
Kemal Uluser, 1914-1915 yıllarında Amasra’da dünyaya gelmişti. Babası Zonguldaklı Sepetcioğullarından Mustafa Efendi, annesi Amasralı Eyüceoğullarından Fatma Sabriye Hanım’dı.
Uluser için Doğu Dergisi’nde yayınlanan imzasız bir yazıda şunlar yazılıdır: Amasra’da yoksul bir ailenin çocuğudur. Anasını ve babasını küçük yaşta kaybetmiş, büyük anası melek kanatları üstüne germiş, bütün varlığını ona vermiştir. Kemal Uluser talihsiz bir babanın talihsiz bir oğluydu. Sepetcioğlu diye anılan babası, uzun yıllar maden arama peşinde bütün servetini, takatini tüketerek yoksulluk içinde gözlerini yumdu..
(Doğu , sayı 22-25, İlkteşrin - Sonteşrin 1944)
Rukiye Hanım ufak tefek, ama iradeli, onurlu, düşkünlüğünü asla belli etmeyen tipik bir Anadolu kadınıdır.
Necdet Sakaoğlu onu şöyle anlatıyor.
(Necdet Sakaoğlu ile görüşme.22.1.1988 ve 19.12.1998):
-Ben, Kemal Uluser’ in yaşam öyküsünü 1960’larda Amasra’da kısa anekdotlarla dinlemiş, anneannesi Eyüce Ürge’yi de yakından tanımıştım. Bu nine-torun ikilisi dramatik bir öykünün kahramanları olarak, çok onurlu bir yaşam savaşı vermişlerdir. Kemal bu savaşta henüz 29-30 yaşında iken, yoksulluğa, hastalıklara daha fazla direnç gösteremeyerek çekilmiş; Eyüce Ürge ise, seferberlik mağduru binlerce Anadolu kadınının sabrını, metanetini paylaşarak – galiba - 1968’de 90 yaşlarında ölmüştür...
Kemal Uluser’in otuz yıllık ömründe bir anlık gönenç (refah) olmadığı gibi, yanlış atılmış bir adım da galiba olmamıştır. Buna karşılık çaba, direniş, umut vardır. Belki tek mutluluğu Amasra Küçük Liman kıyısındaki harap evlerinin bahşettiği eşiz güzellikteki manzara olmuştur
İlkokulu Amasra’da bitiren Uluser, imkansızlık yüzünden bir süre öğrenimine devam edemez. Atatürk’e yazdığı bir mektupla, okumak istediğini belirtir ve kendisine yardımcı olunmasını ister. (Doğu, anılan sayı.) Büyük bir olasılıkla bu mektup üzerine Uluser yatılı olarak okula alınır. Yatılı olarak okuduğu Kastamonu Lisesi kayıtlarında Trabzon Lisesi’nden geldiği belirtilmekte ise de, Trabzon Lisesi kayıtlarında ismine rastlanmamıştır. O zamanki bir uygulamaya göre Trabzon Lisesi kontenjanından ortaokulu Zonguldak’ta bitirmiş olma olasılığı yüksektir. Hemşehrisi ve arkadaşı Agah Simberg de Uluser’in ortaokulu Zonguldak’ta okuduğunu anımsıyor.
(Agah Simberg’le - Osman Nuri Aydın’ın özel görüşmesi)
Uluser, Kastamonu Lisesi’nde 1935-1938 yılları arasında okumuş, 8.7.1938 tarihinde olgunluk sınavını vererek mezun olmuştur. Kastamonu Lisesi’nde Rüştü Onur, Sabahattin Batur ve Prof. Dr. Hüseyin Batuhan ile birlikte okur. Batuhan anlatıyor;
(2.1.1998 Batuhanla Özel görüşme)
Kemal’in okula geldiği günü çok iyi hatırlıyorum Bahçeye inen merdivenlerden bakıyordum. Kemal, ağırbaşlı bir şekilde geldi. Elbisesi düzensiz, yakaları kepekli, saçları dağınık. Dikkatimi çekecek kadar değişik bir tip. Sonra yakın arkadaş olduk. Edebiyata fevkalade meraklı idi. Okumasına yardımcı olan Cideli bir doktor vardı, ismini hatırlamıyorum, Kemal’e her ay beş lira gönderirdi, o da bu parayı olduğu gibi kitaba verirdi.
Uluser, M. Tayyip Uslu (1922-1946) ve Rüştü Onur’un (1920-1942) arkadaşlarıdır. Özellikle hemşehrisi olan Rüştü Onur’a daha yakındır ve onun sanatçı kişiliğinin oluşumuna önemli etkiler yapmıştır. (Rüştü Onur’ un mektupları, Salah Birsel, Rüştü Onur, Karşı Yayınları, 1992 içinde)
Liseyi bitirdikten sonra öğrenimine bir süre ara veren Uluser, Zonguldak Kömür İşletmeleri’nde çalışır, o tarihlerde Rüştü Onur da orda çalışmaktadır. Salah Birsel’e yazdığı mektuplarda sık sık Uluser’i anar Rüştü Onur.. Birsel şöyle yazıyor:
(Salah Birsel –Adı geçen eser.)
Mektuplarında kendisinden çok çevresindekilerden, arkadaşlarından laf açardı. "Kemal’le hemen hemen hergün beraberiz", "Kemal’den bugün mektup aldım", "İki sene evvel Kemal’e gönderdiğin bir şiirini hatırlıyorum", Kemal’e de yazdım", "Kemal de buna bir parça taraftar" Kemal arkadaşı, Kemal kardeşi, Kemal her şeyidir.
İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi’ndeki dosyasında bulunan bir belge, Uluser’in yoksulluk engelini aşarak okuma çabasını göstermektedir. Bu, Bartın Kazası İdare Heyeti’nce düzenlenmiş, 10 Kasım 1939 tarihli bir yoksulluk belgesidir.
Kemal Uluser’in fakir olduğu ihtiyar heyetinden tasdik kılınmış olmakla üniversite ücreti bulunan onyedi lirayı tediyeye hiçbir surette mali iktidarı olmadığı....
Sabahattin Batur, Hüseyin Batuhan gibi, Uluser de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe bölümüne girer, 1940 yılında. Üniversite hayatı, maddi sıkıntılar ve hastalıklar içinde geçer. Zaman zaman öğrenimine kısa aralıklar vererek Amasra’ya döner, birkaç kez de hastaneye yatar. Solunum yollarında eskiden gelen bir rahatsızlığı vardır, sık sık da kulak ağrıları çeker.
Torununu yalnız bırakmayan anneannesi Rukiye Hanım, İstanbul’da onun yanındadır.
Uluser, günlüğüne 23.1.1941 tarihinde şunları yazar: Sıkıntılı bir günüm, para yok, evde yiyecek ekmek yok, kimseden almak ihtimali de bulunmuyor. Kahvedeyim. Herkes havai, tavla, iskambil oynamada, ben bütün bu sıkıntıma rağmen, bunların arasında memleket meseleleri düşünmede, kalkınma çarelerini aramada yalnız gibiyim. Niçin herkes benim gibi değil?
Uluser’in Amasra’da Küçük Liman Mevkii’nde ufak evi Edhemağalar Konağı’nın karşısındadır. Bosna kökenli olan Edhemağalar ailesi o günlere göre varlıklı, saygın bir ailedir. Kızları Boşnak ırkının güzelliklerini taşır. Küçüklüğünden beri bu aile ile içli dışlı olan Uluser, Edhemağalar ailesinden S.’ye umutsuz bir aşk ile bağlanır. Bu aşkın izlerini Uluser’in günlüğünde ve evlenme teklifi için S.’ye yazıp gönderemediği 21.11.1941 tarihli mektubunda görürüz; (Yukarıdaki fotoğrafta Kemal Uluser Edhemağalar ailesi ile bir kayık gezintisinde.)
Seni bütün kalbim, ruhum, fikrim ve bütün varlığımla seviyorum. Yıllardan beri her an artan bu sevgi, öyle bir sevgi ki, bir yangın alevi gibi beni her an artan bir hararet, bir yakıcılıkla sarıyor. Bunu kelimelerle tarife imkan yoktur.
Uluser’in ölümünü Hüseyin Batuhan şöyle anlatıyor:
1944 yılı sonbaharında Kemal bir gün yanım geldi, çok hasta olduğunu, ağrıdan sabaha kadar uyuyamadığını söyledi. Doktora gittik, iki taraflı zatülcenp teşhisi kondu, çok iyi bakılması gerekiyordu. Validebağ sanatoryumuna yatırdık önce, arkadaşlarla, ancak orada gerekli ihtimamı göremedi. Bir hafta sonra Cerrahpaşa Hastanesine naklettik, ertesi gün gittiğimizde ise ölüm haberini aldık.
Batuhan, Uluser’i Cerrahpaşa Hastanesine yatırmak için götürdüklerinde, görevli doktorun ısrarla "hastanın ekmek karnesini" istediğini, bu konuda hayli zorluk yaşadıklarını savaş yıllarının hüzünlü bir anekdotu olarak anımsıyor.
Sabahattin Batur, "Kemal Uluser’in Ölümü Münasebetiyle" başlıklı yazısında şöyle diyordu: (Yaratış, Sayı 2, 8 Aralık 1944)
Kemal Uluser, dünyada biricik hakikat olan şey yaşamaktır, derdi. İnsanları hepimizden daha iyi bilir; dünyayı, yaşamayı hepimizden çok severdi. Hatta yaşama sevinci diye isimlendirdiği kendi dünya görüşüyle çok meseleleri halledeceğine inanırdı. Bazı konuşmalarımızda sanatı, Kemalizm’i bu yolla izah etmeyi denemiş, bizi inandırmaya çalışmıştı. Bir aralık iznini alıp çıkaramadığımız derginin bile ismini "Yaşamak" koymuştuk.
Üniversite Felsefe öğrencisi iken, 29 –30 yaşlarında ölen Kemal Uluser için, Nurullah Ataç şunları yazmıştı: Doğu, sayı 22-25, İlkteşrin - Sonteşrin 1944
(Dergi, Ataç’ın yazısını Ulus Gazetesinden alıntılamış)
Perşembe günü gazeteyi okurken yüreğim sızladı: Kemal Uluser ölmüş. Kendisini hiç görmemiştim, ancak yazıları ile tanırdım; iki de mektubunu almıştım. O çocuktan çok şeyler bekliyordum. Gençler arasında oldukça iyi şiir yazanlar var, Kemal Uluser gibi temiz, düzgün nesir yazanını bilmiyorum. Nesir yazmanın bir takım parlak, yahut bilgin ağzı sözleri sıralamak değil, bir düşünceyi anlatmak, düşünmek olduğunu anlamıştı.
Üniversite dosyasına düşülen kayda göre 3.11.1944 tarihinde vefat eden Kemal Uluser, arkadaşlarının ve bazı hocalarının katıldığı bir grup tarafından Merkezefendi’de toprağa verilir.
Kültürel Kimliği
Kemal Uluser, Kastamonu Lisesi’nde okurken, bu okulda değerli idareci ve öğretmenler görev yapmaktadır. Abdülbaki Gölpınarlı, Mithat İli gibi. Sabahattin Âli ile birlikte Almanya’ya gönderilmiş olan Osman Faruk Verimer de müdür yardımcısıdır. "Görüşler" isimli bir dergi yayınlamış olan Verimer, Milli Eğitim Bakanlığı’nda müsteşar olarak da görev yapmıştır.
Yine o yıllarda yayınlanan Kastamonu Lisesi dergisi, bugün için bile bir düzeyi ifade eden, güzel bir yayındır. Batuhan’ın ifadesine göre Uluser’in bu dergide birkaç şiiri yayınlanmıştır. Uluser Şair olarak Kemal Engin imzasını kullanır. Bu imza ile 6 şiiri ve bir mensur (Vezinsiz-kafiyesiz) şiiri "Gündüz Dergisi"nde yayınlanmıştır: "Akşam Oldu" – mensur şiir (sayı 5, Ağustos 1936), "Bir Diyar" (sayı 10, İkincikanun 1937), "N’olur" (sayı 12, Mart 1937), "Akşam Vaktinde" (sayı 15, Haziran 1937), "Geç Vakit" (sayı 20, Kasım 1937), "Bu Bahçelerde" (sayı 23, Şubat 1938).
Bunlar, olgun bir düzeye ulaşmış şiirler değildir. Zaten Sabahattin Batur’un deyişiyle ‘felsefi bir eleştirmen’ olmayı amaçlayan Uluser, sonradan şiir de yazmamıştır.
Kemal Uluser’in yayınlanmış üç düz yazısını görebildik:
"Muzaffer Tayyip’e Mektup", Karaelmas Dergisi, Sayı 6, Ocak 1943; "Edebiyatımız üzerine", Yaratılış Dergisi, Sayı 1, Kasım 1944; "Roman ve Romancı hakkında", Ülkü Dergisi, Sayı 58, Şubat 1944.
Rüştü Onur’un ölümü üzerine kaleme aldığı "Muzaffer Tayyip’e Mektup" başlıklı yazısının sonunda şöyle diyordu Uluser:
Öyle sanıyorum ki Muzaffer, onu bizden ziyade kenarın dilberleri arayacak. Biz onu bir gün unutacağız. Belki de unuttuk bile . İnsanoğlunun kaderi budur. Ama ara sıra da olsa, bazen bir mısra, bazen bir nükte, bazen bir sevda hikayesinin kahramanı halinde yanı başımızda beliriverecek. O vakit, "aman" diyeceğiz, "sen misin Rüştü?" Öldüğünü unutacağız.
(Not: Mektubun tamamının yayınlanmasına fayda gördüğüm için ek olarak alınmıştır.)
"Roman ve Romancı Hakkında" başlıklı yazısında da şunları yazıyor:
Romancıya büyük bir terkip ustasıdır diyenlere bakmayın. Romancı, birçoklarının sandığı gibi ne terkipçidir, ne de tahlilci. O sadece, insanoğlunun yaşam imkanlarını keşfe çalışır. Onları arar, bulur, daha da olmadı mı yaratır, ortaya koyar. Bunu yapabilmek için insanla, cemiyetle, tabiatla, içinde yaşadığımız eşya ile doğrudan doğruya temas halindedir. Romancının, her sanat adamı gibi kuvvet kaynağı yaşamak sevincidir. İçinde yaşamak sevincini, kaynayışını duymayan sanat adamının eseri de kuru olur, sevimsiz olur.
Nurullah Ataç, Kemal Uluser hakkındaki düşüncelerini şu satırlarla ifade eder:
(Doğu-Adı geçen sayı)
Kemal Uluser herkesten başka türlü olayım diye çırpınan insanlardan değildi, benim yazılarımı okuduğu için yazılarında benden de bir iz elbette bulunacaktı. Ama herkes gibi olmaya, seçtiği yazılara benzemeye çalışarak birdenbire, belki de farkına varmadan kendini bulacağı, kimsenin izini taşımayan, ancak kendi özünü gösteren yazılar vereceği belli idi. Kemal Uluser, benim yıllardan sonra belki de durup kalmak üzere vardığım yerden başlamıştı; ona, beni hemen aşacak, benim elimden gelmeyeni başarabilecek bir genç diye bakıyordum.
Nurullah Ataç’ın Uluser’e değindiği bir yazısı daha var: "Bir şair ölmüş" (Cumhuriyet, 11 Şubat 1943; yazı Rüştü Onur’un ölümü üzerine kaleme alınmıştır) Cahit Sıtkı Tarancı da "Teselli Tarafı" isimli şiirini "Kemal Uluser’in ruhuna" ithaf etmiştir.
Uluser’in, CHP Temsil yayınları arasında, 1944 yılında yayınlanmış 5 perdelik bir de piyesi vardır: Işık. Işık, cumhuriyetin ilanı döneminde bir köyde geçen olayları anlatan, o yılların ideolojik ortamına uygun, basit yapıda bir eserdir.
Kemal Uluser ile Rüştü Onur’un birlikte Şehir adlı bir dergi çıkartmak istediklerini, ancak bunda başarılı olamadıklarını Salah Birsel’e yazdığı mektuplardan anlıyoruz. (Salah Birsel Adı geçen eser)
Uluser’in kısa ömründe yeterince geliştiremediği yeteneklere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Kartondan yaptığı iç aksamı da dahil olmak üzere, gerçeğini büyük ölçüde yansıtan gemi maketleri halen Amasra’da bazı evlerde bulunmaktadır.
(Prof.Dr. Semavi Eyice ile telefon görüşmesi.31.1998).
Yazı ve resimlerini tümüyle özgün olarak hazırladığı bir alfabe de Necdet Sakaoğlu’nun arşivindedir. "Türk çocuklarına sevimli Güzel Alfabe" adını verdiği bu eseri, estetik ve pedagojik yönden değerlendirmeye değer bir parçadır.
Uluserin dil beğenisi gelişmiştir. Türkçe’nin arınması ile ilgilidir. Örneğin, "Akşam Oldu" başlıklı mensur şiirinden alınan şu bölümde, "sükut" karşılığında "susunç" sözcüğünü kullanır.
Gündüz sayı: 5, 15.8.1936)

Anneciğim gelsene yukarıya.
Bak, ufkun kızartıları eridi.
Sesler, susuncun derinliklerinde uyumuş,
ne bir ürperti var, ne de bir kımıldanış...
Kuşlar yuvalarına döndüler, karıncalar
topraklar altına girdi,
her şey evine çekildi,
ortalığa çöküşen karanlık, serinlik yaymakta
Üniversite okuduğu yıllar, özellikle Alman ve bir kısım Türk hocalar öğrencileri ile uzun yürüyüşler yapar. Macit Gökberg’in Yakacık ve Kayışdağ yönüne yaptığı uzun yürüyüşler 30-35 km’ye ulaşır. Uluser’in fakülteden arkadaşı olan Prof. Dr. Bedia Akarsu şöyle anlatıyor:
“Gökberg’ in bu yürüyüşlerine Kemal’in de katıldığı olurdu. O sıralar felsefedeki erlebnis (Felsefede "kişinin oluşumuna katkıda bulunan yaşanmış deneylerin tümü") sözcüğüne Macit Gökberg karşılık aramaktaydı, yürüyüşlerimizden birinde Kemal Uluser yaşantı (Prof. Dr. Bedia Akarsu ile görüşme. 2.1.1998) sözcüğünü bulup, önerdi. Bu sözcüğü bulan Kemal, ilk olarak kullanan da Gökberg’tir.”
Kemal Uluser’ in ölümünden sonra kitaplarının bir bölümü Üniversitede satılır, bir bölümünü de anneannesi Amasra’da okumaya meraklı çocuklara dağıtır.
Kemal Uluser maden havzasının yetiştirdiği bir değerdir. İleriki tarihlerde Zonguldak’la ilgili geniş kapsamlı bir çalışma yapmanın hazırlığı içinde olduğumdan, şayet bu çalışmanın içinde Kemal Uluser’i unutarak veya hakkında bilgi sahibi olmadığım için yer vermemiş olsaydım çok üzülürdüm.
Her ne kadar tarihe meraklı olmamın yanında tarihin edebiyatla bütünleşmemesi halinde kuru ve zevksiz bir yazı yığını olacağına inandığım için bu konuda da yeterli bilgi birikimine ulaşmaya çalışmaktayım.
Başkasının çalışmasından özet çıkartmayı prensip olarak kabul etmesem de, Osman Nuri Aydın’ın hoşgörüsüne sığındığımı tekrar belirtirim.
Sanatın ve özellikle yazın sanatının "yazı tacirliği" ne dönüştüğü şu günlerde keşke Kemal Uluser gibi değerli birkaç şair için özet çıkartabilsem.
MUZAFFER TAYYİP’E MEKTUP
İstanbul 17.12.192
...Rüştü’yü nasıl tanıdığımı soruyorsun. İnsan yakınlarını öyle yakından tanıyabilir mi? Onları biz ölçmüş biçmiş de seçmiş değil, şöyle bir ısınıvermişizdir. Rüştü ile içli dışlı dost mu idik, bilmiyorum. Ama bulunduğum ahbap meclislerinde herhalde arardım. Onunla nasıl tanıştım. Kastamonu Lisesi’nde idik, o vakit iyi sanat dergileri getiriyor, sınıflara dağıtıyordum, 4-B’de 113 Rüştü bu dergilere en candan bir ilgi gösteriyor, ay başlarını iple çekiyordu. Günlerden bir gün Sabahattin Batur, elinde bir şiir çıkageldi. Bu, dedi, bizim Rüştü’nün, bir mecmuada neşrettirmek istiyor, ne dersin? Bu manzumecik henüz ilk adımlarını atıyordu. Bir dergide boy gösterecek kadar değildi. "Bana kalırsa, dedim, şimdilik neşretmesin" O, bu şiirini (şimdi ne olduğunu hatırlamıyorum) Gündüz’e gönderdi idi, bilmiyorum çıktı mı idi. O günden sonra onların mütalaasından geceleri Sabahattin, O, ben toplanır, en arka sıraların birinde şiirden, şairden konuşur, gece nöbetçisinin bilmem kaçıncı ihtarıyla ancak yerimizden kalkar, yatakhaneye giderdik.
Zonguldak’ta çalışırken daireden ondan önce çıkardım, iskelenin başında gözüm, “Ereğli Kömür İşletmesi”nin kapısında onu beklerdim. Eğer dergilerin gelme günü ise doğru Halkevi’ne gider, Nuri amcadan onları alır, okurduk. O gelen bu sanat dergi ve gazetelerine aç kurt gibi sarılır, doymayacak gibi okurdu. Posta olmadığı günler iskelede gezinir, hiç konuşmadan, belki de aynı şeyler üzerinde, dalar giderdik. Büyülü, sıcak yaz akşamlarına "Ahmet Hamdi Akşamları" adını koymuştuk. İskelede kaynaşan insanlara, bu ayak üstü, uyanık rüya görür vehmettiğimiz adamlara, hamallara, muçolara, Amasralı kayıkçılara "Sait Faik adamları" derdik. Bilmiyorum nedendir.(Sait Faik’i okuduğumuzdan mı, kim bilir) içimizde bu adamlara karşı bitmez, tükenmez bir sevgi, bir yaklaşma duyar, onların (belki hayalen) saadetiyle mesut olur, onların kederiyle üzülürdük.
Çingenelere bayılırdı. Onu ne vakit arasam Çingene mahallesinde bulurdum.
"Bilemezsin Kemal, derdi, bu insanlarda hayat bambaşka. Ben gerçek yaşamayı onlarda buldum."
Osman Kaygılı’nın Çingenelerine galiba bunun için tutkundu.
O sıralarda gene, "muhakkak bir şiir kitabı çıkarmalıyım" diye tutturdu. Günlerce çıkaracağı kitabın neşesiyle gezdi durdu.
Bir aralık bir sanat dergisi çıkarmayı düşündü. Bu işe beni de karıştırdı. Neye başlasa iştah ile, hararetle başlardı. Petek’in ilanları bu yüzden vakitsiz asıldı.
Burada, Beşiktaş’ın bir sokağında, Şair Leyla Sokağı’nda, çıkaracağı şiir kitabının hülyası içinde sessiz, sakin akşamları ederdi. Bir de (Şimdi ne oldu bilmem) Şair Leyla Sokağı diye bir şiir yazmıştı.
Bu sokaktan, bu sokağın insanlarından memnundu. Hasılı yaşamaktan memnundu.
"Ondan zarar gelmezdi, kovandaki arıya,yuvasındaki kuşa, kendi halinde yaşardı, şapkasının altında sebepsiz gülüşüyle caddelerde, memnuniyetinden, ve bu çılgınlık delicesine, içinden geliyordu. Dilsiz değildi, susamazdı, öyle ölüler gibi, bu güzel dünya ortasında."
Şiiri, taparcasına benimsemişti. Düşüncesiyle, eti ve kanıyle sanatın malı olduydu. En güzel şiirleri yazacağına kani idi.
Öyle sanıyorum ki, Muzaffer onu bizden ziyade "kenarın dilberleri" arayacak. Biz onu, bir gün unutacağız. Belki de unuttuk bile. İnsan oğlunun kaderi budur. Ama arasıra da olsa, bazan bir mısra, bazan bir nükte, bazan bir sevda hikayesinin kahramanı halinde yanıbaşımızda bitiverecek. O vakit "Aman, diyeceğiz, sen misin Rüştü" Öldüğünü unutacağız.
Gözlerinde öperim, Muzaffer.
Kemal Uluser
(Kara Elmas, sayı 6, 1.1.1943)

NOT: BU MAKALE 2 ARALIK 2009 TARİHİNDE HABERZONGULDAK2 SİTESİNDE YAYINLANMIŞTIR...

http://haberzonguldak2.com/yazarlar/Ecatma/zonguldakTarihi_CATMA13.htm

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KDZ.EREĞLİ İLE İLGİLİ KİŞİ, LAKAP,YER ADLARI VE DEYİMLER

ZONGULDAK DOĞUMLU TÜRK POPU’NUN İLK STARLARINDAN AY-FERİ

BİR İSYANIN ANATOMİSİ;DEVREKLİ SAHTE KADIN PEYGAMBER DUDU HATUN İSYANI İLE KIZLAR DERESİ EFSANESİNİN BAĞLANTISI